Bugün siyasetten, karamsarlıktan, gerginlikten uzak durup, gücümün yettiği, kadar, okuduğumuz kitaplardan öğrendiğimiz bilgiler ışığında Kırşehir’in tarihten ve Ahilikten gelen dokusuna değinmek istiyorum.
Kırşehir buram, buram tarih kokan kültür şehri olup, 1200’lü yıllarda Moğolların işgaline uğramış, yakılıp, yıkılıp yerle bir edilmiştir. Moğolların zulmü yetmediği gibi 1954 yılında Adnan Menderes tarafından ayrı bir zulme uğrayarak ilçe yapılarak çok ağır bir darbe indirilmiştir. Halen de siyasetçilerin zulmüne uğramaya devam etmektedir.
Tarihine baktığımızda Kırşehir âlimlerin, ilim ve bilim adamlarının, Türkçülüğün öncülerinin ve İslam Ulemalarının yaşadığı şehir olup, Ahilik teşkilatını ve Osmanlı Devletini kuran, Türkçe’nin ve Türk Dilinin başkenti olan şehirdir.
Atalarımız yurt ve obalarını daima akarsu kenarına kurduklarından çok eski tarihlerde Orta Asya’dan gelen Türkmenlerde ortasında kılıç özü çayının geçtiği Kırşehir’e gelerek yurt edindikleri kurdukları Türk ve İslam Şehridir.
Türkmen dervişler Orta Asya’dan gelirken yanlarında getirdikleri gül tohumlarını her evin bahçesine ekmişlerdi. Ekilen bu güller Kırşehir’e ayrı bir güzellik katmakla birlikte ihtiyacı olan bu güllerden reçel, gül şurubu, gül suyu ve gül esansı yapmaktaydılar. Gül adeta şehirde yaşayanların geçim kaynağı haline gelmişti. Gülün çok olmasından dolayı o günlerde Gülşehir denmişti.
Şehir sayısız camii, mescit ve diğer yapılarıyla, gül ve meyve bahçeleriyle, çeşmeleriyle, bol sularıyla, temizliğiyle Türk ve İslam kokmaktaydı. Şehrin surları içerisinde demircilerin, dericilerin, bıçakçıların, bakırcıların, zahirecilerin ayrı ayrı çarşıları olup, çok canlı bir ticaret vardı. Şehrin dışında bulunan çok verimli tarlalar, meyve ve sebze bahçeleri, o zaman ki adıyla Gülşehir’e ayrı bir güzellik katmaktaydı.
Surların dışında sıcak suyun çıktığı alanda çevredeki köylerden gelenlerin mallarını sattığı, ihtiyaçlarını karşıladığı bir Pazar kurulmaktaydı. Ahi yiğitlerinin denetiminde olan pazarda eksik tartılı ve ölçülü mal satılamazdı. Satanlar tespit edildiğinde ticaretten men edilirlerdi.
O zamanlar “ŞAR” denilen sonradan Gülşehir olan Kırşehir’de her köyde ahilerin bir zaviyesi olup, bu zaviyelerde akşamdan sabaha kadar yanan konuk ışığı bulunurdu. Bu ışığın akşamdan sabaha kadar yanmasının amacı köye yaklaşmakta olan konuğun konaklayacağı ahi zaviyesini kolay bulması içindi. Bu zaviye ve dergâhlarda ayrıca konukların yanlarında getirdiği hayvanların barınması için de ahır bulunurdu.
Köylerdeki zaviye ve dergâhlarda köyün gençlerine dini eğitim, okuma yazma eğitimi, Türkçe eğitimi, silah eğitimi verilirdi. Her dergâh ve zaviyede bir ahi dervişi ve yardımcısı bulunurdu.
İlk yıllarında etrafı surlarla çevrili “ŞAR” denilen ve zamanla adı Gülşehir olan Kırşehir içerisinde sayısız cami, mescit, hamam, medrese, tekke, han kâh ve zaviyelerden oluşmuş bir şehirdi. Ortasından geçen Kılıçözü Çayı başta insanlar olmak üzere canlılara hayat vererek akmaktaydı. “ŞAR’IN” her tarafını kaplayan gül bahçeleri cennetten bir köşeyi andırmakta ayrıca gülle birlikte reyhan ve ıhlamur kokuları insanın başını döndürecek güzellikteydi.
“ŞAR’A” her köşe başında gürül, gürül akan iki veya üç lüleli çeşmeleri hayat vermekteydi. Şehrin ortasından geçerek kuzeyden, güneye kıvrılarak akan kılıç özü çayı şehrin can damarıydı.
Güllerin, reyhanların, ıhlamurun dışında meyve ağaçları, üzüm bağları, sık dikilmiş çeşitli ağaçları ayrı bir güzellik vermekteydi. Görenler imrenerek bakarlardı Kırşehir’e.
Kervansaray dağlarından esen rüzgârlar şehrin havasına ayrı bir güzellik katmaktaydı.
Şehrin güneyi verimli ve sulak buğday tarlalarıyla çevrili olup, her türlü nohut, mercimek, fasulye ekimi yapılırdı. Kırşehir bölgenin zenginlik kaynağıydı. Şehirde ticaret, zanaat ve üretim çok yüksekti. Ahiler şehrin ve Selçuklu Devletinin en önemli kuruluşuydular. Ahi Evran’da kılıç özü çayının hemen yanında bulunan dergâhında yaşamakta, çevresinde bulunan şeyhler, dervişler ve Türkmenler arasında çok sevilen hatırlı bir insandı. Ahi Evran’ın geleceği şekillendirecek bilgi ve beceriye sahip olduğu o günlerden belliydi.
