TOP­LUM­SAL HAS­TA­LI­ĞI­MIZ ŞİDDET

Bir dav­ra­nış bi­çi­mi top­lum­da ta­raf­tar bu­la­maz­sa za­man­la yok olur gider. Top­lum da sem­pa­ti ile kar­şı­la­nan dav­ra­nış­lar­sa de­vam­lı­lık gös­te­rir.
Be­lir­le­yi­ci olan bi­rey­ler değil top­lum­dur. Top­lum so­yut­tur, ger­çek olan tek tek bi­rey­ler­dir. Bu ne­den­le so­run­la­rın kay­na­ğı yine bi­rey­ler­dir. 30’dan fazla in­sa­nı­mı­zın ölü­mü­ne can ve mal ka­yıp­la­rı­na neden olan son şid­det olay­la­rı­nın se­bep­le­ri­ni de top­lum­sal ya­pı­mız­da ara­mak ge­re­kir. Doğal olay­lar gibi sos­yal olay­lar­da ken­di­li­ğin­den oluş­maz, top­lum­sal olay­la­rı oluş­tu­ran ko­şul­lar var­dır.
Ser­dar Tur­gut Ha­ber­türk ga­ze­te­sin­de­ki kö­şe­sin­de son şid­det olay­la­rı­nı şöyle de­ğer­len­di­ri­yor:
“Ya­şa­dı­ğı­mız şid­det olay­la­rı ik­ti­da­rın kont­ro­lü elin­den ka­çır­dı­ğı­nı gös­te­ri­yor. Son de­re­ce has­sas bir den­ge­de olan Kürt me­se­le­si de Ko­ba­ni ne­de­niy­le ek­le­nin­ce -as­lın­da böl­ge­sel se­kü­ler tek güç olan Kürt­ler de dev­re­ye girip hem böl­ge­sel hem de yerel ra­di­kal din­sel­leş­me­nin tep­ki­si­ni te­tik­le­yin­ce-, ik­ti­dar so­ru­nun al­tın­da ezil­me­ye baş­la­dı. Çünkü kendi te­tik­le­miş ol­du­ğu din­sel­leş­me kı­sır­dön­gü­sü, onun bu du­rum­dan ko­lay­ca çık­ma­sı­na izin ver­mi­yor. Tür­ki­ye’nin böl­ge­sel bir güç ola­bil­me­si­nin tek ko­şu­lu, böl­ge­de­ki din­sel­leş­me sü­reç­le­ri­ne karşı mo­dern bir al­ter­na­tif su­na­bil­me­si­ne bağ­lıy­dı. Tür­ki­ye bunu ancak böl­ge­de mo­dern, de­mok­ra­tik, öz­gür­lük­çü ve dev­le­tin­de se­kü­ler ola­bi­len bir Müs­lü­man­lık­la ba­şa­ra­bi­lir­di. İkti­da­rı­nın ilk yıl­la­rın­da din­sel­leş­me sü­re­ci­ni baş­la­tır­ken bir yan­dan da Av­ru­pa Bir­li­ği üye­li­ği­ne ön­ce­lik veren ik­ti­dar, bu yola gir­miş gi­biy­di ve Tür­ki­ye’nin böl­ge­yi kont­rol al­tın­da tutan böl­ge­sel bir güç ha­li­ne olma fan­te­zi­si ül­ke­mi­zi dı­şa­rı­da önem­li prob­lem­le­re yol açtı. Üs­te­lik bu fan­te­zi­si, Tür­ki­ye için­de ya­şa­nan her dü­zey­de­ki hızlı din­sel­leş­mey­le eş­za­man­lı or­ta­ya çı­kın­ca or­ta­ya kont­rol edil­me­si im­kân­sız bir süreç çı­kar­mış­tır. 
