Yarın 16 Haziran 2021 annemin aramızdan ayrılışının sekizinci yılı.
Günler öylesine hızlı geçiyor ki sanki dün kaybettik annemi…
O nedenle, bugün özlediğim ve yokluğuna alışamadığım canım annemi yazarak içimi boşaltmak istedim.
Nasıl yazacağım onu da bilemiyorum, ama bir şekilde yazmam gerek, ister ellerim klavyeye titreyerek gitsin, isterse gözyaşlarım sel olup, klavyenin üzerine damlasın, sık sık yüzümü yıkayıp, dinlenip, nefes alıp, içimi çekerek bu yazıyı yazmam gerek. Çünkü annemi çok özledim, çok. Bu yazıyla bir nebze de olsun özlemimi giderip, içimi boşaltmak istiyorum.
Babamı kaybettiğimizde çok küçüktüm, ablalarım ve ağabeylerim de küçük sayılırlardı. Annem de çok gençti. Annem yaşı genç olduğu için bizleri bırakarak terk etseydi bizler perişan hallerde, sefil bir hayat sürer, hayatın acımasızlığında kaybolup giderdik.
Annemin varlığı sayesinde ayakta durduk, okula gittik, iş sahibi olduk ve evlenip, yuva kurduk. Şimdi ağabeylerim ve ablalarımla birlikte rahat bir hayat sürüyorsak, üniversiteleri bitirdiysek canım annemin sayesindedir.
Beraber çektik her türlü sıkıntıları, amca, dayı, teyze, hala, eş, dost, akraba hiç kimse elimizden tutmadı. Duruma göre birlikte ağladık, birlikte güldük, aç kaldık, yavan, soğan yedik, gözyaşlarımız ekmeğimize katık oldu.
Okullar tatil olduğunda arkadaşlarımız deniz kenarlarına ve diğer şehirlere giderek tatilin tadını çıkartırken, bizler pazarcılık, çaycılık yaparak, balık satarak evimize ekmek getirmenin, kışlık odun ve kömür almanın, Eylül’de açılacak okul için kıyafet, ayakkabı, kalem ve kitap için para kazanmanın peşindeydik. Kısaca onlar da, bizler de öğrenciydik ama arada çok fark vardı.
2012 yılı Aralık ayının sonlarına doğru bize göre, basit şikâyet olan koltuk altı ağrısıyla götürmüştüm annemi Kırşehir Eğitim ve Araştırma Hastanesine. Muayeneler, tahliller, röntgenler, ultrasonlar, MR’lar hepsinin sonuçları kötü çıkıyordu. Meğer annemin şikâyetleri bizim düşündüğümüz gibi basit değilmiş.
Her geçen gün annemin şikâyetleri ve ağrıları artıyor, dayanılmaz bir hal alıyordu. Bir umutla Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesine götürdük, bizler güzel haberler bekliyorduk ama nafile. Doktorlar “her an her şeye hazır olun” diyerek vermişlerdi kötü haberi. Biz de “Allah’tan ümit kesilmez” diyerek hem annem üzülmesin, hem içimizde uhde kalmasın diyerek devam ediyorduk koşuşturmaya.
Tıp da dese, doktorlar da dese, kim ne derse desin “Allah’ tan ümit kesilmez” diyerek annemin sağlığına kavuşacağına inanmak istiyorduk. Çünkü annemin bilinci ve şuuru açıktı. Bu inançla son bir kez daha 2 Haziran 2013 tarihinde Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesine gitmek için yola çıkacaktık. Evden çıkmadan önce annem evimizi oda, oda dolaştı, odaların hepsine göz gezdirdi, dakikalarca baktı eşyalara, perdelere, kapılara, bir taraftan sürekli içini çekiyor, diğer taraftan “dünya boşmuş” sözlerini tekrarlıyordu.
“Anne gecikmeyelim artık yola çıkalım” dediğimde, “Geciksek ne olacak oğlum, dirimi götürüyorsun, ölümü getireceksin“ demiş ben de “Aman anne Allah esirgesin o nasıl söz, seni sağ salim getireceğim Allah var gam yok“ diyerek binmiştik arabamıza.
Beş gün normal serviste, dokuz gün yoğun bakımda olmak üzere on dört gün Kayseri Erciyes Üniversitesi Hastanesi’nde kalmış ve 16 Haziran 2013 tarihinde yetmiş beş yaşında, Pazar günü sabahın erken saatlerinde aslında beklediğimiz ama asla kabul etmediğimiz, duymak istemesiniz vefat haberini almış ve Kayseri Hastanesindeki her türlü işlemleri bitirdikten sonra annemin dediği gibi dirisini Kayseri’ye götürmüş, ölüsünü Kırşehir’e getirmiştim. 16 Haziran 2013 Pazar günü Cacabey Camii’nde ikindi namazının ardından kılınan cenaze namazından sonra Aşıkpaşa Mezarlığı’nda toprağa verdik annemi.
