TARİKAT 1

İnsanlığın sürekli çılgınlık halinde yaşadığı her döneminde hiç kimsenin suçsuzluk ve masumiyetten muaf olduğunu düşünmüyorum. Bütün bir insanlık işlenen suçların faili veya ortağıdır. Kimi sessiz suskun kalarak, kimi fiilen katılarak suç işliyor. Aslında insanın doğal mayasında; belaya bulaşma, bela oluşturma, belayla yaşama, benliğinin üstünlük ayrıcalığını hedefleyen yaşama ulaşma isteği yatar. Ayrıcalıklı yaşadığı yalanını sefillere kabul ettirmek için özel bir uğraşıya da ihtiyacı yoktur. Ağzı açık, ayran budalası misali ortalıkta dolaşırken de işlediği suçun farkında olmadan tabiri mazur görün; salak salak dolaşır ortalarda. Kendisini bir halt, ölümsüz tanrıymış gibi görünmekten salakça hoşlanır. Noksan aklına pompalanan sözcüklerin neden söylendiğini sorgulamadan binlerce kilometre yol almanın sıkıcılığına da kapılır, gider. Sakın hakaret ettiğimi düşünmeyin. İnsan Tanrı’nın ayrıcalıklı yaratığı olmaktan çok; en zavallı, en düşkün, en aşağılık varlığıdır. Bir tilki kadar kurnaz olmaya çalıştıkça, bir keklik kadar da ihanetin taşlarını döşemekten çekinmez.

Masumiyetini yitirmiş, bu akıl dışı çağda, aklın egemen olduğu iddia edilen ancak alçaklığın, hainliğin hâkim olduğu karanlık çağda kötülük yapmadan yaşayan âdemoğlu bulmak iğneyle kuyu kazımaya benzer.

Karınca kadar yararı olmasa da bu gezegende yer kaplayan, havasını, suyunu tüketen bu kadar insanın varlığı bazen ağır bir yüke dönüşüyor. Yanlış anlamaları önlemek için; zayıfların yok edilmesi, gereksizliği gibi ırkçı düşüncelere sempati duyduğum duygusuna sürüklenmeyin. Gerekli olduğunu düşünen âdemoğullarının çoğunluğunun hükmünün de yaşamlarıyla sınırlı olduğunu geçmiş bize sınırsız örneğiyle sunuyor. Bazen düşünce karmaşası içinde bulunduğumu kabulleniyorum. Bu kadar keşmekeşlik içerisinde benim de arada karmaşaya sürüklenme hakkımın olması gerektiğine inanıyorum.

Hikâyelerimin, denemelerimin ünvanlı, otorite olduğu düşünülen eleştirmenlerce görmezden gelinmesini umursamıyorum. İnsanlığı; ele geçirmiş tarikatların şeyhleri tarafından yönetildiğine inanıyorum. Her tarikatın müritlerinin sonsuz sadakatiyle, çelik duvarla çevrili olan alanlarına yeni müritleri kabulünün zorluğunu düşünüyorum. Tarikatı sadece dini bir mekân, ayinle ilgili olarak düşünmeyin. Bağnaz kuralları, bağlılık yeminleri, sınırsız sorgusuz sadakatin olduğu bir alan tasavvur edin. Oradan içeriye girmek ve orada barınmanın ancak kendinizden, var olma halinizi terk etmenizden, özgürlüğünüzden, özgünlüğünüzden vaz geçmenizle mümkün olduğunu düşünün. Şeyhin takdirine mazhar olmanız da sizin dışınızda gelişir. Aforoz olmaktan korkuyorsanız biat etmek zorundasınız.

Edebiyatın tarikatına girmek istemiyorum, girmeyeceğim. Her daim otorite olduğunu düşünen, her ödül komitesinde yer bulan, okumaya fırsat bulamayan, geçmişin karanlığından uzanan yolculuğundan temizlenmeden, utançla var olma halini yitirmiş ve yoğun bir reklam tanıtımıyla hafızalara kazıtılan, hakikate uzak, yazdıklarıyla muktedirlerle hep iyi geçinmeye çalışan ve onlardan yararlanan bir yığıntılar tekkesi. Günümüz edebiyatının en sorunlu alanlarından biri de ödüllendirmelerdir. Kime göre, neye göre, kim tarafından sorularına objektif cevaplar vermediğimiz sürece sorun kendisini var edecektir. Metninizin; özgünlüğünün, sıra dışılığının, ön görürlüğünün, gerçekliliğinin kabulünün birileri tarafından değerlendirmeye tabi tutulması, mahkemelerde eserinizin bilirkişilerce aklanmasından farksızdır bence. Tarikatın müritlerinin birçoğunun bu tür görevleri büyük bir iştahla yerine getirmek için hazırda beklediğini söylemeye gerek var mı?

Edebiyatta hayal kırıklığına uğramamak için onu bir meslek olarak icra etmemeye çalışıyorum. Para kazanma derdinde değilim. Birçok kişinin ünlenme ve para kazanma hırsıyla edebiyatla uğraşmasını ise bıyık altından gülümseyerek izliyorum. Sözcüklerle insanlara dokunmayı önemsiyor ve seviyorum. Her bir sözcüğün kalplerde tomurcuklanması, filizlenip etrafına güzellikler bahşetmesiyle ilgileniyorum. Bundandır saman alevi gibi parlamak veya sabun köpüğü misali kaybolmak istemiyorum. Tek derdi para kazanmak olan birçok zevatın, doktorun, avukatın, mühendisin, öğretmenin veya sıradan insanın benim yazdıklarımdan dolayı para kazanmadığımın hayal kırıklığını yüzlerindeki ifadelerden anlamak mümkündür. Ayrıca kazancı olmayan bir uğraşın küçümseyici bakışlarını her daim üzerime gönderdiklerinin de farkındayım. Onlara bu işin; anlamını, hazzını, tadını, keyfini anlatmanın gereksizliğinin üzerinde durmuyorum. Benim derdim; tarikatın şeyhlerinin yazdıklarım, yazmadıklarım veya başkalarının yazdıklarının üzerinden nemalanmaları. Ahlaki olup olmadığı sorusunun cevabını siz değerli okurlara bırakıyorum. Onların bunu kazanç, geçim kapısı olarak görmelerini tartışmaya değer bulmuyorum. Benim asıl ilgilendiğim tarikat şeyhlerinin öznel düşünceleriyle giriştikleri derin analiz, değerlendirme ve eleştirilerinde objektif olup olamayacaklarıdır.

Edebiyatın ağababaları olarak da nitelendirilebilecek bu tarikat şeyhlerinin deri koltuklarında, şık sekreteri odalarında edebiyat yolculuklarına yön ve karar vermeleridir, asıl itirazım buna yöneliktir. Don Kişot, Sefiller, Karamazov Kardeşler… Hangi tarikat şeyhinin değerlendirmesi ile düşünsel dünyamızın ayrılmazına dönüştü. Belki de sırf bu nedenle de olsa tarikat şeyhlerini ciddiye almıyorum. Yanlış anlamalara yol açmamak için söylemek isterim ki; onları küçümseme diye bir derdim de yok. Bir metni okurun saf sözcükleriyle, bakışıyla değerlendirmek en iyisidir… Akışına bırakalım.