ŞAKİRAĞAZÂDE ŞEVKİ BEY

ARŞİVİMDE KALMIŞ TARİHÎ YAZILAR

UNUTULAN KIYMETLER

 ŞAKİRAĞAZÂDE ŞEVKİ BEY

 Yazan:  MEHMET LÜTFİ İKİZ

Bazı şehirler vardır ki kendi kıymetlerine sahip çıkmamıştır. Zaman birçokları gibi onları da unutturmuştur. Kayseri ticarî ve Ankara siyasî ve idarî merkezleri arasında bulunan tarihî Kırşehir de nerede ise unutulmaya yüz tutmuştur. Bana gönderilen Kırşehir gazetesini mütalâa edince kendi kıymetlerimizden çok dışarıdaki kıymetlerle uğraşıldığına bakıp üzüldüm. Düşündüm ve unutulan kıymetleri hatırladım.

Bunlardan biri Şakirağazâde Şevki Bey'dir. Kibar, nezih, mahkeme başkâtipliği ve Belediye Reisliği yapmış bulunan bu zat son devrin ince, zarif, kibar insanlarından birisi idi.

Kendisi ile 1950 öncesi tanışırsak da dostluğumuz 1950 yılından sonra gelişti. Nesri Tanzimat ediplerimizden Âkif Paşa tarzında idi. Yozgat'lı Hâfız Şahap Bey maliyeci olarak Kırşehir'de kalmış, Ethem Efendi'ye, kayınbiraderi Şevki Bey'e ve Nuri Efendi'ye icra-i tesir etmişti.

Devrin meşhur kitaplarını okumuş ve bir devre ışık tutmuştu. Hayatı huzursuzluklarla geçen Şevki Bey Kırşehir şartlarında kalmış, şehri terk etmemişti. Yazdığı yazılarda 'Kef' harfi bir âlemdi. Her defa değişik bir tarzda yazardı. 1951 senesinde bir mektubunu Haliç vapurunda okurken dikkat eden altın gözlüklü yaşlı bir zat “Evlâdım, bir mahzur yoksa şu mektuba bir bakayım” demişti. Verdim, okudu ve iade etti. “Böyle zatların idame-i hayat ettiğine şahit olduğum için sevinçliyim” dedi. Va esefa ki kim olduğunu sormadım.

Şevki Bey'le çok sohbetlerimiz oldu. Şehirle ters düşmüştü. Şehir baştanbaşa Millet Partili, Şevki Bey ise Demokrat idi. Ne var ki Demokrat Parti'yi temsil edenler Kırşehir'de sevilmiyordu.

Biz Şevki Bey'le her pazartesi gecesi fakirhanede toplanmayı itiyat edinmiştik. Bazı divanları okumayı âdet haline getirmiştik. Bastonuna dayanarak gelir, köşesine oturur, kahvesini içtikten sonra divandan okuduğumuz gazel veya kasidede hata yapmışsak “Evlâdım, ben ihtiyarım, iyi duyamıyorum. Bir daha okuyunuz” der, tekrar okuduğumuzda hata  devam ediyorsa “Hatalı okudunuz” demez, “Ben kendi okuyup zevkine varayım” der, okur, biz de nerede hata ettiğimizi anlardık. Ayrıca izahları son derece kibar olurdu.

Günlerden bir yaz günü sohbet sona ermiş, mahallî tâbirle “yat-geberlik” gelmiş. Meclis dağılacağında hâlâ izah edemediğim bir hissin tesiri altında “Amca, şu şemsiyeyi alınız” dediğimi hatırlıyorum. “Evlâdım, şu havada şemsiyeyi ne yapayım. Kendimi götüremiyorum” demişse de alması için ibram ettim (İbram: Can sıkacak derecede ısrar etme, üstüne düşme; zorlama). Hazret şemsiyeyi aldı ve ayrıldılar. Takriben 50 metre gitmeden yağmur başladı. Şemsiyeyi açtığını gördüm. Israrıma hayret eyledim. Ertesi gün Sülükçüoğlu Sabri Bey'in kahvesinde karşılaştık. Şemsiyeyi verdi. “Halanla beni kavga ettirdin” dedi. “Hayırdır amca” dedim. “Evde hanıma 'Şu çocuktaki inceliğe bak. Kızı vaktinden evvel verdin' dedim. Eğer evde kızım olsaydı sana verecektim” dedi. Ben de “Amca, vermişle beraber” dedim. “Vermişle beraber olur mu?” dedi.

