Yıl 2003 ,her pazar dağ yürüyüşlerine devam ediyoruz. Yer İzmir. Yürüyüşlerde bu yıl da Zafer Yürüyüşü yapalım. Sohbetleri yapılıyor. Daha önce de yapılmış, zor bir yürüyüş. Dernekteki görevli arkadaşlarım isim yazıyorlar. Rahmetli eşim adını yazdırmış ama ç
bana sormadı; sen de gitmek ister misin diye. Ben de gitmek istediğimi söyledim. Adımı yazdırdım ama eşim sen gidemezsin, bu zor bir yürüyüş. Üstelik dağlarda, bayırlarda yılan , akrep olur. Zaten yürüyüş de on beş gün sürecek. Sürsün önemli bir yürüyüş, ben de gideceği dedim. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.
25 Ağustos sabahı Karşıyaka’da yapılan törenle başladık. Törenden sonra bir tören daha var Gündoğdu meydanında dendi. Saat 10 ya da 11 de ikinci törenimizi de yaptık. Hepimiz çok heyecanlıydık. Gittiğimiz yerlerde yılan, akrep olur demişti eşim. Her dağ yürüyüşlerinde karşıma çıkmadı . Sanırım burda da çıkmaz.
Söylemediğim bir şey var. Bu on beş günlük yürüyüşler de ki çadırlarımızı, yemek pişirme tencere tava , tabak çanak taşımalarını o zaman ki Karşıyaka belediye başkanımız Şebnem Tabak hanım bir araç verdi. O araç on beş gün eşyalarımızı taşıdı. Kendilerine çok teşekkür ediyor ve selamlarımı gönderiyorum. Saygılar başkanım. Sağlık diliyorum size. Yiyeceklerimizi, rahmetli, büyükşehir belediye başkanımız rahmetli Ahmet Piriştina karşıladı. Ruhu şad, mekanı cennet olsun. Belediyenin tahsiz ettiği otobüsle Afyon’a ve ilçesi olan Küçük —kaleciğe bıraktı. O otobüs döndü. Biz de çadırlarımızı kurduk. Yemeklerimizi pişirdi arkadaşlarımız. Yemekleri her gün iki nöbetçi arkadaşımız pişirecek. Öyle liste yapılmıştı. Yemeklerimizi güle oynaya yedik. Çok yorulmuştuk. Sabah da Kocatepe’ye yürüyerek cıkacağız. Büyük Taarruzun başladığı yere. Başkanımız Ali Fidan iyi geceler dileyerek haydi yatın artık diye uyardı.
Sabah erkenden kalkıp çadırlarımızı topladık. Kahvaltımızı yapıp yürüyüşe başladık. Kocatepe’ye bizden önce gelen gruplar da vardı. Tepeyi inceledik. Gelecek Askeri erkanı bekledik. Vali, kaymakam, çeşitli gruplarda geldiler. Törende çeşitli konuşmalar yapıldı. Gelen gruplar kendilerini tanıttılar. Törende konuşmalar çok içtendi. Gözyaşları içinde izledik. Atatürk’üme, şehilerimize dualar ettik. Hepsinin ruhları şad, mekanları cennet olsun. Atatürk’üm cennetin en yüksek katına çıksın inşallah. Olmasaydı halimiz ne olurdu acep.
Tören bitince yine yürüyerek indik Kocatepe’den. Yürüyüşümüze başladık. Yürüyüş güzergahımız Kurtuluş Savaşında askerlerimizin geçtiği yerlerdi. Derelerden tepelerden, patika yollardan, 50 derecelik asfaltlardan, dilenlerden, otların arasından yürüdük. Yolda hep şunu düşündüm. Biz bu çok güzel spor ayakkabılarla yürürken zorluk çekiyoruz. Acaba askerlerimiz o çok sert çarıklarla nasıl yürüdüler. Ekmeklerini, yemeklerini kendileri yapıyorlarmış, biz de bu kadar yiyecekler varken bazan nazlanıyorduk ve kendimizi ikaz ediyorduk. Hop nereye her şeyimiz var. Daha ne olsun?diyerek.
Ayaklarımız çok kısa sürede yara oldu. Bir hemşiremiz vardı. Her molada iki üç arkadaşımızın ayaklarına bakım yapıyor, ilaçlar sürüyor. Önceden yaptığı yaralara tekrar bakım yapıyor. Bir de TRT’den görevli arkadaşımız vardı. Nereye geldik. Ne yaptık, nasılız diye yayın yapıyor, arada bir bizi de konuşturup programını dolduruyordu.O arkadaşımız Ahmet Aydın Akansu idi. Selam ve sevgilerimi yolluyor sağlık diliyorum. Yayınlardan yerimizi öğrenen insanlar kasayla üzüm, karpuzlar getiriyorlardı. Çadırlarımızı mümkün olduğu kadar güvenli yerlere kuruyorduk. Bir gün de bir aile telefonla aradı bizi. Sabah nerede olursunuz acaba sizi görmek istiyoruz. Demişlerdi. Başkanımız Ali bey sabah nerede olacağımızı söyledi. Şimdi belki inanmayacaksınız ama sabah erkenden sıcacık iki tepsi çok güzel börekler getirmişlerdi. Ayaklarımızın yaraları çok ağrısa da yollarda yürürken şarkılar, türküler, fıkralar acıları unutturuyordu. Bir doktorumuz vardı. Oy Fadimem diye bir türkü tuttururdu. Sesi de güzeldi hani. Bir başka arkadaşlarımız yalısını(Halilim’i ) söylerler otuz km. Nasıl biter bilmezdik. Çok güzel günlerdi. İnsan gençken yorulmayı bilmiyor.
Yürüyüşümüzü otuz üç arkadaşlarımızla aynı ailenin bireyleri gibi yardımlaşarak on beş günü bitirdik. On beşinci gün İzmir’in itfaiyesine geldik. Orada sırayla banyo yaptık. Çadırlarımızı son kez kurup yattık. Sabahleyin törene yetiştik.
Canım Atatürk’üm geldikleri gibi giderler demişti. 9 Eylül’de düşmanı denize döküp güzel İzmir’imi kurtarmışlar. Atatürk’ün ve tüm şehitlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun. 30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun .
O on beş günü birlikte yürüdüğüm canım arkadaşlarım hepinizi çok özledim. İnşallah hepiniz sapasağlamsınız. Hepinize selam vesevgilerimi gönderiyorum. Aramızdan ayrılan eşim İsmail İnce, altın kalpli bir Fransız arkadaşımız Anik hanım, İzmir Büyükşehir Belediye başkanımız Ahmet Priştina bey, her yürüyüşte olan hepimize çay pişirmek için koca koca çaydanlıkları taşıyan genel cerrah doktorumuz ruhunuz şad, mekanınız cennet olsun.
Her zaman yanımızda olan başkanımız Ali Fidan beye bu yürüyüşte ve hafta sonu yürüyüşlerimizde onca kahrımızı çektiği için selam, saygılarımı yolluyor sağlıklar diliyorum.
Bunları neden yazdım. Filistin beni çok üzüyor. Küçücük bir erkek çocuk eline aldığı küçü bir un torbasının ağzı açılınca unun bir kısmı yere döküldü. Çocuk toprağa dökülen unları toplamaya çalışıyor içim sızladı. Annem derdi ki Allah kimseyi düşmanla ve açlıkla terbiye etmesin. Bunlarda hem düşman hem açclık var. Yapabileceğimiz bir şey olsa da bir de oraya yürüsek diyorum.
Dünyaya barış, herkese sağlık ve selam hoşça kalın arkadaşlar.