NEREDEN... NEREYE?

          Yaşıtlarımı arıyorum. Bizler 1940’lı yılların çocuklarıyız. Ne günler gördük? Ne acılar çektik? Ya bizden öncekiler..?

          Efendim o yıllarda yollar sadece kırma taştan yapılmış, nere kolayına gelirse yol oradan geçirilmişti. Araba yok, traktör yok, binecek hayvan, koşacak öküz yok!... Yok ki yok !

Büyüklerimizin bacaklarında iki taraflı giyilen paçası geniş bir şalvar, varsa bir de ketenden yakasız gömlek... Çocukların giyecekleri yoktu. 1950’li yıllarda bile köy yerlerde erkek çocukların entari giydiğine şahit oldum.

Efendim tarla sürmeye öküz bulamazdı vatandaş. Boyunduruğun bir tarafında öküz, diğer tarafında eşek olurdu. Çünkü yoktu. Alamazdı vatandaş.

         Bir eşek ve öküz ile ne kadar yer sürülebilir? Acılar içerisinde yer tamamlanır lakin zamanı gelince ürün alınamaz. Evlerde bir kavga sürer de sürer. Çünkü yoksulluk ve sefalet var.

         Yevteşenko şöyle söyler:

         "İradesiz akıl bir işe yaramadığı gibi,

         akılsız irade de bir işe yaramaz."

          Akıllısın ama, güç kafi gelmiyor.

         Yoksulluk yıllarının geride kaldığını düşünürsek, şimdi doyumsuzluk var. Bizler bir şalvarı yama yaptıra yaptıra bir kaç yıl giydik. Yakasız gömlek giydik. Zenginiz diyenler bacağında donu  olmayacak kadar yoksuldu.

         "Çaresiz olmak güzeldir bazen. Allah’tan başka

                   Kimsenin olmadığını anlıyorsun."

                   O eski yılları hatırlarken, bir de evdeki horantaya bakalım. Her evde bakamayacağımız kadar çocuk. Yarınını düşünmeden meydana getirilen çocuklar. Evlerde un uçar, kepek kaçar. Yiyecek yok, giyecek yok, ayak yalın yollara düşersin.

        "Eski insanlar birbirine ilaçtı.

         Günümüz insanları ise devasız bir dert!"

        Fakirdik, yoksulduk ama büyüklerimize karşı saygımız, küçüklere karşı sevgimiz vardı.

         Ya şimdi?

         “Fakirim” diyen hemen hemen hereksin evinde telefonu, interneti, arabası, çeşitli eşyaları var. Beğenmiyoruz evdeki yemekleri. Dinlemiyoruz güzel öğütleri. Kimse çalışmıyor, fakat ne güzelde geçiniyorlar?

         Sustukça kanayan, kanadıkca acıyan yaralarımız var. Hak etmeyen kişileri mutlu etmek için uğraşıyoruz. Bu fedakârlık değil sadece kendini yormaktır.

         Dedik ya! öküzlerle, eşeklerle sürdüğümüz, günlerce emek sarf ettiğimiz yerleri şimdi traktörler yarım günde sürüp bitiriyor.

         Siz hiç omuzunuzda tırpanla ekin biçmeye, elinizde bel ile bağ bellemeye gittiniz mi hiç? 15 saat çalıştığımız zaman olurdu. Gün doğarken başlar, akşam namazından sonra eve gelirdik. Hep karın tokluğuna çalıştık.

         Çocukluk ve gençlik yıllarımız acı ve sıkıntılarla geçti. Yaşam içerisinde yorulacak yaşta değildik. Ama bizimde belimizi bükenler oldu.

         Şimdi yaşlandık ve günlerimizi sayıyoruz. Kimseyi incitmek için gülmedik ama, acılarımızı örtmek için tebessüm ettik.

Şunu hatırlamakta ve söylemekte fayda var. Bizler küçükken ne iş verilse yapar, aldığımız paraları büyüklerimize verirdik. Paranın biçim ve şeklini bile bilmezdik.

         Zamanımızın gençleri!

         Siz hiç aç susuz kaldınız mı? Kaşık bulamayıp kardeşlerinizle birlikte kaşık değiştirdiniz mi ? Yollarda araç beklediniz mi? Omuzlarınıza heybe alıp, şehre giderek evlerinize yiyecek taşıdınız mı?

         Hiç bir şeyin yetmediğinden şikayet ediyoruz. Sabah saat ona kadar yatıp, kalktıktan sonra annenizden ekmek isterseniz bir gün sizden de ekmek beklerler.

         Meydanlarda ağız tamburası yaparak, boş vakit geçirmek niye? Gün gelir ensesi pek kalın, gözlerinin üzeri etlenmiş, bayır turpu gibi kırmızı bir adamın yanında çalışırsınız. Çalışırsınız amma, kendisi tıkınarak yemek yerken size sadece yutkunarak seyretmek düşer.

         Gönül ister ki! Herkesin evi, arabası olsun. Bankalarda sayılmayacak kadar tasarrufu olsun. Ne ile olacak? Anne babaya ve büyüklerinize göz belertip, diş gıcırtarak, onların gönlünü kırarak bir yere varamazsınız. Yemek, içmek, güzel giyinmek, plajlarda gezmek, arabaların lüks olanına binmek herkesin hakkı. Lakin gelir olmadığı zaman bunları yapmak ne mümkün?

         O yoksulluk yıllarını geride bıraktık. Bıraktık ama içimizde acısı kaldı. Her ekmeği aldığımızda o yoksulluk günleri geliyor aklımıza.

         Şimdi yoksulluğu evlerimizden ve çevremizden kovmak için var gücümüzle çalışmalıyız. Anne ve babamızı rahat bırakmalıyız. Geçim saçları güzel taramak, elbiseyi ütülü giyinmekle olmuyor. Ter anlınızdan aksın. İş elbiselerinizi giyin. Üretin. Başkalarına muhtaç olmayın. Bakın o zaman evinizde ne kadar kadir ve kıymetiniz olacak.

         "Bizim de yükümüz ağırdı ama,

         Kimseye gel taşı demedik."

         Dayanılması en zor acılar, insanın içinde gizlediği acılardır. Biz acıları yüreğimize gömdük. Şimdi herkes güzel giyiniyor, güzel besleniyor, güzel de geziyor.

         Unutmayın!

         "Kötü günlerin iyi tarafları da vardır. İnsanları tanırsın.

         Özellikle yanında sandıklarını.

         Eviniz de mutluluk ve huzur hiç eksik olmasın. Yüce Allah'tan ne diliyorsanız onu versin. Biz o sıkıntılı günleri gördük, sizler hep iyi ve güzel yaşayın. Yüreğimin selamı var o kocaman yüreklerinize hoş kalın, hoşça kalın...