Tür­ki­ye’de ik­ti­da­rın özgür bı­rak­tı­ğı uzun za­man­dır baskı al­tın­da ol­du­ğun­dan özgür kal­dı­ğın­da hı­zı­nı ayar­la­ya­ma­yan ve aşı­rı­ya kaçma eği­lim­le­ri gös­te­ren her dü­zey­de­ki aşırı din­sel­leş­me ge­le­cek­te her ül­ke­de ol­du­ğu gibi so­run­lar ya­ra­ta­cak­tır. Böl­ge­sel güç olma fan­te­zi­si, bu ülke için­de­ki aşırı din­sel­leş­mey­le bir arada or­ta­ya çık­tı­ğın­dan bunun böl­ge­de bir­çok tep­ki­ye, Tür­ki­ye’ye karşı düş­man olan tep­ki­le­re yol aç­ma­sı ka­çı­nıl­maz­dı. Bugün yö­ne­tim kont­ro­lü elin­den ka­çır­mış­tır; çünkü böl­ge­de Tür­ki­ye’ye karşı olu­şan tep­ki­yi zaten kont­rol al­tın­da tut­ma­sı im­kân­sız­dı. Ama ko­lay­lık­la kont­rol al­tın­da tu­ta­bi­le­ce­ği­ni san­dı­ğı ülke içi din­sel­leş­me sü­re­ci de ik­ti­da­rın kont­ro­lün­den çık­mış gö­rün­mek­te­dir. İkti­dar, uzun yıl­lar­dır baskı al­tın­da tutma uy­gu­la­ma­la­rı­na tepki ola­rak ve hal­kın ter­cih­le­ri­ne saygı söy­le­miy­le her türlü din­sel­leş­me sü­re­ci­ni des­tek­le­di, hatta te­tik­le­di. Ancak sı­ra­dan in­san­la­rın bu din­sel­leş­me­yi ya­şa­yış bi­çi­mi ile dünya ça­pın­da dün­ya­nın ve Tür­ki­ye’nin ger­çek­le­riy­le ya­şa­mak zo­run­da olan si­ya­si ik­ti­da­rın bu aynı din­sel­leş­me sü­re­ci­ni ya­şa­yış bi­çi­mi fark­lıy­dı. Sı­ra­dan in­san­la­rın din­sel­leş­me­yi ya­şa­yış bi­çi­mi hızla ra­di­kal­leş­me eği­li­mi gös­ter­me­ye baş­lar­ken, bu böl­ge­sel din­sel­leş­me­nin ra­di­kal­leş­me­siy­le ça­kış­tı ve Tür­ki­ye’deki ik­ti­dar başta hiç bek­le­me­di­ği teh­li­ke­li bir du­rum­la karşı kar­şı­ya kaldı. Tür­ki­ye as­lın­da böl­ge­de de güç ola­bil­me­si­nin tek ko­şu­lu­nun, böl­ge­ye al­ter­na­tif bir din­sel­leş­me mo­de­li su­na­bil­me­si­ne bağlı ol­du­ğu­nu bi­li­yor ve ik­ti­dar da oyu­nu­nu buna göre oy­nu­yor­du. Ama ma­ale­sef hem içe­ri­de­ki hem de böl­ge­de­ki din­sel­leş­me sü­re­cin­de­ki ra­di­kal­leş­me, ik­ti­da­rı da aşıp rüz­gâ­rı­na ala­rak sa­vur­ma­ya baş­la­dı.’’
Ser­dar Tur­gut gibi fark­lı de­ğer­len­dir­me­ler ola­bi­lir. Her insan bilgi bi­ri­ki­mi­ne göre fark­lı de­ğer­len­dir­me ya­pa­bi­lir.
Ger­çek olan ül­ke­miz de her alan­da şid­de­te sıkça baş­vu­rul­ma­sı­dır. Şid­det olay­la­rı­nı her akşam te­le­viz­yon­lar da dizi izler gibi iz­li­yor, ga­ze­te­ler de oku­yo­ruz.
Kot pan­to­lon­la beden eği­ti­mi der­si­ne alın­ma­yan kızın da­yı­sı, öğ­ret­me­ni öl­dü­re­si­ye döv­müş­tü. Bunu ga­ze­te­ler­de oku­duk, te­le­viz­yon­lar­da iz­le­dik.
Şid­det, aza­la­ca­ğı yerde ar­tı­yor. Artık has­ta­lar da dok­tor­la­rı­na şid­det uy­gu­lu­yor. Bu­nun­la il­gi­li her gün yeni bir haber oku­yo­ruz. Hasta hak­la­rı, hasta hak­la­rı diye diye dok­to­ru döv­me­nin de bir hak ol­du­ğu­nu san­dı­lar. Dok­tor, so­nun­da bir in­san­dır. O da has­ta­la­nır, o da ölür. Ne has­ta­lı­ğı ne de ölümü yok ede­bi­lir. Ama 17 ya­şın­da­ki Ga­zi­an­tep­li bir gen­cin “De­de­min ölü­mü­nü nü­fu­sa bil­dir­din” diye bir dok­to­ru öl­dür­me­si, dok­tor­la­ra şid­de­ti baş­lat­tı.
