Kötülüğün Kaynağı

İnsanoğlu tarih boyunca kötülüğün kaynağını çoğu zaman kendinden uzaklarda aradı. Efsaneler, mitler ve dini anlatılar; Şeytanı daima insanın dışında, başka bir âlemde konumlandırdı. Bu nedenle “Cehennem” göz önünde canlandığında, kötülüğün bir yerde toplandığı fikrine dayanır.

Ancak bugün dünyanın gidişatı, toplumsal davranışların çöküşü ve insanın kendi vicdanıyla kurduğu zayıf bağ, bize sarsıcı bir gerçeği gösteriyor.

Cehennem boş olabilir, çünkü kötülük artık insanın içinde...

Öyle bir zamandayız ki kötülük artık uzak bir kavram değil.

Zira modern Dünyanın karanlığı içindeyiz.

Bugün kötülük; savaşların, ekonomik krizlerin, toplumsal bölünmelerin, sosyal medya nefretinin ve günlük hayatın sıradanlaşmış adaletsizliklerinin içinde yaşıyor. Doğa tahrip ediliyor, merhamet yıpranıyor, adalet aşınıyor.

Eskiden kötülük istisnaydı; bugün sıradanlık haline geldi.

İnsan, sorumluluğu dış güçlere yüklemenin rahatlığıyla kendi vicdanının uyarılarını susturdu. Böylece “şeytan” dışarıdan gelen bir varlık olmaktan çok, insanın davranışlarında ete kemiğe büründü.

Filozof Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlaşması” tezi, bu çağın gerçekliğini neredeyse noktasına virgülüne kadar açıklıyor.

Kötülük artık büyük bir patlama ile değil;

işini kötü yapmakla,

doğruyu görüp susmakla,

adaletin peşine düşmemekle,

iyiliğe omuz vermemekle,

zulme alışmakla

yayılıyor.

Arendt’in dediği gibi, "kötülük çoğu zaman şeytani bir zekâdan değil; düşünmeyen, sorgulamayan, sorumluluk almayan" insanlardan doğuyor...

Cehennem boş; bütün şeytanlar burada ifadesi aslında bize aynayı tutuyor. Kötülük, şeytanî bir güç değil;

Öfkeden beslenen nefret,

çıkarın ahlakı yenmesi,

hırsın aklı kör etmesi,

empatinin yitirilmesi

gibi insan kaynaklı zaaflar.

Şeytan, insanın bencil tercihleriyle kendini gösteriyor.

Bu nedenle asıl cehennem, dışarıdaki bir yer değil; insanın vicdanını kaybettiği andır.

Bugün kötülük, bireysel tercihlerden toplumsal yapılara kadar geniş bir alana yayılmış durumda:

Siyasetten medyaya, hakikati kendi yararına kullanıyor.

Ekonomik adaletsizlikler, toplumda görünmez bir öfke yaratıyor.

Aile yapıları, sevgi yerine suçlama ve hesaplaşma ile çöküyor.

Gençlik, değer krizinin ortasında yolunu kaybediyor.

Birey, insani bağlarını dijital yalnızlık içinde tüketiyor.

Bu nedenle kötülük artık sadece bireylerin iç dünyasında değil, toplumsal sistemlerin içinde örgütlenmiş durumda.

Kötülüğü büyüten şey, çoğu zaman kötülüğün şiddeti değil; iyilerin sessizliğidir.

İnsanlar çoğu zaman kötülükle savaşmak yerine ona alışmayı seçiyor.

Bu da kötülüğü meşrulaştırıyor, yaygınlaştırıyor ve

sıradanlaştırıyor.

Kötülük sadece bireysel ya da kültürel bir olgu değildir; yapısaldır.

Ekonomik eşitsizlikler, sınıfsal ayrışmalar, güvencesizlik ve yoksulluk; kötülüğün sosyal üretim merkezleridir.

Umudun kaybolduğu yerde öfke,

Gelecek güvencesinin tükendiği yerde hırs,

Adaletsizliğin olduğu yerde şiddet gelişir.

En büyük cehennem, kötülüğe karşı duyarsızlaşmış bir toplumdur.

Vicdanı yeniden uyandırmak,

adalete sahip çıkmak,

hakikati eğip bükmemek,

merhameti toplumsal bir değer olarak korumak,

insanın insana zarar vermemesini ilke haline getirmek

zorundayız.

İyilik, bugün her zamankinden daha cesur bir eylemdir.

Kötülüğün kaynağı olarak dış güçleri işaret etmek artık bir kaçıştır.Kötülük bireyden değil, toplumsal aktarımdan beslenir.

Toplumsal değerlerin çözülmesi, kötülüğün sıradanlaşmasının en belirgin göstergelerinden biridir.

Gerçek mücadele, insanın kendi içindeki şeytanlarla yüzleşmesidir.