Her “edebi” eserin zamanın sonsuz yolculuğunda kendine yer bulacağına, koruyacağına, yeni nesillere kalacağına inanmıyorum. Çok kişinin yazması iyi midir sorusuna yanıt zor olmakla birlikte az, öz kişi yazmalıdır diye bir sınırlama da getirmek istemiyorum. Ancak işportacı misali yazılanların pazarlanması derdine düşenleri gördükçe, zamanın en iyi karar verici olacağına ve eleyeceğine inanıyorum.
Edebiyatın edebil iğine, gerçekliğine, ışık ve ilham kaynağı oluşuna derinden bağlıyım. Belki de bundandır postlarından uzak kalmaya çalışıyorum. Düşsel kurguların fantezilere kaçışına ise tahammül edemiyorum. Sözcüklerin çöplüğü, yığıntılar toplamı, geçmişe ihanetin enkazı gözüyle bakıyorum. Edebi metnin; edebi tutarlılığı, ahlaki, estetiği olmalıdır. Zamanın geleceğine emanet kalacak her harfin, her sözcüğün edepli ve edebi olmasının kaygısını taşımıyorsa; defteri, kalemi çöpe, kelamı suskunluk sandığına kilitlemek gerekir.
Zaman; hem çok sabırlı, hem çok acımasızdır. Nasıl baktığınıza, nasıl değerlendirdiğinize göre size yanıtını verir yorulmadan. O yolculukta biz şaşkınca dolaşır ve yitirdiklerimizin ardından zamanın boşluğuna düşeriz.
Defterler, notlar, kartlar. Geçmiş zaman binlerce sayfanın içinde. Ancak giderek yaş aldığımın farkındayım. Bu nedenle gençlik hayallerim geçmiş zamanda kaldı. Gelecek zamanın neler getireceğinin bilinmezliğiyle de geçmişle hesaplaşmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Yaşandı ve bitti. Direncimi korumaya çalışıyorum. Çünkü direnç bittiğinde kendimin, her şeyin yok olacağının ve zamana karışacağının bilincindeyim. Karamsarlık değil bendeki. Hiçbir tarihsel olaya da gönderme yapmak istemiyorum. Geleceğin geçmiş zamanında bu ülkede “ölüm meleği” işsiz, güçsüz can sıkıntısıyla, biçare dolaşırken yerini zebaniler aldı. Zebaniler biz olduk. Kendi hesabımızı kendimiz görmeye başladık. Sayısı bilinmeyen ölüm yaşlı melek devreden çıkarılarak tarafımızdan gerçekleştiriliyor. Terbiye ediliyoruz, sınanıyoruz, zebanilerin ölümcüllüğünden. Tanıklık etmek istemesem de olayların hakikati gelip buluyor beni ve sözcüklerin gerçekliğiyle defterlere geçiyor. Sonrasında ise kayıtlarda kalması için basımevlerinin yolunu tutuyor Hakikat evet hakikat bütün çıplaklığıyla bizimle, kafaları bulandırmaya, olayları sulandırmaya gerek kalmaksızın zamanın tanıklığıyla akıp gidiyor. Ancak hiçbir şey yerinde uysalca sırasını beklemiyor. Herkesin, her şeyin acelesi var. Telaşa karışan kaçışmalar yerini dertlerin yoğunluğunun sızlanmalarına bırakıyor. İnsanın tuhaf varlık oluşunun hallerini zamanın kayıtlarına geçiyorum. Benden geriye o kayıtların emanetinin kalacağının burukluğuyla, sevincinin duygu karmaşası ile suskunluk nöbetine başlıyorum.
Zamanın mekânlarında mı, mekânın zamanlarında mı ömrümüz tükenir farkında değiliz. Aslında “mekân duygusu insanı tanımlar.” Ancak hayatımızın ne kadarı kullandığımız mekânlarda, ne kadarı bizi kullanan mekânlarda geçiyor. Bilinmezlik gibi yazdığımı söyleyebilirsiniz. Bulmaca gibi. Yazılanlar biraz da düşünmeyi zorlamıyorsa, tek düze ise belki de anlamsızlaşır gibime geliyor. Okuyucu biraz üzerinde kafa yormalı ki yeni ufuklara yelken açabilsin.