Ölümü nü­fu­sa bil­dir­mek, dok­to­run bir gö­re­vi değil. Cahil çocuk, bunu da bil­mi­yor. Ölen her hasta oto­ma­tik ola­rak nü­fu­sa bil­di­ri­lir. De­de­si­nin ma­aşı­nın ke­sil­di­ği­ni gören çocuk, çıl­gı­na dö­nü­yor ve gidip dok­to­ru öl­dü­rü­yor.
Bir eser yap­mak için ala­nın­da uzman olmak ge­re­kir. Oysa hiç­bir vasfı ol­ma­yan insan yı­ka­bi­lir. Ör­ne­ğin bir ban­ka­ma­ti­ği yap­mak için ni­te­lik­li, do­na­nım­lı in­san­lar ge­re­kir. Fakat yık­mak için her­han­gi bir özel­li­ğe gerek yok­tur.
Şid­de­ti ya­pan­lar kadar, onay­la­yan­lar da suç­lu­dur.
Neden şid­de­te baş­vu­ru­yor­lar, an­la­mak güç…
Bir ge­ce­de on­lar­ca araba ya­kı­lı­yor. O ara­ba­la­rı almak için in­san­lar on­lar­ca yıl ça­lı­şı­yor. Yı­kan­lar da böyle bir dü­şün­ce yok. Kendi üret­tik­le­ri te­sis­ler böyle yı­kıl­sa ba­şın­da otu­rup nasıl ağ­lar­lar…
Kül­tü­rü­müz­de şid­det var­dır. Trab­zon’un Arak­lı il­çe­sin­de 9 ya­şın­da­ki kız ço­cu­ğu­nu döven bir ba­ba­yı te­le­viz­yon­lar­da iz­le­dik. Bir baba, ev­la­dı­nı bu şe­kil­de nasıl dö­ve­bi­lir? Bu şid­det, o anda or­ta­ya çık­mış bir durum değil, kül­tü­rel bi­ri­ki­min ürü­nü­dür.
Ço­cuk­la­rı­nın iyi­li­ği için kı­zı­nı, oğ­lu­nu döven ana-ba­ba öğ­ren­ci­si­ni döven öğ­ret­men aynı kül­tü­rün ürü­nü­dür.
Ge­le­nek­sel kül­tü­rü­müz­de şid­de­ti bir yön­tem ola­rak gös­te­ren pek çok ata­sö­zü var:
“Kı­zı­nı döv­me­yen, di­zi­ni döver.”
“Eti senin, ke­mi­ği benim.”
“Dayak, cen­net­ten çıkma.”
“Eşek sudan ge­lin­ce­ye kadar döv­mek.”
“Ana­nın vur­du­ğu yerde gül biter.”
“Ka­dı­nın kar­nın­dan sı­pa­yı, sır­tın­dan so­pa­yı eksik et­me­ye­cek­sin.”
Bu ör­nek­ler­de gö­rül­dü­ğü gibi ata­la­rı­mız da şid­de­ti bir eği­tim aracı ola­rak kabul etmiş.
Ziya Paşa’nın şu di­ze­le­ri bu ko­nu­da çar­pı­cı örnek:
“Nush ile yola gel­me­ye­ni et­me­li tek­dir,
Tek­dir ile us­lan­ma­ya­nın hakkı kö­tek­tir.”
Bu di­ze­le­ri ders ki­tap­la­rı­mız­da ço­cuk­la­rı­mı­za oku­tu­yo­ruz.
Ço­cuk­la­rın ilk ve ger­çek öğ­ret­me­ni olan an­ne­le­ri­miz, ço­cu­ğu­nu so­ka­ğa oyun oy­na­ma­ya gön­de­rir­ken üç aşağı beş yu­ka­rı şu uya­rı­lar­da bu­lu­nur:
“Gö­zü­nü aç, pı­sı­rık olma, hak­kı­nı ara, dö­vül­me döv vb.”
Bun­la­rı duyan çocuk, şid­de­te ko­şul­lan­mış bir şe­kil­de so­ka­ğa çıkar.
