Zamanla yarışmak için yazmıyorum. Zamanın hep yetersiz ve yazacaklarımın hep eksik kalacağını biliyorum. Zamanı geçirmek, tüketmek değildir derdim, doldurmaktır amacım. Boşa akıp gitmesinin ıstırabını azaltmaktır çabam…
Çürümüş, yozlaşmış, sahte bir geçmiş üzerine gerçek bir gelecek kuramazsınız. Öncelikle geçmişi; bütün kötülüklerinden, arsızlıklarından, soysuzluklarından, yalanlarından, imhalarından, inkârlarından, kıyımlarından… kurtarmak gerekir. Gelecek için bugünün bütün yollarının ve araçlarının temizlendiği, umutlarının kararmadığı, ışığın parıldadığı, karanlığın geçmişte kaldığı bir gün ve yol…
Geçmiş bir yerlerde çakılı kalmıyor. İnsanın gittiği yere beraberinde gidiyor. O geçmişin bir bölümü veya tamamı lanetlenmiş ve hüzünlü de olsa yanında taşırsın. Farkında olmadan gittiğin her yerde bakmaya korktuğun ayna misali puslu, sisli, gri de olsa seninledir. Üzerine yapışmış olan, kimliğinin ve kişiliğinin bir parçasına dönüşen o geçmiş belki de ışığın olur, kim bilir ki!...”Anlamlı bir hayat zorluklar içinde geçse de son derece tatmin edici olabilir.” Bu nedenle geçmişin acıları, hüzünleri, eziyetleri… geride bırakılırsa ve hayata bir başka pencereden bakılırsa mutluluğun sırrına ulaşılır veya geçmiş anılmaya değer hale gelebilir. Kendimizle taşıdığımız her anın ve olayın bizim bir parçamız olduğu gerçeğini unutmadan… Bütün yolculuklarımızın, arayışlarımızın geçmişe yönelmesinin bir nedeni de bizi içinde barındırmış olmasıdır.
Yaşamak için sağlıklı olmak değil, istekli olmak gerekir. Yaşam isteğe bağlıdır. Siz o arzuyu kaybetmişseniz zaten ölmüşsünüz demektir. Her neyse… Hayalleriniz, umutlarınız ve bunları gerçekleştirmek için iradeniz yoksa yaşamın anlamı var mıdır? Yaşadığınız ve yaşattığınız bütün rezillikler, pespayelikler, alçaklıklar, kepazelikler, aldatmalar sizde küçük bir vicdan sızlanması yaratmıyorsa utancınızla baş başa bırakıyorum sizi… Siz öyle bir çukurdasınız ki, tarifinde hicap duyuyor olsam da Saddam çukurundasınız. Rezilliğin dibinde… Bütün küstahlıklarınız, tehditleriniz, düşürülmüşlüğünüz ve benzeri aşağılık bir duyguyla çürümüşsünüz demektir. Mabedinizin ışıldayan ışıkları altında bir hiçsiniz.
İnsanın kendisinden nefret etmesi nasıl bir duygudur bilir misiniz? Sanırım siz o kötülüklerinize karşılık hep başkalarından nefret ettiğinizden içinizde taşıdığınız, bedeninizin kendisi olan o duygunun anlamını kavrayacak, hakkını verecek durumda değilsiniz. Ancak, geç kalmış sayılmazsınız. O ölüm anının, o sonun acısını yaşamadan önce o duygudan kurtulmanızı öneririm.
Zaman kavramı yok. Zaten zamanın kendisi de yok. Ben yitireli ne kadar zaman geçti onu da bilmiyorum. Uyku ile uyanıklık arası geçen dilimin hangisinin, ne olduğunun ayrımına aydınlık ve karanlık kadar uzağım. Zamanı yitireli hangisinin daha anlamlı olduğuyla da ilgilenmiyorum. Rutine dönüşen bir yaşamın rutinliği içerisinde keyifsizce, zevksizce, umutsuzca, bir şeyi sorgulamadan ve sormadan keyif, zevk almaya, mutlu olmaya çalışıyorum. Bu zıt duyguların karmaşasına tutsak veya mecbur olmuşken, umursamadan olanların ve olayların akışına bırakıyorum kendimi…. Nereye gideceğimi, nasıl sonuçlanacağını merak etmeden sürükleniyorum nehrin durulmuş sularına karışıp okyanusun enginliğine ulaşmayı amaçlıyorum. Fırtına öncesi sessizliğin sesini dinliyorum. Cılız, derinden gelen, uykunun sersemliğinden akan o ses gibi… Duru, sakin… Ancak bazen sinirleniyorum.
Bu yazdıklarıma da yansıyor. Çok sert, sorgulayıcı, hatta yargılayıp hüküm verici sözcüklerle ulaşmaya çalışma hali… Bu halimi çok sevdiğimi söyleyemem. Yine de kendimi alıkoyamıyorum.
Sıradan günlük yaşamlarımızla yüzleşmek birçoğumuz için inanılmaz güçtür. Kimimiz korkuyla, kimimiz utançla, kimimiz hiçlikle, kimimiz boşlukla karşılaşmaktan çekiniriz, ürkeriz ve yüzleşmelerimizi sürekli erteleriz. Her ertelemenin daha büyük sorunlara, yüklere yol açtığını bilmekle birlikte yine de uzak dururuz aynaya bakmaya… Aynadaki görüntünün yüreğimize kazınmasından, ruhumuzu ele geçirmesinden kaçınırız. Ancak, geçmişin gerçeği orada öylece duruyor ve bize bakıyor. Kızgın, kırgın, sinirli, umutlu, ışıltılı, sakin… birbirinin zıttı duyguların hangisinin kontrolüne gireceğimizi belirleyen de biziz. Aslında kendimizle yüzleşmekten daha anlamlı bir şey düşünemiyorum. İnsan bünyesinde iki şeyi barındırır; zeka ve cesaret. Bu sıradanlığın ötesine geçmektir. Zeka ve cesaretin toplamından oluşan enerjinin yarattığı gücün derinliğini ve yoğunluğunu ise size bırakıyorum.
Yazarken; korkulardan ve zaaflardan arınmayı amaçladığımı belirtmiştim bir yerlerde. Bazen tekrara düşse ve dönüşse de kararlılığı sergilemekte yarar vardır. Sözcüklerin yumuşaklığına, cümlelerin naifliğine bakmayın siz, içindeki anlama ve vurguya bakın veya onu arayıp bulun. Sloganvari, ajitasyonlarla propaganda dilinin çekilmezliğini ve iç karartıcı yönünü size bırakarak, uzak durmaya çalışıyorum.