Yazımın başlığı ne kadar çiğ bir başlık olup, çiğ insanların söylediği ve benim hiç sevmediğim cümlelerden oluşmaktadır.
Evet burası Türkiye; Türkiye olunca her şey olur ve milletvekillerinin bürokratların, siyasilerin, zenginlerin, ensesi kalınların şanına sıra beklemek, kurallara uymak yakışmaz. Bu insanlara her alanda öncelik tanınması gerekir. Çünkü onlar dünyaya geldiklerinde zemzem suyuyla yıkanmışlar, makam sahibi ve ensesi kalın olarak doğmuşlar. O nedenle bunlar özelliklede siyasiler, üst düzey bürokratlar kendilerini her alanda öncelikli ve ayrıcalıklı görürler ve trafik kuralı, kanun, nizam tanımazlar, kuralları ihmal ettiği için kendilerine trafik cezası yazan polisi “sen benim kim olduğumu biliyor musun? Senin elbiseni soydurur, tayinin çıkartır, ekmeğinden ederim!“ diyerek tehdit ederler.
Nedir trafik polisin suçu?
Hırsızlık mı yapmış, yolsuzluk mu yapmış, devlet malına zarar mı vermiş, rüşvet mi yemiş?
Bunların hiç birisi yok sadece kanunların kendisine verdiği yetkiyi kullanarak ensesi kalın birisine kuralları ihlal ettiği için kuralları hatırlatarak ceza yazmış, hepsi bu.
Sonuç ne oluyor malum! Kanunlar çerçevesinde görevini yapan trafik polisi kanunları uygulamakla yükümlü muhteremler tarafından ya açığa alınıyor, ya tayin ediliyor.
Başka bir örnek ensesi kalın muhteremin birisi doktora gidiyor, randevu yok, sıra yok, kayıt yok ama öncelikli muayene olmak için doktorun odasına giriyor, doktor bakıyor sıra yok, sıra almasını istiyor veya bugün için hasta kayıtlarının dolduğunu bakamayacağını, çok önemli bir sorun varsa acile gitmesini söylüyor.
Bunu duyan ensesi kalın muhterem doktora “Sen bana bunu nasıl söylersin, sen bana nasıl bakmazsın, sen benim kim olduğunu biliyor musun, ben senin elbiseni soydurur, Hakkari’ye tayin ettiririm!” der ve sonuçta ensesi kalın muhterem daha yüksek makamlardaki ensesi kalınları arayarak doktorun ya tayininin çıkarılmasına veya açığa alınmasına vesile olurlar.
O ensesi kalın muhterem zat kendisinin hayatı boyunca okuduğundan fazlasını o doktorun sadece uzman doktor olabilmek için okuduğunu ve bir doktorun kolay yetişemeyeceği bilgisinde ve kültür düzeyinde değildir.
Maalesef bu gibi olaylara Kırşehir dahil ülkemizin her köşesinde şahit oluyoruz.
Sizleri bilmiyorum ama Kırşehir’de çalışma hayatımda gerek ben, gerek mesai arkadaşlarım bu çiğ kişilerle, bu çiğ sözlerle çok karşılaştık. Kanunlara, görev yetkilerimize aykırı talepleri geri çevirdiğimiz için bu çiğ kişiler tarafından kaz kez Şırnak’a, Siirt’e, Hakkari’ye tayin edilmekle tehdit edildik, haklı olduğumuz ve görevimizi yaptığımız halde haksız ilan edildik, soruşturmalar geçirdik.
Neden mi? Vatandaş çok büyük adammış, bir partinin yönetim kurulu üyesiymiş mesele bu!
Ben de “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?“ gibi çiğ sözleri söyleyen çiğ muhteremlere soruyorum.
“Sen kimsin? Savaşlar kazanan, vatan kuran, cumhuriyet ilan Mustafa Kemal Atatürk müsün, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet misin veya uzayda yaşam olduğunu keşfeden ilim ve bilim adamı mısın, kimsin sen?“
Ama ben sizler gibi çiğ soru soran, çiğ insanların kim olduğunu biliyorum.
Sizler anne, baba parasıyla okumuş, atadan kalma mal ve para ile servet sahibi olmuş, banka kredisiyle ev ve araba almış, siyasetin cilvesiyle bir yerlere gelmiş, kendi kendine kırışan, şişen, böbürlenen, kibirlenen ama hiç kimse tarafından sevilmeyen hiç kimsenin insan yerine koyup, selam vermediği, saygınlığı olmayan insanlarsınız.