Psi­ko­log­la­ra göre, şid­de­tin en önem­li ne­de­ni top­lum­sal ko­şul­lan­ma­lar­dır.
Şid­det, bir an­lam­da top­lum­da gör­dük­le­ri­mi­zin tak­li­din­den başka bir şey de­ğil­dir. An­ne­si ta­ra­fın­dan dö­vü­len bir çocuk, bü­yü­dü­ğü zaman doğal ola­rak kendi ço­cu­ğu­nu dö­ve­cek­tir.
Son yıl­lar­da bu şid­de­tin ya­nı­na tüm dün­ya­da ol­du­ğu gibi etnik şid­det de ek­len­di. Top­lum ola­rak şid­det­ti se­vi­yo­ruz.
İngi­liz fi­lo­zof ve si­ya­set bi­lim­ci Orwel’e göre; etnik şid­de­tin ne­de­ni, bi­rey­le­rin aşa­ğı­lan­ma­sı, kü­çüm­sen­me­si ya da ra­kip­le­ri­nin övül­me­si­dir. Or­well, bunun so­nun­da etnik gru­bu­nun güç ve say­gın­lık ka­zan­mak için şid­de­te baş­vur­du­ğu­nu sa­vu­nur.
Şid­det, psi­ko­log­la­rın, top­lum bi­lim­ci­le­rin ıs­rar­la üze­rin­de dur­du­ğu bir ko­nu­dur.
Freud’a göre, birey do­ğa­sı ge­re­ği güçlü önder ta­ra­fın­dan yö­ne­til­mek ve güçlü grup­lar içe­ri­sin­de bu­lun­mak ister.
Freud, in­sa­nın do­ğa­sın­da bu­lu­nan iki temel dür­tü­nün cin­sel­lik ve sal­dır­gan­lık ol­du­ğu­nu söy­ler.
Freud’a göre şid­det in­sa­nın do­ğa­sın­dan iç­gü­dü­sel ola­rak var­dır.
Çağ­daş psi­ko­lo­ji­nin ön­cü­le­rin­den ErichF­romm şid­de­ti üç ana gruba ayı­rır.
— Tep­ki­sel Şid­det: Bi­re­yin onu­ru­nu, öz­gür­lü­ğü­nü, ma­lı­nı ko­ru­mak için baş­vur­du­ğu şid­det­tir.
— Ödün­le­yi­ci Şid­det: Bi­re­yin güç­süz­lü­ğü­nü, za­yıf­lı­ğı­nı giz­le­mek için baş­vur­du­ğu şid­det­tir. Za­yıf­lık, kaygı ve ye­ter­siz­lik duy­gu­su bi­re­yi şid­de­te yö­nel­tir.
— İnsa­nın do­ğa­sın­da bu­lu­nan İlkel Şid­det: İlkel dü­zey­de­ki sal­dır­gan­lık ya da ölüm se­ver­lik şid­de­tin bir başka tü­rü­dür.
Ölüm­se­ler li­der­le­rin top­lum­da et­ki­li ol­ma­sı, bu tür li­der­le­rin in­san­la­rın bu ölüm sever özel­li­ğin­den kay­nak­la­nır.
Şid­det, in­sa­na bir par­ça­sı ol­du­ğu do­ğa­dan geç­miş­tir.
Şid­det, do­ğa­nın ken­di­sin­de var­dır.
Do­ğa­yı dik­kat­li bir şe­kil­de göz­le­di­ği­miz­de bunu açık­ça gö­re­bi­li­riz.
Dep­rem­ler, ka­sır­ga­lar, sel­ler, tu­fan­lar, ya­nar­dağ pat­la­ma­la­rı bun­lar­dan sa­de­ce ba­zı­la­rı­dır. Do­ğa­da­ki şid­det fi­lo­zof­la­rı da et­ki­le­miş­tir.
He­rak­le­itos göre, evren başı sonu ol­ma­yan bir güç­tür.
Ni­etzsc­he’ye göre, her in­sa­nın do­ğa­sın­dan güçlü olma is­te­ği var­dır. Bu ön­le­ne­mez bir dür­tü­dür.
Da­r­win’e göre, do­ğa­da sa­de­ce güçlü olan­lar var­lı­ğı­nı ya­şa­mı­nı devam et­tir­me­nin temel ko­şu­lu güçlü ol­mak­tır. Güç­süz­ler, hayat mü­ca­de­le­si­ni ve­re­mez, ne­sil­le­ri­ni devam et­ti­re­mez­ler.
