Geçtiğimiz Pazar günü oynanan Şanlıurfaspor maçında iki takımın da herhangi bir amacı ve beklentisi kalmamıştı.
Play-off şansı yok, küme düşme riski yok. Tabiri caizse gazozuna bir maç.
Şanlıurfaspor oyuna çok iyi başladı. Erken bulduğu iki kafa golü ile 2-0 öne geçip, bizi şoka soktu. İlerleyen dakikalarda bulduğumuz garip bir golle kendimize geldik ve skor anlamında umutlandık.
İkinci yarıda oyuna iyi başlayan bu kez biz idik ve kaçırdığımız penaltıya rağmen maçı 3-2 kazanmasını bildik.
Şunu sorabilirsiniz, Bu maçı kazansanız ne olur, kaybetseniz ne olur?
Doğru hiçbir önemi yok. Sadece moral motivasyon açısından iyi oldu.
Ben iki takımdan da şunu beklerdim. Hedefiniz yok, bu aşamada kadroda genç yeteneklerin olması gerekmez ki?
Urfa takımı bizi ilgilendirmez. Biz kendimize bakmalıyız. Şunu söyleyebilirsiniz. Kadro dışı bırakılan 6 oyuncu olunca takım kurmada sıkıntı olabilir. Ben onu demiyorum. O altı futbolcu da olsa ben kadroda gençleri görmek isterim. Kadro dışı bırakılan futbolcular bu konuda elinizi güçlendirmişti. Statüler gereği zamanında önlemler alınıp, gençler zamanında kadroya alınabilirdi ve onları da sahada görme şansımız mümkündü.
Treni yine kaçırdık!
Siyaset dili çoktandır siyasi söylemlerde çok çirkin hitaplar vardı. Son zamanlarda iyice azıtıldı.
Siyasetçiler birbirlerine çok çirkin, utanç verici sözler sarf ediyorlar. Ahlaksız, şerefsiz, dangalak gibi ve utanıp söyleyemediğim daha ağır sözler söylüyorlar!
Siyasi görüş ve düşünceye bakmaksızın ben bunları dinlerken utanıyor, kızıyor ve ülkeyi yönetme adına, siyaset yapanları esefle kınıyorum.
Çanakkale Köprüsü üzerinden girilen polemikte bir siyasetçi bütün muhaliflere “dangalak!” diyor.
Vatandaş da bu siyasetçiye aynı sözü kullansa hakaret etmiş sayılır ve mahkeme kapılarında sürünür diye düşünüyorum.
Burada bir terslik var bence. O siyasi kişi vekil, vatandaş ise asil. Çok gülünç bir durum değil mi?
Bülent Turan adlı siyasetçi, vatandaşa “dangalak” diyemezsin. Kendi aranızda hangi dili kullanırsanız kullanın.
Ey vekil efendi! O hakareti vatandaşların da size iade ettiğini düşünebilir misiniz?
İftar şovları!
Ramazan ayında iftar yemeği vermek gelenek haline geldi. Ancak siyasilerin verdiği iftar yemeği bir şova dönüştü.
Beş yıldızlı otelleri aratmayacak şekillerde verilen iftar yemek sofralarında ne ararsanız var! Yok! Yok!!!
Bir Belediye Başkanınız verdiği iftar sofrasını görünce insanın aklı duruyor!
Ülkede bir süre aç insanın olduğunu düşünürseniz bu şımarıklığın, bu israfın anlamı nedir?
Kimin parasıyla kime ikramda bulunuyorsunuz?
Yemek parasını cebinde veriyorsa kendi bileceği bir iş. Ama benim paramla, yani devletin imkanlarını kullanarak böyle şatafatlı iftar yemekleri veremezsin arkadaş! Ben hakkımı helal etmiyorum.
Bu kadar savurganlığı yapıyorsunuz ama emekliye bayram ikramiyesi gelince on kuruş zam yapmıyorsunuz!
Gerekçe: Para yok!
Ama vatandaşın kesinden yemeğe para var!
Yazık, çok yazık!
Umut dünyası!
Bir de şu komedi yaşanıyor. “Enflasyonun şu ayda düşeceğini, fiyatların bu ayda düşünüyoruz!”
Böyle bir mantıkla ülke yönetimi olur mu?
Neye göre düşecek ya da fiyatlar, neye göre ucuzlayacak?
Arkadaş ne yapacaksınız bu dediklerimiz olacak?
Somut örnekler verin ki biz de bu dediklerinize inanalım!
Umutlarla, beklentilerle ülke yönetilir mi?
Bu kadar kolaysa izin verin, ülkeyi biraz da ben yöneteyim!
“Döviz kurunu kontrol altına aldık” diyorsunuz. Petrolün varil fiyatı da düştü.
Peki bu zam furyası nerden geliyor?
Bu koşullarda ucuzlama olması gerekmez mi? Tam tersi her gün yeni bir zam haberi ile uyanıyoruz.
Zorunlu trafik sigortaları da her ay zamlı olacakmış! Arabalarımızı mı sattırmak istiyorsunuz?
Veda!
19 Mayıs’ta çocuklarımın yanına Kanada’ya uçuyorum.
6 ay süreyle ülkemize, dostlarıma veda ediyorum.
Umarım sağ salim gidip dönmek nasip olur.
Sizlere oradan da yazmaya çalışacağım.
Hoşça kalın!