Sizler şişen balon gibi havaya yükselip, patladıktan sonra yere, çöplüğe düşen boş balonsunuz. Sizler oturduğunuz makamlarda ki miadınız dolduktan sonra saygınlığınız ve itibarınız olmayan kişilersiniz.
Sadece Kırşehir’de değil Türkiye’de özellikle kamu çalışanlarının nelere şahit olduklarını, nelerle karşılaştıklarını bizzat görüyor, televizyonlarda haber bültenlerinde izliyoruz.
Parti yönetiminde görev alanlar, milletvekilleri, bürokratlar, bakanlar, bunların yakınları. Bir de danışmanlar var ki o da ayrı bir problem havalarına güç yetmiyor, sanki dünyayı onlar yarattılar.
Tabi bu durumu sadece siyasilerle, bürokratlarla, danışmanlarla sınırlamak doğru değil. Ülkemizde sanatçı, siyasetçi, sporcu, artist, manken adı altında çok sayıda kişiler mevcuttur.
Bu kişiler sahip oldukları kıçı kırık sıfatların ve makamların kendilerine ayrıcalık sağlayacağını sandıkları için bir hava, bir şişkinlik ve bir kibir abidesi içerisindeler. Memlekette sadece onlar var, onların dediği olur, her şeyden onlar anlar ve her hangi bir kamu kurumunda sıraya girmezler, ayrıcalık beklerler.
Şehir merkezlerinde caddelerde ve ana yollarda kimlik, ehliyet sorgulaması yapan devletin polisine “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?“ diyerek tepki gösterirler.
Ne yapsın devletin polisi ensesi kalınlar yüzünden görevini yapmasın mı, gelene ağam, gidene paşam mı desin, el pençe mi dursun, tamam efendim, olur efendim mi desin?
Böylesine görevini kanunlara ve kurallara uyarak yapmak isteyen polisin, doktorun, öğretmenin veya devlet memurunun haksız ve kanunlara, kurallara uymayan ensesi kalınların haklı olduğu garip bir ülkede yaşıyoruz.
Kimse kimseden korkmuyor ama herkes evinin, eşinin, çocuğunun ekmeği peşinde.
Kırşehir’de etrafımız bu çeşit insanlarla dolu. Geçmiş de kimsenin tanımadığı, itibarının olmadığı, adam yerine koyarak selam vermediği muhteremler, kaderin ve siyasetin cilvesiyle bir yerlere gelince kendilerini kuru fasulye gibi nimetten sayarlar, bulunmaz Hint kumaşı olarak görürler adalete, eşitliğe, kurala uymazlar, sürekli öncelik beklerler, bekledikleri önceliği göremeyince görevliye yukarıda da ifade ettiğim gibi hemen “Sen benim kim olduğumu biliyor musun, ben adamın elbisesini soydurur, doğuya tayin ettiririm” derler.
Geldikleri makamların, hayatın ve insan olmanın ağırlığını taşıyamayan ruh halinin nasıl olduğu bilinmeyen kişiler geldikleri yerleri, makamları hak etmedikleri için bu gibi Zulümlerle karşılaşıyoruz.
Burada asıl olan Hz. Ali’nin “Bir insanı layık olmadığı yere koymak zulümdür“ veya Fatih Sultan Mehmet'in "Hak etmeyenlere makam mevki vermek en büyük vebaldir" sözlerinde olduğu gibi insanları hak etmediği makam ve mevkilere getirirseniz en büyük vebale girersiniz, o kişilerde geldiği yerin ağırlığını taşıyamayarak zulüm yaparlar.
Yazımı aşağıdaki yaşanmış bir olayla bitirmek istiyorum.
Köyün birinde muhtarlık seçimlerinde kocası dördüncü yedek aza seçilen kadın; köyün ortasında bulunan ve tüm köylülerin içme sularını aldığı çeşmeye gider ve sıra bekleyenlere aldırış etmeden ön sıraya geçer. Bunu gören bir kadın “Gııız Hatçeee görmüyor musun hepimiz sıra bekliyoruz, sen neden öne geçiyorsun arkaya geçsene“ der.
Bunu duyan Hatçe, “Gııız Emineee! köyün gokmuş garısı, sen bilmez misin, benim gocam muhtarlık seçimlerinde dördüncü yedek aza seçildi, muhtarın dördüncü yedek azasının garısı çeşme başında sıra bekler mi?“ demiş.
Burası Türkiye. Köyde kocası muhtarın dördüncü yedek azası seçilen Hatçe kadın çeşmede sıra bekler mi?