Fi­lo­zof­la­ra göre, güçlü olmak, ya­şa­mın ön ko­şu­lu­dur.
Güçlü ol­ma­yan­lar do­ğa­da­ki şid­de­te karşı ko­ya­maz, yaşam mü­ca­de­le­si­ni devam et­ti­re­mez­ler.
Bu an­la­yı­şa göre, güçlü olmak, do­ğa­nın ol­maz­sa olmaz ko­şu­lu­dur.
Güç, şid­det do­ğa­nın özün­de var­dır.
Eği­ti­mi­miz mi ye­ter­siz, yö­ne­ti­ci­le­ri­miz mi ge­rek­li ön­le­mi al­mı­yor durum or­ta­da.
Bugün top­lu­mu­muz­da hemen hemen her alan­da şid­de­te baş­vu­ru­lur. Anne ço­cu­ğu­nu, öğ­ret­men öğ­ren­ci­si­ni eğit­mek için şid­de­te baş­vu­ru­yor.
Peki, anne ço­cu­ğu­nu, öğ­ret­men öğ­ren­ci­si­ni sev­mez mi?
El­bet­te sever.
Peki, neden şid­de­te baş­vu­ru­yor?
İşte bu iyi ni­yet­le ya­pı­lan şid­det­tir.
‘Şimdi bu­ra­da iyi ni­yet­le şid­de­ti nasıl bir arada tu­tu­yor­sun?’ di­ye­cek­si­niz.
Peki, anne ço­cu­ğu­nun dö­ver­ken kötü ola­bi­lir mi?
Onu iyi yola ge­tir­mek, eğit­mek ama­cın­dan başka ne tür bir niyet ola­bi­lir mi?
An­ne­nin bu­ra­da baş­vur­du­ğu yol yan­lış­tır. Çünkü ana-ba­ba­sın­dan onu gör­müş­tür. Ama ni­ye­ti iyi­dir. Bun­dan asla şüphe ede­me­yiz.​Fakat in­sa­nın dünya ile iliş­ki­si ana-ba­ba­sıy­la baş­lar.
Ana-ba­ba iliş­ki­si sı­ra­dan bir iliş­ki de­ğil­dir. Ge­le­cek­te­ki ki­şi­li­ği­mi­zi be­lir­le­yen temel fak­tör­dür.
Ana-ba­bay­la baş­la­yan bu şid­det, top­lum­sal ha­yat­ta prob­lem çözme aracı ola­rak kabul gör­dü­ğü müd­det­çe de ön­le­ne­mez. Eğer şid­det çözüm aracı ola­rak kabul gö­rür­se bi­rey­ler, kar­şı­laş­tı­ğı her ko­nu­da şid­de­te baş­vur­mak­tan çe­kin­mez.
Ço­cu­ğa şid­det,
Ka­dı­na şid­det,
Eği­tim­de şid­det,
Spor­da şid­det,
Dok­to­ra şid­det,
Gü­nü­müz­de şid­det ya­şa­mı­mı­zın bir par­ça­sı­dır.
Oysa şid­de­tin ol­du­ğu yerde acı, mut­suz­luk, ezil­me, sinme, korku, ka­bu­ğu­na çe­kil­me, umut­suz­luk var­dır.
Şid­det, top­lum­sal ya­şa­mı olum­suz et­ki­ler. Bu ne­den­le psi­ko­log­lar, şid­de­ti azalt­mak hatta yok etmek için ça­lış­ma­lar ya­pı­yor­lar.
İnsan da şid­de­te yol açan bu ener­ji­yi dost­lu­ğa, sev­gi­ye, sa­na­ta dö­nüş­tür­mek aile­li­le­re, psi­ko­log­la­ra ve eği­tim­ci­le­re düşen gö­rev­dir.
Şid­det, in­san­da bu­lu­nan ye­te­nek­le­ri kö­rel­tir hatta yok eder. Zi­hin­sel ya­ra­tı­cı­lı­ğı or­ta­dan kal­dı­rır, kor­kan çocuk ba­ğım­sız dü­şü­ne­mez, ze­kâ­sı­nı kul­la­na­maz, hayal ku­ra­maz.
Şid­det, in­san­ca de­ğer­le­rin en büyük  düş­ma­nı­dır.