“SAKLI KALAN RAMAZAN YAZILARI”

Bir misafir gibi geldi, her sene olduğu gibi. Gelişi sıradan bir misafir gibi değil, gidişi de öyle. Bir heyecan, sevinç kaplıyor yürekleri. Misafiri ağırlama derdinde herkes. Gidiş zamanı yaklaştıkça heyecanın, sevincin yerini şarkıdaki gibi tatlı bir huzur, biraz hüzün, misafiri bir daha görememe ihtimalini de göz önüne alarak kendimize acıma hissi oluşuyor her sene.

Hangi ibadet yalnızca lafzı ile hüküm ifade eder, ruhlara hâkim olmadıktan sonra! İnsan bazen sûkutu arar. Düşüncelerini temizlemek ister. Midesi, vücudu arındığı gibi ruhu da tertemiz olur.

Ramazan boyunca çok eskilere gideceğiz. Yüzyıllar önce ramazana nasıl hazırlanılıyordu, ramazanlar nasıl geçiyordu, iftar ve sahur sofralarında ne yemekler bulunuyordu, nasıl eğleniliyordu? Tüm bu ve daha fazla soruya cevap bulacağız. Tabii ki okuyanda ve dinleyende küçük de olsa bir tebessüm bırakacak olan ramazan fıkralarımız da yer alacak.

Hepinize hayırlı ramazanlar diliyorum.

*

“Mübarek ramazanın içindeyiz. Ben, çocukluğumda ramazanı pek severdim. Çünkü mutfak daha çeşitli yemeklerle dolar, reçellerin türlüsü hazırlanır, akşam sofrası her zamankinden daha süslü olurdu.

Eski insanların yürekleri de yufka idi, yedikleri de…

Çelik, beton devri gelince, insanlar da sertleşti…”

[Ahmet Rauf, Son Telgraf Gazetesi, 1941 yılı]

*

“İhtiyarlıyoruz çocukluk arkadaşlarım, Ramazan bunu hatırlattı. Her gelen Ramazan biraz daha hüzünlü gelecek bundan böyle. Yaşamak garip bir yolculuk. Kimlerle yola çıkıyorsunuz, kimlerle yolu bitiriyorsunuz. İnsan başını eline alıp bir düşünmeyegörsün; yaşamanın bütün nimetleri, tatları ve rüyalarının üstünde değişmeden kalan sadece bir hüzün var.

[Ahmet Muhip Dıranas, Zafer Gazetesi, 1950 yılı]

                    **

          Ramazan eskiden ibadet ve ziyafet ayı idi. Öğleye, hatta ikindiye kadar uyunur, ondan sonra kâh hakiki, kâh yapmacık bir tiryaki çehresiyle ağız eğri, göz şaşı kalkılır; her lâkırdıda: “mübarek günde” yahut “oruç keyfiyle” sözü dilden düşmez. Oruç her şeyi haklı gösteren mazerettir.”

**

“Ramazan kokusu Şaban ayının biri dedi mi gelmeye başlar ve zengini fakiri karınca kararınca hazırlığa koyulurdu. Hazırlıklara evin kilerinden başlanır, buraya cins cins reçeller, zeytinler, turşular; pastırma ve sucuklar, peynirler depo edilirdi. Çarşılar, pazar yerleri adeta dolup dolup boşalır, evlere sandık sandık, küfe küfe erzak gönderilirdi. Ayrıca evlerde hamur işi hususunda bir nevi kampanya açılır, erişteler, makarnalar kesilip hazırlanırdı.

          Ramazana bir hafta kala hazırlıklara hız verilir, devrin meşhur ve cidden san’atkâr mahya ustaları tarafından hazırlanan mahyalar kurulur, karagözcüler, kuklacılar, meddahlar; tiyatrolar nerelerde icrayı sanat edeceklerini tesbit ve halka ilân etmiş olurlardı.”

[Burhan Felek, Milliyet Gazetesi, 1975 yılı]

*

Bir sıcak ramazan günü, Bektaşi dedesi tarlada çalışıyor. Yorulmuş, terlemiş, susamış da… İşinin ağırlığı, mevsimin sıcaklığı yüzünden oruç tutamamış. Gelmiş..ağaç dibine bıraktığı testiyi almış, başına dikmiş, sakalından akıtarak bir güzelce su içmiş. O sırada yol kenarından geçen köyün imamı, dedenin güpegündüz su içtiğini görünce bakakalmış. Bektaşi suyu içip ağzını bileğiyle sildikten sonra imama sormuş:

---Ne bakıyorsun imam efendi?

--- Be bakmayayım baba efendi? Yakışır mı sizin gibi yaşlı başlı zata, alenen oruç bozmak…

Bektaşi dedesi başını sallamış:

--- Erenlerim, ramazan-ı şerif gider, seneye bir daha gelir, fakir bir kere gidersem bir daha gelemem! demiş. İmam bir şey demeden yürümüş.

*

İmadettin Efendi, Cerrahpaşalı Baba Tahir’i karşısına almış, portakalîâkiktesbihi elinde, Şehzadebaşındaki Mersin çayhanesinde iftarı bekliyordu.

Bu sırada Bektaşi canlarından Rıza Baba göründü. Baba çayhanenin önünde İmadettin Efendiyi görünce boyun kırdı ve selâm verdi.

İmadettin efendi elini kesesine atarak bir yüz paralık çıkardı, Babaya uzattı, Baba:

--- Eyvallah!

Diyerek yürümeye başladı. İmadettin Efendi Babaya seslendi. Sonra kulağına eğilerek:

--- Şimdi doğru meyhaneye, değil mi?

Diye sordu. Akşam keyfiyle Rıza Baba bir kere içini çektikten sonra şöyle cevap verdi:

--- A devletlim, yüz para ile Hicaz’a da gidilmez ya!...