1970’li yılların başı; köyümüz yaklaşık 200 hane, nüfus 1000’den fazla, köyün geçimi çiftçilik ve hayvancılık, arazi verimsiz, hayvancılık başlıca geçim kaynağıdır. Arazideki gelir yağmura bağlı olduğundan köylünün yüzü fazla gülmezdi, bahar yağmurları umut oluyor, ekmek olmuyordu. Köyde daha çok hayvancılık yapılıyor, herkesin büyük ve küçükbaş hayvanı vardı. Her hayvanın yaptığı doğum, köylünün katığının biraz daha artması demekti, çok çalışıyorlar, elleri hamurdu ama buna rağmen karınları açtı.
Köylümüz Hasan amca arazisinden ancak ununu, bulgurunu, hayvanlarının yemini, samanını temin edebiliyordu. Bir oğlu, iki kızı vardı. Oğlu hayvancılıkla uğraşıyor, büyük kızı Zeynep 18, küçük kızı da 10 yaşındaydı. Hasan amca aklı başında, ince düşünen, farklı, herkesin de saygı duyduğu bir insandı.
Köylünün yüzünü bahar yağmurları yine güldürmemişti. Tek dayanak hayvancılıktı, doğacak her hayvan mutluluktu, bereketti. Hasan amcanın ineklerinin beşi buzaladı, buzağının birisi o kadar sevimliydi ki sanki evin altıncı horantası, dişi olması da ayrı bir sevinçti. Buzağının gövdesi gri, kafası beyazdı. Buzağılar 5 aylık dana olmuştu, Zeynep, ağabeyine yardım amacıyla eve yakın otlaklarda danaları otlatıyor, köydeki genç kızlar da yanına geliyor, hoşça vakit geçiriyorlardı.
Zeynep duvar diplerinde danaları gezdirirken danalar birden irkilip kaçmaya başladılar, Zeynep de peşlerinden koşarken ayağı takıldı, çukura düştü. Feryat ediyordu, annesi yetişti, kolunu kaldıramıyor, eli yüzü kanlar içindeydi, Nazmi amcanın traktörü ile ilçedeki sağlık ocağına götürdüler, kolu kırılmış, yüzünde çizikler oluşmuştu, akşama doğru köye gelebildiler. Kolundaki alçıyı 4-5 ay sonra çıkardılar, yüzündeki çizikler uzun süre geçmedi, yaklaşık bir sene sonra normal hayatına dönebildi.
Zeynep gösterişli, beyaz tenli, güzel bir kızdı, artık evlenme vakti de gelmişti, köydeki birkaç delikanlının annesi, Zeynep’in annesine duyuruyordu, ağabeyi de taliplilerin olduğunu duydu, annesi ile babasına Zeynep’e köydeki kızlar lâkap taktılar; “Buzağı Zeynep” diyorlarmış, babası ile annesi de üzüldüler, yapacak da bir şeyleri yoktu. Annesi, Hasan amcaya “Zeynep’e talip olan birkaç kişi var”, deyince, “Zeynep’i bu köye gelin vermem, yıllar geçse de hasetlik edenler bunu konuşur. Daha sonra büyütürler, inek oldu, derler.” Köyde talip olanlara olumsuz cevap verdiler. Kenetlendiler, yanlış karar vererek üzülmek istemiyorlardı.
Üzüntülü bekleyiş mutluluk getirdi, altı ay geçmedi, Hasan amcanın, ilçede esnaflık yapan asker arkadaşının oğlu ile Zeynep nişanlandı, kısa sürede düğünlerini yaptılar, Zeynep şehirli olmuştu, Hasan amca ile hanımı doğru karar vermişlerdi. Kızlarının mutluluğu onların da mutluluğu olmuştu. Köylerindeki kızlar her gün bir başkasına lâkap takıp duvar diplerinde oturuyordu. Akıllı ve ince düşünen Hasan amca, olumsuz lâkap yakıştırmasını mutluluğa dönüştürdü, torun sevmeye bile başladı. Köyünü seviyor ancak cahil köylülerinden korkuyordu.
[Okuduğunuz yukarıdaki hikâye; hayatım boyunca bana rehberlik eden, kendisinden çok şey öğrendiğim, büyüğüm, abim Mahmut Yıldız’ın edebi ve mizahi hislerinin küçük bir kısmıdır.]