Bir başka hâtırası da şiirlerinden ve yazılarından ibaret olan kalınca bir dosyayı Türk Milliyetçiler Derneği Kırşehir Şubesi'ne emanet olarak vermişti. Dernek bir süre sonra kapatıldı. Derneği mühürleyenler arslan kesildi. Şevki Bey'in emanet dosyası orada kalmıştı. Bütün uğraşmalarımıza rağmen dosyayı geri almamız mümkün olmadı. Nihayet Türk Milliyetçiler Derneği'nin malları gâvur malı gibi haraç mezat satıldı. İki kitaplığın eski yazı ve yeni yazı kitapları tutanın elinde kaldı. Şevki Bey her karşılaştığımızda dosyasını istiyordu.

Sevk-i kaderle Nevşehir Damad İbrahim Paşa Kütüphanesi'nde vazife almıştım. Birçok yeri gezen bazı kitaplar ve dosya Kırşehir'den yeni vilâyet olan Nevşehir'e gönderilmiş, Maarif Müdürlüğü de tetkik edilmesi, işe yarayanlar varsa kaydı için kütüphaneye göndermişti. Geri istediği dosyayı Şevki Bey'e en kısa zamanda ulaştırdım. Daha sonra dosya kayboldu.

Osmanlı zerafetinin timsali olan Şevki Bey gülle, çiçekle şükûfekâr gibi meşguldü. Tahnit ettiği gülleri bir kartona yapıştırır, sevdiklerine hediye ederdi. Isparta'da 41'inci devre yedek subaylık hizmetini ifa ederken Ulu Cami imamı Nureddin Utkusavaş Şevki Bey'i benden dinledi. Kendisini ziyaret etme arzusunda bulundu. Beraberce gelip Şevki Bey'e misafir olduk. Nureddin Hoca ile Isparta'ya avdet ettik. Şehirde olan birçok haksızlıkları protesto eden yazılar yazmış, elinden geldiği kadar doğana beşik, ölene tabut olmuştu. Hatırlayanlar birer birer gidiyorlar. Kalanlara ve  tanıyanlara bir hâtıra olmak üzere bu yazıyı yazdım. Rûh-u pür fütûhu Kırşehrimizin üzerinden eksik olmasın.

CELÂL TEKİNER

Kardeşim merhum Tuncer Yastıman'ın kayınbiraderi olan kütüphaneci-yazar Mehmet Lütfi İkiz'in kaleme aldığı yazının konusu Şevki Şakirağaoğlu Bey 26 Şubat 2002 tarihinde 91 yaşında hayata gözlerini yuman Kırşehir âşığı şair, avukat Celâl Tekiner'in babasıydı. Celâl Tekiner babasına kırgındı ve bu nedenle soyadını da değiştirmişti. Adana'da başladığı avukatlığı Kırşehir'de de bir süre sürdürmüş, çıkardığım gazetelerde Adana'da iken “Çukurova'dan”, Kırşehir'e döndükten sonra “Toprağımdan” başlığı altında Kırşehir'e olan sevgisini dile getiren çok sayıda değerli yazılar kaleme almıştı. Bu arada ortaya attığı “Yeni Din”le kendisini Türk peygamberi ilân etmişti. Tekiner'in Beşinci Kitap, Anne Vatan, Gök Tanrı, Anıtkabir’i Ziyaret, Yaradan’a Mektup, Millî Marş, Yeni Mevlit, Çanakkale Destanı, Kızılırmak’a Kırşehir’den Sesleniş, Kırşehirli Şiirler, Âşıkpaşa Mezarlığı adlı kitap ve kitapçıkları var. Âşıkpaşa Mezarlığı'nda yatan Tekiner'in arşivimde yıllardır özenle koruduğum, şimdiye kadar yayınlanmamış, okunmaya değer yazılarını zaman zaman “Kırşehir Çiğdem” sütunlarında okurlarımıza sunacağız.    

MEHMET LÜTFİ İKİZ KİMDİ?

