"KİME KİN ETTİN DE GİYDİN ALLARI
YAKIN İKEN UZAK ETTİN YOLLARI
MİHNET İLE YETİRDİĞİM GÜLLERİ
VARDIN GİTTİN BİR SOYSUZA YOLDURDUN..."
Bu yazıya Hacı Taşan’ın içten bir dörtlüğüyle başlamak istiyorum. İyi ki türkülerimiz var;
çünkü birçok güzellik yılkı atları gibi kaybolup gitti.
Ahde vefa unutuldu, sevgi ve samimiyet azaldı.
Böyle zamanlarda insanın içinden ancak bir bozlak söylemek gelir.
Yılkı atları bozkırın sessizliğine karıştı.
Gecede kayboldular.
Ne çiçek kaldı ne kuş; sadece böceklerin sesi…
Gündüz bile bomboş.
Bu sessizlik nereden çıktı?
Neden bu yolculuk hep karanlık üretiyor?
Ama bilirim, her karanlığın bir sonu vardır.
Tarih baba yücedir; hem adaletlidir hem de sınar insanı.
Kimi zaman rezil eder, kimi zaman vezir.
Her birimize dersini farklı yollarla verir: Bir beste ile, bir Mehter’le, bir bozlakla…
Benim gönlüme ise bir baba ışığı bırakır.
Tarih baba, yüreğimin elini bırakma.
Çok çektim insanların yalanından.
Bitsin artık bu karanlık.
Bize ışığını, aydınlığını ver.
Çünkü umutlar da yılkı atları gibi
tarihin karanlığında kayboldu.
İnsan olmak yorucu bir yarışa dönüştü.
Halimiz ortada… Yaşadıklarımız dünyanın çalkantısı kadar ağır.
Halk anlatısı der ki:
Bir Bektaşi baba aşka gelmiş; ağaca, taşa, kediye “merhaba” deyip duruyormuş.
Değirmene gelmiş, dönen değirmen taşına da “merhaba” demiş.
Eteği taşa sıkışınca zor kurtulmuş ve şöyle demiş:
“Yok erenler yok… Bundan sonra dönene merhaba yok!”
Tarih baba da aslında tam bunu söylüyor.