Emperyalistler kurdukları kapitalist düzeni sürdürebilmek için insanlara empoze-ettikleri kredi-kartı furyası biranda insanları cezbederek hayatlarına girdiğinde, insanlar bunun ne işe yaradığını anlamadan ve sorgulamadan cüzdanın bir bölmesinin içine gizlenmiş kolay yoldan harcama sağlayacağı bir fırsatmış gibi görmeye ve harcamalarını bu yoldan yapmaya başladı. Harcamalarını yaparken asıl düşünce ayın başı geldiğinde maaşına denk düşürüp, maaşını kartlara aktarmasıydı insanların amacı. Maalesef ki globalleşen burjuvazi sistemin insanlara sunduğu değişik alışveriş sisteminde, özellikle maaşını hesaplı harcamaya gayret eden alt gelir gruplarını daha fazla paralar harcaması için onları teşvik etmeye başladı. Her gün kendini yenileyen alışveriş piyasasındaki yenilikler eskileri atıp yerine yenilerini almaya bizleri zorlar hale geldi. Bu da üretenden çok tüketen bir sınıfı doğurdu ne yazık ki. Özellikle teknolojinin gelişmesiyle beraber özellikle iletişim sektöründeki arz artmaya başlayınca, insanlar ellerindekilerle yetinmedikleri için yurtdışına giderek telefon alacak kadar çığırından çıktı maalesef. Bu da kredilerin ve kredi kartlarına olan talebi artırdığından bunlar banlar tarafından mantar gibi her yere yayılmış vaziyette. Önceleri insanların kolay para çekme işlemini rahat yapsınlar diye başlatılan bankamatikten para çekme sitemini geliştirdikten sonra, kredi kartıyla alışveriş kolaylığını ülkesinin vatandaşıyla denedi ve bunun ilgi çeken bir yöntem olduğunu gören kapitalistler, tüm dünyaya bir nimetmiş gibi göstererek yaymaya ve rahatlık ve konforlu bir yaşayış sunduklarını kabul ettirdiler. Tıpkı Corona, AİDS, domuz gribi, deli dana ve tavuk ve kuş gribi hastalıklarını aşı pazarlaması yaptıkları gibi dünyaya yaydılar. Yayarken de aynı anda aşılarını ürettiler Asya, Avrupa, Afrika, Orta Amerika ve Arap dünyasıyla bizlere ürettikleri aşıları pazarladılar. Oysa bu hastalıkların çıktığı noktalar belliyken diğer ülkeler yayılmayı önlemek için sınır giriş çıkış kapılarını kapatarak bu ülkelerden gelecek biyolojik etkileri önleyebilirlerdi. Girişler de hıfzıssıhhaya birimleri yerleştirilerek dışarıdan gelen yolcular yapılan tetkikler sonucuna göre ülkeye girişleri sağlanabilirdi. Haa Coronayı farklı değerlendirirseniz eğer ilk bu hastalık çıktığında ben yazmıştım. Bu hastalık laboratuvarlarda üretildi diye. Artık dünyayı yöneten büyük olduğunu iddia eden devletler, silahlarla savaş yapmak yerine artık soğuk savaşlar yaparken kimyasal silahlar üzerinden veya laboratuvarlarda ürettikleri bir virüsle sivil insanların canına kasteder oldular. gücünü ortaya koymanın en kolay hali bu oldu maalesef. İşte bu kredi kartlarına da bizleri alıştırma sebepleri de buna benzer bir durum. "Yani hastalık mı dediğinizi duyar gibiyim. Evet içinden nasıl çıkılacağı bilinmeyen bir virüs. Çünkü bizleri harcama yaparken kolaycılığa alıştıran sistem, hiç para harcamadan alışverişi yaptığımıza da bizleri inandırdılar ne yazık ki.
