Kıyı şeridinde yanan ormanlar gibi ülkem. Her yanda canhıraş bir çığlık, acılı bir isyan, boğazlarda düğümlenen kelimeler… Anormalin üzerinde seyreden mevsim sıcaklarının ciğerlerimizi yakarken yarattığı ağır tahribatın bizzat tanıkları ve mağduru olan hayvanlar…

Evet, bu yaratıkların canlarının derdine düşüp kaçmaktan başka çareleri yok… Sürünüp, koşup, uçup kaçabilene ne mutlu…

Peki, hiçbir suçları, günahları yokken göz göre göre diri yananları düşündünüz mü?

Evet, canım kardeşim bana ne ki bunlardan diyorsun değil mi bu satırları okurken? Yüksek sesle değilse de içinden: “Benim evim yangın yeri olmuş, ormanda kalandan bana ne!”

Tam da senden bahsetmeye çalışıyorum aslında canım kardeşim!

O dilsiz, Allah kulu mahlukatın dolaylı-dolaysız senin yapıp ettiklerinin neticesinde canı yanarken sen, bizzat kendi elinle, dilinle, tavrınla yarattığın cehennemde feryat figan ediyorsun.

Marquez isimli bir yazar var canım kardeşim bilmem hiç okudun mu ya da bir yerlerden kulağına geldi mi adı?

“Kırmızı Pazartesi” diye bir eseri var bu yazarın. Herkes tarafından bilinen ama engellenmeyen göz göre göre gelen bir cinayetten bahseder.

Ne diyor bu adam diyorsun değil mi? Tamam sinirlenme canım kardeşim, bir selam vermeden girizgahsız, destursuz girilmez ki muhabbete.

Sağı-solu fark etmez taraftar tutar gibi parti tutan sen değil misin? Dini hassasiyetlerini “din” olarak değil “kültürel” olarak babadan-dededen duyduklarınla benliğine empoze edip üstelik bunu da kırmızı çizgin olarak belirleyip herkesi susturan sen değil misin?

Komşunun evi yanarken bir kova su götürmek yerine “aman iyi ki benim evim değil” deyip perdeleri çeken sen değil misin?

Sokakta yürürken arkadaşlarınla sohbet ederken kadınların bacak arasından ağzının salyası akarak söz ederken kızının sokakta gezmesine köpüren sen değil misin?

Bacanağın sıfır otomobil aldığında göneneceğine “kim bilir ne yolsuzluk yaptı” deyip kıskançlığının verdiği sinirle hanımına terslenen sen değil misin?

“Biz Anadolu insanı şöyle misafirperver, şöyle alicenap, şöyle yardımseveriz” deyip naçar kalmış, başı derde düşmüş en yakın akrabana bile -elinde olmasına rağmen- sırt çeviren sen değil misin?

Haklı bir protestoda üstelik kim bilir belki de senin için, çoluk çocuğunun geleceği için eylem yapıp tutuklanıp cezaevine giren gencin ana-babası feryat figan yardım isterken “aman o da anarşist olmasaymış” diye beylik sözleri sigara dumanıyla birlikte havaya savuran sen değil misin?

“Bizim zamanımızda gençlik böyle değildi, çalışır çabalar, sebat ederek kazanırdı” deyip oğluna nasıl kısa yoldan zengin olunacağını salık veren sen değil misin?

Çay ocağında üst perdeden “işçinin, emekçinin, çiftçinin nasırlı elleri kutsaldır, alın teri mübarektir” demagojisi yapıp aksam yemeğinden sonra kahveni içerken, “Rıza’nın oğlu belediyede çöpçü olmuş!” diyerek burun kıvıran sen değil misin?

Sadece sen değilsin bu parçaların hepsi, hepimiziz aslında canım kardeşim!

34-40 yaşına dek ana baba eline bakmayı zül görmeyip “aman devlete kapağı atayım ömür boyu rahata ereyim, kim ne yaparsa yapsın” düşüncesiyle sürekli tüketen, üretmeyen biz değil miyiz canım kardeşim?

Aralık ayında avcı eğitim kursu düzenlenecek! Aralık ayında avcı eğitim kursu düzenlenecek!

Öğretmen olup müfredata kapaklanıp elimden bir şey geliyor yılgınlığıyla teneffüs zilinin çalmasını öğrenciden çok bekleyen,

Dokuz altı yollarında yurttaşın evraklarını imzalamaya üşenip bilgisayarda oyun oynayıp sanal sohbetlerle hayallere dalan,

Devletin en üst kademelerinde bürokratlığın verdiği imza gücüyle bilmem hangi ihalenin ballı kaymağını yemek için efendisinin önünde el pençe divan bekleyen,

Sosyalizmin kılcal damarlarına dek erişen eşitlik söylemlerini gür sesle haykıran ve fakat yanında çalışan asgari ücretlinin alın terini sonuna dek sömürürken utanmayan,

TV ekranlarında hem nalına, hem mıhına vurup depreminde, selinde, yangınında üzülen ama ne hikmetse rüzgâra göre evrilen her dem cebini bir şekilde doldurmayı bilen,

Hastanelerde dayatılan performans ucubesinin neticesinde bıkkınlıkla, kendi yurttaşından çok “aman şikayetçi olmasın” mantığıyla mültecilere bakıp bizimkileri hızla geçen,

Eğitim, ekonomi, sağlık, tarım… Her yerden patlak veren lağım kokuları…

Evet canım kardeşim ne diyordum? Demem o ki canım kardeşim Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 yıl öncesinde harikaydı belimizi büktü, Sayın Kılıçdaroğlu kendi partisini bile yönetemiyor, Sayın Akşener yeni bir atılımın şafağında bekliyor… Tüm bunlar fuzuli sözler canım kardeşim.

Beyninin içindeki metan gazına dönüşmüş “riya” pisliğini temizlemedikçe kimseyi yermeye, kimseye tek bir söz söylemeye hakkın yok. Evvela kendini değiştireceksin canım kardeşim, evvela kendimizi…

Sonrası mı? Bunun için bugünden yarına iyimser olmak için erken. Boyacı küpü değil bu canım kardeşim; senin, benim evlatlarımızın değil torunlarımızın yarınları için.

Esenlikle canım kardeşim.

Editör: Çiğdem Sönmez