Kültür, Sanat ve Medeniyetimizde Ahilik (Y. Çalışkan’la birlikte) adlı kitabın yazarıdır. Kırşehir’de 29 Mayıs 1929 tarihinde doğdu. Babası İbrahim Ethem Bey, annesi Fatma Hanım’dır. Kökeni Maraş’a yerleşen Oğuz boylarına dayanır. İlk ve orta tahsilini memleketi Kırşehir’de tamamlayan Lütfi İkiz lise tahsiline Konya’da başladı ve Ankara, Yozgat, Samsun’da devam ederek Kayseri’de tamamladı. Liseyi bitirdikten sonra Kırşehir’e dönen Lütfi İkiz Erol Güngör’ün dedesi Hâfız Osman Efendi’den Arapça ve dinî ilimler tahsil etti. Kırşehir’de Müftü Mehmet Efendi’den de özel dersler aldı. Ayrıca Ermenekli Büyük Saffet Efendi’den icazet aldı. Maraşlı Rahmi Eray’ın eğitim halkasında bulundu. İstanbul’daki eğitiminden sonra memleketi Kırşehir’e döndü. Bursa’da askerliğini tamamladı. Askerlik dönüşü Nevşehir Kütüphanesi müdürlüğüne tâyin edildi. İki yıl sonra kütüphane müdürlüğü görevine son verildi. Bunun üzerine Almanya’ya giderek yazma eserler ve kitap restorasyonu üzerinde iki yıla yakın kurs gördü. Almanya dönüşünde Ankara Türk Ocağı Müdürlüğü’ne getirildi. Ocağın genel başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’le birlikte altı yıl çalıştı. Türk Ocağı Müdürü iken Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Şark Dilleri Bölümü’ne devam etti. Son sınıfta iken okuldan ayrıldı. Müteakiben Kastamonu İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğü’ne atandı. 24 Ocak 1984 tarihinde Nevşehir İl Halk Kütüphanesi’nden Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne müdür olarak atandı. 19 Mart 1984 tarihinde Konya’da görevine başladı. Nevşehir, Kastamonu, Çorum, Konya kütüphane müdürlüklerinde bulundu. 1988 yılında kütüphane müdürlüğünden emekli oldu.

Ömrünü kitap ve kütüphaneye adayan Lütfi İkiz görev yaptığı kütüphanelerdeki şimdi hayranlıkla seyrettiğimiz tabloların gelişmesine önemli katkılar sağladı. Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’nin binasının yapılmasına, kütüphanenin açılmasına ve burada kitap şifahanesinin kurulmasına öncülük etti. Kolay yetişmeyecek kadar değerli bir şahsiyet olan Mehmet Lütfi İkiz 24 Ağustos 2007 tarihinde Konya’da vefat ederek Üçler Mezarlığı’na defnedildi.

Ankara'da Türk Ocağı Müdürlüğü'nü yaptığı sırada Mustafa Karagüllü ile birlikte Opera binası karşısındaki tarihî Türk Ocağı binasında ziyaret ettiğimiz Lütfi İkiz'in tarihî tabloların korunmasında gösterdiği hassasiyete yakından tanık olmuş, kendisine hayranlığım daha da artmıştı. Lütfi ağabey çok büyük değerdeki tabloların korunduğu bölümleri elinde bıçak ve patateslerle gezerek patatesleri ortasından bölüp kesilmiş yerlerini tablolara sürüyordu. Merak edip bunu neden yaptığını sorduğumda patates suyunun tablolar üzerinde şeffaf ince bir tabaka oluşturarak koruyucu büyük etki yaptığını söylemişti. Böylece ben de Türk Ocağı'nda korunan anlatılamayacak değerdeki tabloları Lütfi İkiz'in sayesinde yakından hayranlıkla seyretme ve tablolarıyla tarihimize geçmiş ressamlarımızın aziz ruhlarına Fatiha hediye eyleme mutluluğuna ermiştim.

Eserleri:

Türkiye Masonları, Komünist Hücrelerinin Faaliyeti, İstanbul 1963; Yusufağa Kütüphanesi Tarihçe, Teşkilât ve Katalogu, Konya 1985; Konya Bölge Yazma Eserler Katalogu, Konya 1985; Mesnevî’de İslâmın Esasları, Konya 1990 (müşterek); Türk Tarihi İçinde Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Konya 2001; Kültür, San’at ve Medeniyetimizde Ahilik, Ankara 2001 (müşterek).