Bir başka önemli konu ise; bugün yapay zekâ yöntemiyle insanların düşünmelerinin önüne geçme çabasını güttüklerine şahitlik ediyorum. “Ediyorum diyorum” çünkü toplum tıpkı yukarıdaki kredi kartlarının sağladığı kolaylığı zamanında araştırıp sorgulama gereğini duymadığı için, aynı şekilde de yapay zekanın sağladığı kolaylığı da sorgulamak yerine sanki karşısında kendi zekasından daha üstün bir zekaya sahip biri varmış gibi abartarak kullanıyor. Oysa yapay zekayı icat eden de bir insan en nihayetinde. İnsan zekasının başaramadığını yapay zekâ yoluyla başardıklarını düşünenler aslında yine insan zekasının devreye girdiğini görmeyecek kadar aptal bir görünüm sergilemekteler. Yapay zekâ ile elde ettikleriniz sizin zekanızın önüne geçtiğini varsayarsak eğer, o yolla belki de kabiliyetinizi, becerinizi ve yeteneklerinizi elinizden almak istiyor olabilirler mi sizce? Niye böyle dediğime gelirsek; ben kitap fuarlarında karşılaştığım gençlerin ve orta yaş insanlarının benimle görüşerek kitap yazmak istediklerini, ancak ve maalesef yazmaya cesaret demediklerini söylediklerine şahit olurken, ancak yapay zekâ sayesinde birkaç deneme yaptıklarını ama ne yazık ki istekleri gibi olmadığını itiraf etmeleri bir nebze olsun içime su serpiyor. En azından yapamadığını itiraf etmeleri dürüstlük örneği olmuş oluyor. Veya şöyle diyen de oluyor, yapay zekaya konuyu veriyorsunuz o size istediğiniz şekilde kitabı yazıp veriyor. Peki sizin kendi yazacağınız kitaba vereceğiniz duyguyu size hissettiriyor mu? “Sanmıyorum.” Çünkü siz yazarken kalbinizden geçen en içten samimi duygularınızı kâğıda yansıyorsunuz. Kitabın içindeki kahramanlardan biri sizmişsiniz gibi romanınıza hayat veriyorsunuz. Yapay zekâ ise sizde var olan duyguyu, hissi oraya verir mi? bunu isterseniz bir kez daha iyicene düşünün derim. Size ne sunulursa sunulsun önce kalbinizle ve beyninizle sorgularsanız ancak o zaman kesin sonuca ulaşırsınız. Bilgi sahibi olmayabilirsiniz, böyle bir şey sizin araştırma yapmanıza bir engel teşkil etmez. Böyle şeyler robotik durumla beraber yakın zamanda tüm insanlığı tembelleştirir. Buna evden çalışma sistemini de eklersek. Dünya kısır döngüye girmesi an meselesi. Bir başka önemli konu, hayatımıza sokulmak istenilen robotlar! Robotlarla ilgili olarak bir zamanlar Amerikan yapımı bir film izlemiştim. O film de insanlar robotların işlerin yerine geçerek onların işlerini yapması patronları belli bir süreliğine mutlu ediyor. Bu sevindirici durum zamanla işten atılan işçilerin açlığa sefalete itilmesine sebep olduğu görülüyor. Ailelerin bölünüp parçalanmana ayrılmaya da sebebiyet veriyordu. Bir zamandan sonra robotlar insan gücü ve aklıyla aynı şekilde hareket etmediğini görünce patronlar, işçilerin fabrika da yeniden işbaşı yapıp çalışmaları için çağrıda bulunuyorlar. Bu hikâyeden anlayacağımız şu; bize dayatılan teknolojiyi tüm hatlarıyla değerlendirmemiz gerekiyor. Peki bize teknolojik beklentilerimize karşılık versin diye imkânı sunan kim? Düşünen beyin, yani insan aklı. Demek ki denetlenmesi gereken insan beyni. Eğer yapılan bir yanlış varsa bu insanların kötü niyetini ortaya koyuyor. Kredi kartları kullanmayan hiç kimse yok. On altı bin TL alan emeklinin de köydeki çiftçinin de cebinde nakit para yerine kredi kartı taşıdığın eminim. Sokağa çıkın cebinde nakit parası olan çok çok az insana rastlarsınız. Artık nakit paranın yerini alan kredi kartları