OTURDUĞUN KOLTUĞUN HAKKINI VER

         Sene 2000'ler, bir fabrikada çalışıyorum. Fabrikada grev oldu. Üretim durma noktasına geldi. İşçiler iş bıraktı, fabrikanın kapısının önünde davul-zurna çalıp oynuyorlar. Müdürler, mühendisler, büro işinde çalışanlar ise lak lak yapıyor. Kimse yerinde durmuyor, gezeleyip duruyorlar. Herkes gündemi konuşuyor. Ne olacak, ne bitecek? İşçi mi atılacak? Müdür, mühendis mi çıkacak? Tüm çalışanlar kendinden korkuyor. Belirsizlik tedirgin ediyor. İnsanlarda bir sinir, bir stres.

Bölüm sekreteri olan ben de çalan telefonları aktarıp duruyorum. Odalar arasında gezinerek son gelişmeleri kaçırmamaya çalışıyorum. Ortalık laf kaynıyor. Müdürlerin yüzü beş karış, çatacak yer arıyorlar. Arada sırada “sinirlerini benden çıkarmasınlar!” diye gözden kayboluyorum ve sekreter arkadaşların yanına kayıyorum. Durum değerlendirmesi yapıyoruz. Falan, filen...

Bir mühendis abimiz var. Saçı sakalı beyazlamış, eli yüzü nurlu. Müdürler bile ona abi diye hitap ediyor. Çok çalışkan ve mütevazı olduğu için hem işçiler hem de yönetim onu çok seviyor. Gidiyorum, geliyorum Yusuf abi masasında harıl harıl çalışıyor. Ne greve aldırıyor, ne de lafa söze katılıyor. Adam her günkü gibi başını bilgisayarından kaldırmadan çalışıyor.

Durdum durdum duramadım. "Yusuf abi, hiç kimse çalışmıyor. Grev var, çıkacağız diye endişe ediyor, siz ise çalışmaya devam ediyorsunuz." dedim, başka da bir şey diyemedim.

Adam aklımdan geçenleri okudu sanki, "Zeynep hanım biliyorsunuz ki benim beş çocuğum var." dedi. "Onlara helal rızık kazanmam, helal lokma yedirmem gerekir. Ben helal kazancımın derdindeyim.  Burada olduğum süre içinde çalışmam gerekiyor. Gerisi beni ilgilendirmez."

         Yusuf abinin o günkü konuşması beni o kadar çok etkilemişti ki anlatamam. Hayat felsefem olmuştu. Birkaç gün sonra grev sona erdi. İki yüzden fazla çalışanın iş akdine son verildi. Bunların içinde Yusuf abi ve ben de vardım. Eh, ne yapalım orada yiyeceğimiz ekmek bu kadarmış. Aç mezarı yok ya. Her ikimizde başka işyerlerinde çalışmaya başladık. Yusuf abi kazandığı helal rızık ile çocuklarını büyütmeye devam ediyor, hayırlı evlatları ve mutlu, huzurlu bir yuvası var.

         Bana gelince, Yusuf abi bana, kendimi sorgulamayı öğretti, “Aldığım parayı hak ediyor muyum? Bulunduğum pozisyonun hakkını veriyor muyum? Kazandığım para helal mi”? diye sürekli kendime sormaya başladım.

Emek vermeyi, terlemeyi, yorulmayı öğrendim o nur yüzlü abimden. Çalışmanın, iş yerinde zaman öldürmek olmadığını, oturduğum masanın, sandalyenin bile ileride bana hesap soracağını belletti.

Başkalarının sırtından geçinmemeyi, bana bu görev verildi canım, daha ne yapayım, diyerek işin içinden sıyrılamayacağımı hatırlattı. İnsanları kırmadan, üzmeden muamele etmeyi. Sana ne kardeşim, sen işine bak! diye azarlamamayı. Makamı, mevkii, rütbesi ne olursa olsun insanca muamele etmeyi gösterdi.

         Bu öğrendiklerimi hayatıma geçirdikten sonra huzuru buldum. Meğer ben aç değilmişim, doymak bilmeyen nefsimin bir tek “Elhamdülillah" sözü ile doyduğunu anladım. Mesele çok kazanmak değilmiş, mesele helal kazanmaktaymış. Helal kazanılan paranın bereketli olduğunu tecrübe ederek gördüm. Huzurlu yuvanın, sadık eşin, hayırlı evlatların helal kazanç ile sağlandığını gördüm.

         Ayağımıza değen taşın, acaba bu benim ayağıma neden değdi? Birini mi kırdım? İşime aşıma haram mı bulaştı? Terlemeden mi kazandım? Çalıştırdığım insanların hakkını mı vermedim? Ticaretime hile mi karıştı? diye düşünülmesi gerektiğini öğrendim.

         Etrafımızda güzel ahlak sahibi, bizlere örnek olacak insanların çoğalması dilekleriyle...

         Ya toprak ol

         Ya da su

         Sakın ateş olma