Bundan tam 102 yıl önce M. Kemal Atatürk; 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya'da toplanan Hükümet üyelerine bakıp,
“Efendiler, yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz! Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyet'tir.” dediğinde, aslında ülkenin durumu hiç de iç açıcı değildi.
Ülke, I. ve II. Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, yokluk, yoksulluk, hastalık, borç ve savaşlardan bitap düşmüş bir halkla karşı karşıyaydı.
O günkü durumu araştırmacı yazarlardan alıntılarla aktarmak istiyorum.
ÜLKENİN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU
28 Ekim 1923 günü ülkenin nüfusu 13 milyondu, 11 milyonu köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 37 bininde okul yoktu.
Hastalıklar bütün ülkeyi kırıp geçiriyordu. Beş bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar, insanlar kırılıyordu.
Bir milyon kişi frengiydi, iki milyon kişi sıtmaydı, üç milyon kişi trahomluydu. Verem, tifüs, tifo salgını vardı.
Dünyaya gelen her iki bebekten biri, her beş anneden biri ölüyordu. Ortalama ömür 40'tı.
Memlekette sadece 337 doktor, 8’i Türk olan 60 eczacı, 4 hemşire, 136 ebe vardı.
ÜLKENİN EKONOMİK DURUMU
Yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bin, komple kül edilmiş köy sayısı binin üzerindeydi.
Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu, kiremit bile yoktu. Limanlar, madenler ve demiryollarının bir metresi bile bize ait değildi.
Toplam sermayenin sadece yüzde 15'i Türk'tü. Osmanlı'dan ayakta kala kala dört fabrika kalmıştı: Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri.
“Sanayi” denilen işletmelerin yüzde 96'sında motor yoktu. 10'dan fazla işçi çalıştıran sadece 280 işyeri vardı. Bunların da 250'si yabancılarındı.
Kişi başına millî gelir 45 dolardı.
Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus'ta vardı, toplam elektrik üretimi sadece 50 kilovatsaatti.
Dört mevsim kullanılabilen karayolu yoktu. Otomobil sayısı sadece bin 490'dı. Sadece dört şehirde özel otomobil vardı.
Traktör ve biçerdöver sayısı sıfırdı. Ayçiçeği ve şeker üretimi yoktu.
Ekmeklik un ve pirinç ithaldi. Bütün memlekette sadece beş bin hektar alan sulanabiliyordu.
Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlık ölçümüz dünyaya ayak uyduruyordu ne uzunluk ölçümüz. Ölçülerimiz Ortaçağ'a aitti.
EĞİTİMİN DURUMU
Kimisi 'alaturka saat'i kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu. Kimisi 'zevalli saat'i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu.
Kimisi Hicri, kimisi Rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin Şubat'ı diğerinin Aralık'ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama farklı aylarda yaşıyordu.
600 sene boyunca Arapça-Farsça harmanlamasına Osmanlıca denilmişti. Fransızca-İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti.
Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapça'yla Türkçe yazmaya çalışılıyordu.
Bu topraklara kitap gelene kadar, Avrupa'da 2,5 milyon farklı kitap basılmıştı, beş milyar adet satılmıştı.
Gazete sadece İstanbul ve İzmir'de vardı.
Erkeklerin sadece yüzde yedisi, kadınların sadece binde dördü okuma yazma biliyordu. Okur-yazar erkeklerin ezici çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi.
Okul yaşı gelen her dört çocuğumuzdan üçü okula gitmiyordu. Toplam 4 bin 894 ilkokul, sadece 72 ortaokul, sadece 23 lise vardı. Türkiye'nin tüm liselerinde çoğu gayrimüslim olan sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı.
Öğretmenlerin üçte birinin öğretmenlik eğitimi yoktu. Bütün memlekette tek üniversite vardı, Darülfünun, medreseden halliceydi. Medreselerde Türkçe yasaktı. (Y. Özdil)
ÜLKENİN DIŞ BORÇLARI
1914 yılında savaş patlak verdiğinde Osmanlı Devleti’nin dış borcu kısa vadeli borçlar hariç 156,4 milyon Osmanlı Lirası’ydı (142 milyon sterlin).
Dış borçlar, Osmanlı Devleti çöktükten sonra, Türkiye’nin payına düşen 107,5 milyon altın Osmanlı Lirası (87 milyon sterlin) tutarındaki borcun ödenmesi için Düyun-u Umumiye İdaresi ile 13 Haziran 1928 tarihinde Paris’te bir anlaşma imzalanmıştı.
Türkiye Düyun-u Umumiye'ye olan borcunun son taksitini, ilk dış borcun alınmasından tam bir yüzyıl sonra, 25 Mayıs 1954'te bitirebilmişti. (Sinan Meydan)
KADININ DURUMU
Cumhuriyet öncesinde kadın, neredeyse insan değildi. Eşit eğitim hakkı yoktu, meslek edinme hakkı yoktu, boşanma hakkı yoktu, velayet hakkı yoktu, kendisine miras kalan mallar üzerinde bile tasarruf hakkı yoktu, seçme hakkı yoktu, seçilme hakkı yoktu, doğum izni yoktu, çalışma hayatında eşit hakkı yoktu, eşit işe eşit ücret hakkı yoktu, kürtaj hakkı yoktu, gebeliği önleme hakkı yoktu, kızlık soyadını kullanma hakkı yoktu. Üzerinde mülk yoksa nüfus kâğıdı bile yoktu. (Y. Özdil)
CUMHURİYETTE YURTTAŞ
Evet, ülkede bu vahim tabloya rağmen M. Kemal ve arkadaşları, 28 Ekim gecesi Çankaya'da toplandı ve Atatürk bakanlara dönerek; “Efendiler, yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz! Türkiye Devleti'nin hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır.” dedi.
...
Cumhuriyetle birlikte, insanlar, ilk kez otoritenin kulu olmaktan çıktı, anayasal güvenceleri olan yurttaş olabildi.
Cumhuriyetle birlikte, artık tüm ülke halkı "kendi kaderini üstün ailesinden aldığını iddia eden otoritelere bırakmayan, yönetimi, oyu ile seçen, yani toplumu yönetme hakkını bir zümreden alıp, topluma veren, ortaya sandığı kurup, seçme seçilme hakkını kullanan" bir anayasal yurttaş oldu.
Kadınlar, cumhuriyetle birlikte özgürleşti. Artık mahkeme karşısında, miras hukukunda, okumada, çalışma hayatında, seçme ve seçilme hakkında, yarım insan olmaktan kurtuldu. Toplumun eşit bir bireyi olarak temsil edilmeye başladı.
Ve 29 Ekim bayram ilan edildi.
Bu bayram, kralların/padişahların 'malı' olmaktan kurtulup, kendini devletin 'yurttaş'ı olarak tanımlayanların ve yarım insan olmaktan kurtulan başta kadınlar olmak üzere tüm yurttaş olanların bayramıdır.
Kutlu ve daim olsun...