şuursuzca alışveriş yaptırdıktan sonra "nasıl olsa ödersin. Ödeme güçlüğü çekersen maaşın var veya malın var bankalar gider bankadan krediye başvurunca sana kredi verirler. Sen çektiğin krediyle, kredi kartı borcunu ödersin diyen içimizdeki şeytan yüzünden, evlilikler bitiyor, evler arabalar satılıyor, maaşlara icra kanalıyla el konuluyor. Peki bunun sorumlusu kredi kartlarını bize veren banka mı sizce? Onların bu. Sadece banka da müşterilerle iletişim kuran çalışanlar. onlar kartları bizlere sattıkları zaman karşılığında primler alıyorlar. Satarken de ne diyorlar, "siz alın bu kartı kullanmak zorunda değilsiniz! Kullanmadığınız sürece size kart parası da gelmeyecek ve herhangi bir borçta çıkmayacak.” Türünde birçok zırva sözle sizleri hipnoz ederler. Ama bilmiyoruz ki cebinde, arabasının koltuğunun altında, silah, bıçak veya sopa saklayan magandaların, ufacık bir tartışmada güvence olarak görüp insanlara saldırıp, sonra sonuçlarını hesaba katmadan fevri davrandığından ya hapis ya da mezarlığı boylamış olmaları ölüm ve hapis cezasıyla sonuçlanan vahim durumlarla karşı karşıya kalmaktalar. Eve gelen kredi kartını güvence görüp sıkıştığında o kartı bilinçsizce kullanmaya başlarlar. Ödeme zamanı gelince de karınları ağrımaya deli koyun gibi sağa sola koşturmaya başlarlar. Gecesini uykusuz geçirmeye başlarlar. "Ben kredi kartı borcunu nasıl ödeyeceğim derdine düşerler. Sağ olsun kredi kartlarını ve kredilerini ödeyemeyenler için maliye bakanlığı ile hükmet tarafından yeni bir düzenleme yapıldı. Adına da "YENİDEN YAPILANDIRMA" denilen bu ödeme seçenekleri sayesinde insanlar borçlarını yapılandırdı. Ama bankalarda şunu gördüm; insanlar yapılandırdıkları borçlarını tekrar bir daha yapılandırma yapmak için bankalara koşuşturuyorlar. “Bir kez daha yapılandırma yapıldığını sizin bankanızın müşteri hizmetleriyle görüştüm öğrendim. Onlar da bana gidin şubenize görüşün size yardımcı olsunlar” diyerek bankaya tekrar müracaat ettiklerini gördüm. Bu da şu demek oluyor, insanlar için kredi ve kredi kartlarının iyi niyetle sunulmuş seçenekleri vatandaşı borçtan kurtarmıyor. Bu yapılandırmanın toplumu mutlu etmediği gibi borçlardan da kurtarmadığının bir göstergesi. Bunun bir tek sebebi yok birçok sebebi var;
Yapılandırma yapılırken uygulanan faiz %4- 5 gibi yüksek oranları buluyor. İnsanlara ödenmeyen borçlarını bu şekilde ödeme kolaylığı tanınırken, uygulanan faiz oranın hiç o yönde bir faydası olmadığıdır. Örneğin, (10)'.TL borcu olan yapılandırmaya gittiği zaman borcunu ödemek için bu defa on beş (15)'.TL ödemek zorunda kalacak.
İnsanların kredi ve kredi kartlarına kardeşine güvenir gibi güvendiklerini görmek üzücü bir şey. “Gidip de muhannete muhtaç olacağıma cebimdeki kredi kartına ve bankaların bana vereceği krediye güvenirim” dediğinde, aslında bataklığın dibine doğru gömülmeye başladığını farkında olmadığınızı görüyoruz. Bu kredilere olan aşırı güvenin sonuçlarını hesap etmemeleri mudileri kuyunun dibine sokması. Farkında olmadığımız şey güle oynaya kullandığımız kredi kartları bizi vezir etmediği, aksine rezil ettiğidir. Yani dostlarım bankalar tarafından vatandaşa sunulan kolay imkanların getirisini iyi hesap etmelisiniz. Haaa bana soracak olursanız eğer, eskiler ben küçükken şöyle delerken duyardım; "sakın bankalara yakanızı kaptırmayın, yoksa ömür boyu bankalara borç ödemek zorunda kalırsınız” dediklerini çokça duyduğum.