TOPLU YAŞAMAK

Bundan 60-70 yıl önceleri nüfusumuzun çoğu köylerde yaşarlar, çiftçilik ve hayvancılık yaparlardı.

               Bu insanlarımızın evlerinde kalabalık bir nüfus olurdu. Bazen ayrı ayrı evlerde yaşarlar, bazen de yer darlığı sebebiyle bir arada kalırlardı.

               Nüfus çoğaldıkça tarım alanları parçalandı, aile bireylerine az toprak düştü. Dolayısıyla da hayvancılıkta azalmaya başladı. İşi azalan insanlarımız yeni yurtlar edinmeye, şehir ve kasabalara göç etmeye başladılar.

               Köylerde genellikle geniş avlulu, bahçeli evlerde ikamet edildiğinden gürültü edilse de kimse rahatsız olmazdı. Olmamasına sebepte yaşayan insanların birbiri ile akrabalık ve aile bağları vardı.

               Hepimiz köyden şehire gelmeye başladık. Geldik amma biRçok da sorun getirdik. Sadece köylerden gelen insanlarımız sorun yaratmıyordu. Şehir ve kasabada yaşayan insanlarımızda kendi düzenlerine alışmışlar apartman dairelerinde yaşıyorlardı.

               Köylü, şehirli, yerli, yabancı derken kat kat yükseklikteki evlere taşındık. Şimdi seyredelim curcunayı !!

               "Bir kimsenin edep sahibi olması, altın sahibi olmasından daha hayırlıdır."

               Dairelerde nasıl oturulacağının hiç bir eğitimini almayan bazı kişilerle doldu apartmanlar.

               Dairelerde bazı insanlar oldukça alçak gönüllü, hoş görülü, bazıları ise oldukça asabi ve kavgacı ! Hoş görülü olanlara herkesin saygısı elbette sonsuz. Ya sürekli kavga çıkaranlara, huzur bozanlara ne demeli ?

                Niçin güzel güzel yaşamıyoruz ? Kavga, gürültü, başkalarının hakkına tecavüz, binada kabadayılık yapmak da niye?

               "Güzellik, dilin altında gizlidir. Sükut, incelik,  edep ve zarafet insanı her gittiği yerde sultan yapar."

Kat Mülkiyeti Kanununu biliyor muyuz? Binalarımızda yönetici var mı? Yok... Herkes görevden kaçıyor. Kim binaya yönetici olur bu ortamda. Çünkü herkes kendini yönetici görüyor.

               Binanın ortak kısımları olan otomat parasının bölüşülmesi, kendi dairesinin dışında kalan kısımların yıpranan yerlerine yapılacak masraflara ortak olunması her daire sahibinin asli görevidir.

               Çatının kiremitleri kırılır, oluklar yıpranır, ortak yerlerin sıvaları dökülür. Bunları kim yapacak? Buralar bina sahiplerinin ortak malı değil mi?

               Merdivenlerde iniş çıkışlarda gürültülü bir şekilde çıkmak, yaşlı ve uykuda olan insanları rahatsız etmek, ders calışan çocukların huzurunu kaçırmak doğru bir şey midir?

               Toplu yaşanılan yerlerde insanları üzmeyin. Kırmayın. İnsan olduğunuzu unutmayın.

               "Üzülen taraf olduktan sonra, haklı olmanın pek bir anlamı kalmıyor."

               Her gün hadise çıkarıp, kabadayılık yapmak, yaşına ve nüfusuna güvenerek diğer komşularına korku salmak doğru bir şey midir?

Eğer bir insan kendi yaşadığı evde aile bireyleri ile mutluysa, başkaları ile derdi olmaz.

               Birbirlerinize sorunlarınızı, sıkıntılarınızı anlatın. Bu sorunları birlikte çözün. Kabadayılık yapmak, birilerinin yolunu kesmek, evleri basmanın sonucunun kodes olacağını hepimiz bilmeliyiz. Toplu yaşamada hukuka uygun davranma imkanı varken, hukuka aykırı haksızlığı seçmek doğru bir şey değildir.

                Mevlana der ki; "Dostluk illa, yan yana, diz dize olmak değildir. Asil can cana kalp kalbe olmaktır."

               İyi geçinmek, iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur.

                Hoş görülecek kusurlar vardır. Küçük çocukların bina içerisinde ağlaması veya oynaması. Yaşlıların merdivenden inip çıkarken tökezlemesi. Bir kimsenin yakının vefatında yüksek sesle ağlaması bunlar kusur olarak görülmez.

               Sözün özü; "İnsan insanın aynasıdır. Kişi kendisi nasılsa, karşısındaki insanı da öyle görür."

Paulo Coelho şöyle der: "Hiç bir insanın ömrü, başka bir insanın egosunu taşıyacak veya başkasının nazını, niyazını çekecek kadar uzun değildir."

               Öyleyse; toplu yaşadığımız yerlerde insanları rahatsız etmeyelim. Kaba