YILIN BAŞI !

Yeni yıla nasıl girersen bütün yıl öyle geçermiş…

Ben bu cümleyi çocukken biraz fazla ciddiye almış olmalıyım. Çünkü yılbaşı gecelerimin ortak özelliği şuydu: Ben uyurdum. Saat daha 23.30 olmadan kanepeyle derin bir bağ kurar, gözlerimi kapatırdım. Geri sayım yapılırken biri mutlaka “Uyuyor mu bu?” diye fısıldar, ardından gülüşmeler yükselirdi. Bir türlü 24.00 yakalayamazdım.

Herkesin çocukluğunda yılbaşına dair küçük bir efsane vardır; benimki uykuyla ilgiliydi. Ama evin içi uykulu değildi. Mandalina, mısır, kestane kokusu… Hayat telaşesinden artık uyuyamiyor olsam bile o miss kokular hala beni o yıllara götürür. Televizyondan gelen sesler, arada yapılan şakalar, yeni yıla girildiğini haber veren o kısa ama heyecanlı an. Kimse büyük anlamlar yüklemezdi; ne kutlama tartışılırdı ne de niyet sorgulanırdı. Yılbaşı sadece bir arada olmanın bahanesiydi.

Belki de bu yüzden bugün hâlâ yılbaşını takvimden çok bir his olarak hatırlıyorum. Bir akşamlığına durmak, eskiyi uğurlayıp yenisine küçük bir umut bırakmak… Ne fazla, ne eksik. Bu yazı da tam oradan konuşuyor; neşenin savunma yapmak zorunda kalmadığı, insanların birbirine karışmadığı o sade yerden.

KİM YILBAŞI KUTLUYOR?

Kritik bir soru.

“Ben yılbaşı kutlamıyorum.”

Ya da “Ben kutluyorum.”

Kimi bunu “Müslümanım.” diyerek açıklıyor, kimi “Geleneklerime bağlıyım.” diyerek, kimi de “Gösterişi sevmiyorum.” diyerek… Bir de hepimizin ezbere bildiği o cümle var:

“Kim bir kavme benzerse onlardandır.”

Peki gerçekten Müslüman olmak bu kadar mı?

Önce şunu netleştirelim: Kur’an’da ya da sahih hadislerde yılbaşı kutlamayı haram kılan hiçbir hüküm yok. Günah olan şey tarih değil, davranışın kendisidir. İsraf etmek, aşırılığa kaçmak, kul hakkına girmek 31 Aralık’ta da haramdır, 5 Ocak’ta da. 21 Mayıs’ta da. Bu hükümler tarihlere göre değişmez.

31 Aralık bir dini ritüel değildir; uluslararası bir takvimin kapanışıdır.

Miladi takvimi bugün bütün dünya –Müslüman ülkeler dahil– kullanıyor ve hepsi 1 Ocak’ta tatil yapıyor.

Sen yılbaşı kutlamıyorsun, eyvallah.

Ama mesele şu: Kutlamayan neden kutlayana saldırıyor?

Zaten nefes alamadığımız bir dunyada insanların bir akşamlık neşesine bile göz dikmek nasıl bir ruh hâlidir? Moral yok, umut yok, yaşama sevinci yok… İnsanların eğlencesine bile tahammül edememek gerçekten anlaşılır gibi değil.

Bir Müslüman “Ben Müslüman’ım.” dediğinde arkasından şu cümleler gelmeli:

“Ben kul hakkından korkarım.”

“Haksızlık karşısında susmam.”

“Merhameti savunurum.”

“Dini kullanarak insanları yargılamam.”

Gelelim çok kullanılan o hadise: “Kim bir kavme benzerse onlardandır.”

Bu hadis inanç ve ibadet taklidini yasaklar. Kültürel benzerlikleri değil.

Bu konuda en katı yorumu yapan İbn Teymiyye bile “Bir dinin ibadetini ibadet niyetiyle taklit etmek haramdır.” der. Çam ağacı ibadet değildir, süslemek ibadet değildir, geri sayım ibadet değildir, hediyeleşmek hiç değildir.

Bugün evrensel bir dünyadayız; “kavim” ayrımı diye bir şey kaldı mı?

Kullandığın telefon, giydiğin pantolon, yediğin makarna, kullandığın miladi takvim, çektiğin Instagram videosu… Hepsi “başka kavimlerden” geldi.

Madem hadisi literal alıyorsun, o zaman önce Instagram’ı kapatman gerekmez mi? Modern dünyanın tüm nimetlerini alıp sadece yılbaşı üzerinden “haram” ilan etmek seçici dindarlıktır.

Hadisin güncel yorumunda ise mesele şudur:

İyiliğe benzemek sorun değildir; kötülüğe benzemek sorundur.

Gazâlî, İbn Haldun, Nebevî gibi âlimler bu yorumu açıkça yapar.

Zalimin yöntemine benzersen zalimleşirsin; yalanın normalleştiği yere benzersen yalancı olursun; vicdansızların kültürüne benzerse vicdansız olursun.

Gelenek meselesine gelecek olursak… Çam ağacı bir rivayete göre eski Türklerde de vardı.

Noel Baba’nın temeli olan Aziz Nikola bugün Demre’de yaşadı. Osmanlı’da halk onu bir evliya gibi görür, denizciler sefere çıkmadan önce mezarını ziyaret ederdi. Çünkü çocukları koruyan, fakirlere yardım eden biri olarak biliniyordu. Balkanlar’da bir dönem Bektaşi geleneği içinde Sarı Saltuk’la ilişkilendirildiği bile söylenir.

Yani kültür dediğimiz şey sandığımız kadar siyah-beyaz değil.

Bir Müslüman ister çam ağacı süsler, ister süslemez; ister hediye verir, ister vermez. Bunların hiçbirinin “Müslümanlık” ile doğrudan bir ilişkisi yok.

Yılbaşı basitçe bir nefes alma, eskiye teşekkür edip yeniye umut duyma hâlidir.

Kimlik, özgüven, aidiyet problemlerimizi başkalarının özgürlüğüne saldırarak çözmeye çalışmayalım. Kimseye zarar vermeyen bir atmosferi “günah, bid’at, batıl” diye bastırmak sadece neşe kıskançlığıdır.

Bir Müslüman’ın omurgası, başkalarının neşesine saldırmak değil;

tutarlı olmak, adaletli olmak, merhameti savunmak ve samimi olmaktır.

Sokak hayvanları konusunda Avrupa’yı çarpıtarak örnek gösterip, yılbaşı konusunda birden “kâfir kültürü” söylemine dönmek ise tutarsızlığın en açık örneğidir. Avrupa hayvanlara değer verir; bakım ve sağlık hizmetleri insana gösterilen özenle yapılır. Bizde bu altyapı yokken “Avrupa böyle yapıyor.” diyerek hayvanları ölüme terk etmek hangi kavme benzemektir?

Madem bir kavme benzemekten korkuyoruz, o zaman kötülüğe benzemekten korkalım.

Adalete, merhamete, saygıya benzeyelim.

Dünyanın iyiliğine benzeyelim.

Bu yazıda feyz ve kesitler aldığım Nesibe Yıldırım’a teşekkürler.