Başında eski bir kasketi, gülümser bir yüz ifadesi ile elinde tek dal sigarası olan seksenli yaşlarda bir ihtiyar adam otobüs durağının etrafındaki herkesle aşina olmaya çalışıyordu. Dakikalar ilerliyor fakat o tek sigara hâlâ yanmıyordu. Gelene geçene “merhaba” ediyordu.
Biraz sonra durağa otuz yaşında ya var ya yok bir kadın, iki küçük erkek çocuğu ile birlikte geldi. Durağın hemen iki metre arkasında küçücük bir büfe var. Büfeye şöyle bir göz ucuyla bakınca ilk dikkat çeken ürün, sabahın erken saatlerinde simitçi bir çocuğun simit tezgâhındaki simitler, günün ilerleyen saatlerinde de pamuk şekerler hemen göze çarpıyor.
Çocuklardan büyük olanı annesinden pamuk şeker istiyor.
Annesi: --- Şimdi alamam, eve gidelim önce, dedi…
Çocuk ağlamaya başladı. Pamuk şeker isterim, diye tutturdu.
O elinde tek dal sigarası olan ihtiyar adam, çocuk ile anne arasındaki konuşmayı hemen onların yanı başında dikkat kesilmiş bir şekilde dinliyordu. Annenin çocuklarına pamuk şeker alamayacağını duyunca büfeye doğru ilerledi. Cüzdanını, yaşının ilerlemiş olmasına bağlı olarak eli titreyerek çıkardı cebinden… Büfeciye pamuk şekerin fiyatını sordu.
Büfeci: --- 15 lira amca, dedi.
İhtiyar adam parayı verdi ve şekeri çocuğa uzattı.
Sonra diğer küçük kardeş de ağlamaya başladı.
--- Ben de pamuk şeker istiyorum!
Yaşlı adam ne yapacağını şaşırdı. Çok kısa bir süre tereddüt geçirdikten sonra bir tane daha alayım, dedi.
Genç kadın: --- Hayır, ikisi paylaşır...
Ancak küçük çocuğun ağlaması geçmemişti. Adam cüzdanını tekrar çıkardı. Cüzdana dikkatlice baktı, cebinde bir 15 lira daha yoktu sanki. Durakta bu olayı seyreden orta yaşlarda başka bir adam araya girdi ve utangaç bir tavırla:
--- O pamuk şekeri de ben alayım, dedi, ve çıkardı büfeciye parayı uzattı.
Parayı aldıktan sonra büfeci, şekeri ağlayan küçük çocuğa verdi.
Sonra otobüs geldi, yaşlı adam o tek dal sigarasını yere düşürmüştü ve yine de yerden aldı. Sonra birden ortadan kayboldu. Otobüse o kadın çocukları ile birlikte bindi. Çocuklar pamuk şekerleri büyük bir iştahla yediler. Ve ikisi de inecekleri yere gelmeden bitirdiler şekerleri. Gözlerinde sevinç vardı…
*
Saklı Kalan Şiirler Köşemizin bu haftaki ilk misafiri, edebiyat tarihimizin önemli isimlerinden biri olan Recaizade Mahmud Ekrem’in oğlu, şair, gazeteci Ercümend Ekrem Talû’nun bir şiiri, yıl 1943.
OLMADI GİTTİ
Ben neler düşündüm, ben neler umdum..
İstediğim gibi olmadı gitti!
Ne rüyalar gördüm, hayaller kurdum
Felek beni dilşad kılmadı gitti!
Boşuna sevmekten yorulan gönül
Zalimler elinden vurulan gönül
Yıllarca coşup da durulan gönül
Bir türlü huzurun bulmadı gitti!
İçinde tatlı bir emel yaşardı
Arada durulur, bazan coşardı
Sevdalar peşinde durmaz koşardı
Hevesi, ümidi kalmadı gitti!
Ne bir yavuklum var, ne bir oynaşım
Gözümde sel gibi akıyor yaşım
Çoktan ağardı da belâlı başım
Ömrümün çilesi dolmadı gitti!
Şu dünya yüzünde garip öksüzüm
Yaşamağa yoktur isteğim, yüzüm
Bununla beraber şu fersiz gözüm
Sonsuz uykulara dalmadı gitti!
Gıpta ile baktım yaşlıya, gence
Hepsinin yüzünden akan sevince
Nedendir çektiği bunca işkence
Ercümend’in aklı almadı gitti!
**
İkinci şiirimiz 1942 yılına ait. Duygu yüklü şairimiz Ziya Osman Saba.
HÂTIRA
Bir zamanlar oturduğum şu sokak
Saadet yuvası evler…
Sevinçle uyandığım sabahlar
Taze gazetemi aldığım..
Evimin kapısını çaldığım
O mübarek akşamlar…
Geceler… Akıp giden bir yarı aydınlıkta
Başlarımız aynı yastıkta
Nasıl ağlamıştım bir gün sen çıkarken yola
Neler konuşurduk
Nasıl otururduk yan yana…
Yollar… Gezindiğimiz kol kola…
Denizler… Kahkahalarla yıkandığımız.
Baharlar! Baharlar! Kırlara uzandığımız..
Gençliğimiz, aşkımız.