Hayatta sırtımı dayandığım en sağlam ve güvenilir insanı, annemi kaybetmek çok zor geldi bana. Halen alışamadım yokluğuna. Hem de öylesine zor geldi ki annemi toprağa vermek için mezarlığa inmek. Tabuttan uzatılan annemin naaşını alarak mezara yatırmak, kendi ellerimle tahtalarla kapatmak, üzerine kürekle toprak atmak öylesine zor ve acı geldi ki.
Nasıl zor gelmesin her şeyim annemdi ve annemi kendi ellerimle mezara koydum, üzerini kapatarak toprak attım. Bir insan çok sevdiği annesinin üzerine toprak atar mı? Hem ağlıyorum, hem toprak atıyorum. Bu nasıl iş bir türlü anlamıyorum.
Her tahtayı dizişimde, her kürek toprağı atışımda annem biraz daha uzaklaşıyordu bizlerden. İnanmak istemiyordum, “Hayır, annem ölmedi, evimize gelecek, Kayseri’den dirisini getireceğim” diyordum bir taraftan göz yaşlarım sel gibi akıyordu, “Rüya bu“ diyordum ama rüya olan düşündüklerim, gerçek olan ise annemin ölmesiydi.
Yani annem yoktu artık. Gelmeyecekti evine, yakmayacaktı ışığını, bizleri kanadının altına alarak toplamayacak, ısıtmayacak, öpüp koklamayacaktı, bizlerde annemin elini öpüp, sarılamayacak ve koklamayacaktık.
Taziye çadırına başsağlığına gelenler oluyordu. Ama ben zaman, zaman evimizin penceresine, balkonuna bakıyordum annem bakıyor mu diye, bir türlü kabullenemiyordum annemin ölmesini.
Annem gelecek, annem balkondan bakacak diyordum.
Ne dersem diyeyim, söylediklerim gerçek dışı, gerçek olan ise annemi kaybetmiş olmamızdı.
Annemin ölümünden sonra hayat çok değişik aktı bizim için.
Meğer annemin sayesinde bir araya geliyor, birbirimizi görüyormuşuz. Şimdi ise kimsenin kimseden haberi yok, herkes kendi halinde, kendi havasında, kendi evinde.
Neden böyle olduk diye kendime sorduğumda kanadında toplandığımız, sırtımızı dayadığımız direğimiz devrildi cevabı çıkıyor karşıma.
Evet, annem Allah’ın diktiği en sağlam direkti, toparlayıcıydı, birleştiriciydi. Ama şimdi o toparlayıcı, birleştirici direk devrilmişti, yok olmuştu.
Şu an annemin yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki, güven dolu ellerini üzerimde hissetmek, karşıma oturup “bugün neler yaptın, gelinim nasıl, torunum nasıl, işlerin nasıl, başın yine ağrıyor mu?” diye sormasını, karşıma oturup küçük bir çocuğa öğüt verir gibi bana öğüt vermesini öylesine çok isterdim ki.
Arife günlerinde, bayramlarda, anneler gününde mezara gitmek, dua etmek, mezarına su dökmek yerine annemin elini öpmeye gitmeyi, sımsıkı sarılarak mis gibi kokusunu içime çekerek koklamayı, sofraya birlikte oturup, güle oynaya kahvaltı yapmayı, yemek yemeyi, yer sofrasında birlikte diz kırarak oturmayı öylesine çok istedim ki!
Meğer Allah en güzel günleri ve cenneti tepsi içeresinde kullarına sunuyormuş. Ama insan bunun farkında değilmiş.
Sadece istemekle olmuyor, çünkü takdir Allah’tan olunca gelene, ölene çare yok derler, giden geri dönmüyor.
Hani Yahya Kemal Beyatlı’nın sessiz gemi şiirinin
Giden memnun ki yerinden,
Geri dönen yok seyahatinden.
Mısralarında acı gerçeği belirttiği gibi annem de dönmeyecek seyahatinden.
Öyle olunca bizlere; bizleri yetiştirip, büyüttüğün, topluma kazandırdığın, hırsızlık yapmamayı, yetim ve kul hakkı yememeyi, devlet malını çalmamayı öğrettiğin için, helal ekmek yemeyi, el alemin namusuna kötü gözle bakmamayı, şerefiyle, namusuyla yaşamayı, fakiri yedirmeyi, öksüzü giydirmeyi, yetimi sevindirmeyi ve güzel ahlakı öğrettiğin için senden Allah razı olsun demek düşer anne
Anne ruhun şad, mekânın cennet olsun.
Cennete yakın, cehenneme uzak olasın.
Peygamber Efendimize komşu olasın.
Allah rahmetini bol versin diyerek dua etmek düşer.
Nurlar içinde uyu, ruhun şad olsun anne.