Teknoloji gelişti, şehirler büyüdü, hayat hızlandı… Ama insanın içindeki o büyük savaş hiç bitmedi. Adalet sözlerden taştı ama bir türlü hayata sığmadı; cesaret yüreklerde saklandı, bilgi ise kalabalığın gürültüsünde kayboldu. Bazen insanlarla savaşıyoruz sanıyoruz; oysa asıl devler içimizde: korkularımız, suskunluklarımız ve bilmediklerimiz… Ve her sabah yeniden soruyoruz kendimize: “Gerçekten neyle savaşıyoruz?”
“Üç devle savaşıyoruz sevgili Sancho!
Adaletsizlik, korku ve cehalet…”
Don Kişot’un yüzyıllar öncesinden yankılanan bu sözü, bugün hâlâ kulağımızda çınlıyor.
Değişen sadece zaman, ama devler hâlâ karşımızda. Eskiden yel değirmenleriydi düşman, şimdi ekranların ardına saklanmış sistemler, suskunluklar, kayıtsızlıklar… Adaletsizlik artık sadece mahkeme salonlarında değil, hayatın her yerinde. Bir işe alımda, bir sınavda, bir paylaşımda, bir selamın eksikliğinde bile hissediyoruz onu. Kimi çok çalışsa da sesini duyuramıyor, kimi hiç emek vermeden en önde yürüyor. Ve bazen susuyoruz... çünkü “ne değişecek ki” diyoruz. Oysa tam da o sessizlik büyütüyor adaletsizliği. Adalet sadece mahkeme kararlarında değil, bir insanın vicdanında başlar oysa. Bir çocuğun hakkını yememekte, bir çalışanın emeğini sömürmemekte, bir dostun sırrına ihanet etmemekte gizlidir. Adalet bazen bir bakıştır, bazen bir “haklısın” demektir. Ama biz çoğu zaman haksızlığa tanık olurken sessiz kalmayı tercih ediyoruz, çünkü sessizlik daha az yoruyor. Fakat unuturuz; adaletin olmadığı yerde huzur uzun süre barınmaz. Korku da başka bir dev oldu artık. İnsanlar düşüncelerini dile getirmekten korkuyor, yanlış anlaşılmaktan korkuyor, hatta bazen doğru olmaktan bile korkuyor. Korku, zincir gibi dolanıyor boynumuza; “ya dışlanırsam, ya beğenilmezsem, ya kaybedersem” diye. Halbuki kaybetmemek için sustukça, asıl kaybın içinde yaşıyoruz. Korkunun en sinsi hâli, bizi sıradanlaştırmasıdır. Bir zamanlar hayalleri olan insanlar, korkularının gölgesinde sıradanlaşır, içindeki ateşi söndürür. Oysa cesaret, korkunun yokluğu değil; korkuya rağmen yürüyebilmektir. Bir çocuk okulda haksızlığa uğradığında konuşuyorsa, Bir kadın haksızlığa karşı çıkabiliyorsa, Bir genç, kalabalığın tersine bir söz söyleyebiliyorsa… İşte orada korku biraz daha geri çekilir. Ve cehalet… belki de en tehlikeli dev o. Bilgi çağındayız derken, aslında çoğu zaman “bilgi kirliliği” çağında yaşıyoruz. Okumadan inanıyoruz, sorgulamadan paylaşıyoruz, anlamadan hüküm veriyoruz. Cehalet artık kitap okumamakla sınırlı değil; düşünmemekle, sormamakla, fark etmemekle büyüyor. Bir ekran kaydırıyoruz ve her şeyin uzmanı kesiliyoruz. Yalanı gerçekte ayırt etmek zor geliyor, çünkü zahmetli olanı seçmiyoruz. Oysa gerçek bilgi, merakla başlar. Bir soruyla, bir satırla, bir sessizlikteki düşünmeyle… Cehalet, insana önce kolaylık sunar; “uğraşma, inan gitsin” der. Ama o kolaylık, yavaş yavaş aklımızı, yüreğimizi ve vicdanımızı uyuşturur. Ama Don Kişot’un atı Rocinante hâlâ bir yerlerde kişniyor aslında. Bir öğretmen öğrencisinin gözlerindeki ışığı görünce, Bir genç haksızlığa rağmen “doğru olanı” seçince, Bir insan korkusuna rağmen “hayır” diyebildiğinde… O devler biraz daha küçülüyor. Her yeni sabah, birilerinin yüreğinde o eski deliliğin yankısı duyuluyor: “Dünyayı değiştiremeyebilirim ama doğru bildiğim yoldan da dönmem.” Belki hepimiz kendi küçük savaşlarımızı veriyoruz. Kimi sessizce adalet için uğraşıyor, Kimi korkularını aşmaya çalışıyor, Kimi bilgisizliğin karanlığında bir mum yakıyor. Belki hepimiz birer Don Kişot’uz farkında olmadan. Kimi sosyal medyada bir kelimeyle direniyor, Kimi öğrencisine umut aşılıyor, Kimi yaşadığı haksızlığa rağmen iyi kalmayı seçiyor. Bu çağın yel değirmenleri belki ekranlardan, belki sandalyelerdeki sessizlikten kurulmuş ama hâlâ bir yerlerde yürekli insanlar var. Evet Sancho, hâlâ devlerle savaşıyoruz. Ama belki de bu savaşın güzelliği, devlerin hiç bitmemesinde değil; Bizim her sabah yeniden kılıcımızı kuşanıp “bugün de deneyeceğim” diyebilmemizde. Çünkü insanın onuru, kazandığı zaferlerde değil; Kaybetse bile doğru bildiği yolda yürümeye devam etmesindedir. Ve belki de bütün hikâyenin özeti budur: Dünya dönmeye devam ettikçe, Don Kişot’lar da bitmeyecek.