Kırşehir’de yaşayan halk Türk ve Müslüman olup, akıcı Türkçe konuşurlardı. Kırşehir adeta Türklüğün ve Türkçe’nin cazibe merkeziydi. Yüzlerce yıl bütün esnaflar Kırşehir’e bağlı olarak iş yaparlar Kırşehir dışında bulunan Ahi Şeyhleri icazetleri Kırşehir’de bulunan Pirleri Ahi Evran’dan alırlardı.
Kırşehir’de Konya kapısı, Kayseri kapısı Engürü (Ankara) kapısı, Tokat kapısı gibi girip, çıkılan dört kapı mevcuttu. Doğudan gelenler İnaç Köyündeki Ahi tekkesinde, Konya tarafından gelenler kesik köprü kervansarayında, batıdan Ankara (Engürü) kapısından gelenler Karalar Ahi Zaviyesinde, kuzeyden gelenler ise Kızılköy’de bulunan Ahi Zaviyesinde konaklamaktaydılar.
Şehrin batısında bahçesi Kılıçözü Çayına bitişik olan Ahi Evran’ın oturduğu, eğitim, verdiği, konukların yemek yediği misafirlerin ağırlandığı hankah bulunmaktaydı, gençlerin, kalfaların, çırakların bulunduğu odalar vardı. Bu odalarda meslek eğitimi, müzik eğitimi, şiir, tarih, yazma dersleri verilmekte olup, eğitim dili Türkçe'ydi.
Şeyh Süleyman Türkmani’nin tekkesi şehrin doğu tarafında, Şeyh Muhammed Hacı Bektaş’ın tekkesi Konya kapısında, Kayı Şeyhi’nin tekkesi şehrin batısında Kılıçözü Çayına bitişikti. Ayrıca Kırşehir’de Şeyh Şemsettin, Şeyh Edebalı, Geyikli Baba, Abdal Musa ve Saru Saltuk’ gibi ahilerin zaviyeleri vardı.
Bunların dışında Ahi Evran’ın çok güvendiği Muhlis Paşa, Şeyh Kalender Baba, Hacip Ahi Kara Hamza, Yiğit Başı Ahi Hasan gibi ahiler ve dervişlerde vardır.
İşte bu ahiler ve dervişler Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra insanların güvenebileceği, özgürce yaşayabileceği dili Türkçe olan bir devletin kurulması için Kırşehir’de karar aldılar ve Osmanlı Devleti’nin kurulmasını sağladılar. Bu sırada Kırşehir’de bulunan bazı Şeyhler’de bu surette etkili olabilmek için Ahi Evran’ın talimatlarıyla Kırşehir’den ayrılarak ülkemizin batısına gitmişler Osmanlı devletinin kurulmasını sağlamışlar ve sonra bu devletin gelişerek imparatorluk haline gelmesinde büyük gayret göstermişlerdir.
Öyle okumadan âlim, yazmadan kâtip olan birilerin dediği gibi Şeyhler “Kırşehir’den bu şehirden bir şey olmaz2 diyerek gitmemişler, aksine devlet kurmak için görevleri icabı gitmişlerdir.
İşte sadece Türkiye değil dünya tarihinde önemli rol oynayan imparatorluk kuran Kırşehir’de şu an yaşayanların büyük çoğunluğu maalesef Kırşehir’in tarihinden ve kültüründen habersizler. O nedenle bu satırlarda köşe yazısı dışına çıkarak bazı bilgileri yazıyoruz ki en azından yazımızı okuyanlarda bir iz kalsın.
Buraya kadar özellikle 1200’lü yıllara giderek Kırşehir’in çok eski tarihinden bahsettik.
Sadece Kırşehir değil, tüm şehirler geçmişiyle gurur duyar ve geçmişe kendisiyle özdeşlemiş değerlerinin isimlerini mahalle, sokak ve caddelere verirler ama nedense bizim Kırşehir’de Ahi Evran, Aşıkpaşa, Cacabey dışında diğer değerlerimize pek önem vermiyoruz. O nedenle buradan ilgililere seslenerek Ahi Evran’ın yanında yer almış Osmanlı Devletinin kurulmasında önemli görevler üstlenmiş; Şeyh Şemsettin, Şeyh Edebali, Geyikli Baba, Abdal Musa ve Saru Saltuk, Muhlis Paşa, Şeyh Kalender Baba, Hacip, Ahi Kara Hamza, Yiğit Başı Ahi Hasan, Şeyh Ömer, Baba İlyas, Dursun Fakıh gibi daha nice değerlerimizin isimlerinin Şehitlerimiz 'de olduğu gibi cadde ve sokak isimlerine verilmeleri çok yerinde olacağı gibi Kırşehir’in tam bir tarih ve kültür şehri olduğunun göstermesi açısından önemlidir.
Ayrıca Kayabaşı Mahallesinin adının Kayı Şeyhi Mahallesi olarak değiştirilmesi ve daha öncede birkaç kez gündeme getirmiş olduğum bu konuda gerekenin yapılması için Sayın Valimiz Hüdayar Mete Buhara ve Sayın Belediye Başkanımız Selahattin Ekicioğlu’ndan atılımlar bekliyorum.