ZEHİR BİLE PARAYLA, MUTLULUK BEDAVA OLUR MU?

Hayat, iki karanlık arasında bir kibrit şulesidir”

O kısacık kibrit şulesinde alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir kedi sevip, iki kahkaha atıp, sessiz sakin göçüp gidecektik fani Dünyadan.

Onu bile çok gördünüz. Üç günlük dünyayı burnumuzdan getirdiniz. Ne bitmez tükenmez hırsınız varmış, ne doymaz gözünüz varmış. Öbür dünyada cennet vaat edip, hayatımızı cehenneme çevirdiniz, kendiniz bu dünyada cenneti yaşadınız. Bahçeleriniz bahar görmesin.

Emperyalizmin nasıl bir lanet olduğunu, kapitalizmin nasıl bir illet olduğunu, faşizmin nasıl bir musibet olduğunu biliyorduk tabi. Onların bu zulmünü, bu arsızlığını, hırsızlığını, bu acımasızlığını akrep masalında olduğu gibi doğası gereği bekliyorduk. Onların mayasında, fıtratında zulüm, haksızlık, kahpelik var. Fakat bu acımasız saldırılar altında inim inim inleyen milyarlarca insanın bu kadar suskun, bu kadar dağınık bu kadar tepkisiz ve örgütsüz olmasını bir türlü aklımız almıyor.

İki sonsuz karanlık arasındaki kısacık yaşamımızda başımıza gelen depremler, yangınlar, seller, heyelanlar, savaşlar, darbeler, işkenceler, zulümler, adaletsizlikler, açlıklar, enflasyonlar, mutsuzluklar hepsi bu yıkılası kahpe düzende bir avuç azınlığın azgınlığının devamı için büyük halk yığınlarına layık gördüğü yaşam biçimi.

Depremleri, yangınları, selleri, heyelanları doğaya yaptırdılar. Kolonları kestiler, demirden çimentodan çaldılar, depremler yıkıp geçti. Ormanları yaktılar, ağaçları kestiler seller, heyelanlar vurdu geçti. Doğayı bir kenara çekip, dümenin başına geçip savaşlarla masum insanları katlettiler, darbelerle demokrasiyi yok edip insanları zindanlarda, işkencelerde çürüttüler. Aç açık bırakarak zevk ü safa içinde cennetlerini yaşadılar.

Peki, bu açgözlü vampirler, insanlara bu kadar eziyet etmeden sömürü düzenini devam ettiremiyor mu da acı üzerine acı yaşatıyor? İşte asıl sorun burada. Eğer karşılarında örgütlü, dirençli, kararlı bir güç olursa mecburen temkinli, ölçülü olmak zorunda kalıyor. Ve hatta karşılarındaki güç gerçekten büyük olursa tası tarağı toplayıp yönetimleri bırakıp kaçmakta buluyor çareyi. Yoksa her türlü yöntemle ezmeye, sömürmeye, yok etmeye devam ediyor.

Halide Edip, Demirci Efe’ye sormuş, “Neden ahaliye bu kadar zulmediyorsun” diye. Demirci Efe “Ahali, ya ilimle yönetilir, ya da zulümle. Bizde ilim yok, mecburen zulümle yönetiyoruz” diyor. Bu efeler için geçerli olabilir ama kapitalist, faşist düzende uygulanan zulüm, ilimsizlikten değil tam aksine ilmin her türlü imkânından yararlanılarak katmerleştirilerek uygulanıyor.

Bu gözü dönmüş bir avuç sömürgeni durdurmak için biz ne yapıyoruz? Bu sorunun cevabı “İki sonsuz karanlık arasındaki kibrit şulesi”nin de yaşanılır hâle getirilmesinin reçetesi aslında. Olup biten adaletsizlikleri, zulümleri televizyonlardan izleyip “Aslında muhalefet şöyle yapmalı, sol kesim şunu yapmalı” diye akıl vermekle olmuyor bu işler. Kahve köşelerinde bile yüksek sesle konuşmaktan çekinip dost, arkadaş arasında yakınmakla, başkalarının bir şeyler yapmasını beklemekle de olmaz. Kahraman beklersen, birilerinin seni kurtarmasına umut bağlar, kenarda sessizce izlersen, tüm yapılanlara rıza göstermiş ve hatta onları onaylamış olursun.

Hani son zamanların öğretici ve yol gösterici bir sloganı var ya, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” diye. İşte tüm mesele burada. Dernekte, partide, sendikada, kooperatifte, sokaktaki, mahalledeki kentteki sivil toplum örgütlerinde senin gibilerle birlikte olup mücadele etmeden, yapılan mücadelelere omuz vermeden hiçbir adaletsizlikten, zulümden kurtuluş yok.

“Aman beni işten atmasınlar. Aman beni gözaltına almasınlar. Aman benim düzenim bozulmasın” diye rahatını bozmadan her şey düzelsin diye seyredersen, daha çoook beklersin. Bedel ödemeden düzen değişmez. Zahmet etmeden nimet yok. Oturduğun, yattığın yerde kimse sana özgürlük, huzur, mutluluk getirip vermez. Karşılığını, bedelini ödeyeceksin ki umudun yeşersin, dileğin gerçekleşsin, huzurun, refahın yolu açılsın.

“Zehir bile parayla, mutluluk bedava olur mu?”