Atamızın gelişinin yıldönümü bu etkinliklerle kutlanacak Atamızın gelişinin yıldönümü bu etkinliklerle kutlanacak

Kırşehirli Yazar'dan

Kırşehir Anıları kitabı   

 

Tuncay Aymelek: Kırşehir; İlk İntibaların Şehri

      Kırşehirli Edebi yazar Tuncay Aymelek, çıkardığı üç kitabının ardından gazetemiz "Kırşehir Çiğdem" muhabirine Kırşehir anılarını ve izlenimlerini anlattı.

Çocukluk dönemlerini Kırşehir'de geçiren ve ardından şehir dışında yaşamını sürdüren Yazar Aymelek, Kırşehir'e gönülden bağlı olup her alanda sahip çıktığını belirterek, röportajımızda şu ifadelere yer verdi:

                "Çocuk kalbimizin edindiği ilk intibalar, benliğimizde de ilk ve en derin izleri bırakırlar. Benim çocukluğumun en belirgin hatıraları ise Kırşehir’de, yatılı okul günleri ve büyük anamın dairesine ait olanlardır. Bunlar bazen, adeta bir sevgilinin hayali gibi ruhumu kaplar ve içimden bir şarkı mırıldanmadan anımsayamam. Bu itibarla Kırşehir, benim gözümden bakıldığında, yatılı okul günleri ve vefat eden büyükannem demektir. Her sokakta, kaldırım taşında yaşlı kadının izleri ve yatılı okulun hatıraları vardır. Sonradan, uzun seneler şehrin dışında yaşadım ama izinli bulunduğum zamanlarda da, genellikle büyükannemde kaldım. İlkin çocukken gönderildiğim yatılı okuldan bahsedeyim. Bir Kur’an Kursuydu bu. Kırşehir’in ıssız bir yerinde değil aksine en işlek yerinde, minaresiz, basık tavanlı bir camiye bitişik, üç katlı müstakil bir ev görünümündeydi. Lakin itiraf ederim ki bu okul benim açımdan, hem hazin, hem de mutlu hatıralarla doludur. Doğrusu ya, orada kaldığım sekiz ay boyunca bir defacık olsun, büyük annem dışında ziyaretime gelen olmamıştı! Okulun bahçesinde, civar köylerden gelmiş çocuklar gibi duvar diplerinde çömelip, aile özlemiyle, vakitli vakitsiz ağlamazdım ama benim de zaman zaman, hiç nedensiz, boynum bükülürdü. Çünkü eve ayda iki gün gidebiliyordum sadece. O sebepten kendimi terk edilmiş, sevilmeyen bir sokak kedisi gibi hissederdim. Zaten ben normal duyguları olan, normal bir çocuk değildim; okulda, dersten arta kalan zamanlarda tek başıma Kırşehir’in sokaklarına çıkar, kimseye kötülüğü olmayan uzun yürüyüşler yapardım. “Mutluluk Yürüyüşü” olarak adlandırdığım bu gezintilerde, kelimelerle anlatılması pek güç, bir topacın dönüşü gibi süratli, muhteşem bir hayaller şeridi gelip geçerdi gözlerimin önünden. Düş gücüme büyük tesiri olan bu hayaller, romancılık serüvenimde de başlangıç noktası oldu zaten. Hakçası, metnim ilerledikçe göreceksiniz ki, bahsettiğim uzun yürüyüşler, ilerde, büyük annem ile devam etti. Sanırım içimde Kırşehir’e karşı uyanan ilk hissi alaka da, bu devre tesadüf ediyor. Fazla olarak, o günlerde tavırlarıma vaktinden evvel bir ağır başlılık gelmişti: Harçlıklarımla Kırşehir’in yoksul kitapçılarından kendime dini kitaplar satın alıyor ve büyükannem kadar kuvvetli, manevi bir heyecanla, her fırsatta bunları okuyordum. Ayrıca yaşlı kadının ziyaretlerinde getirdiği küçük romanlarda vardı elimin altında. Nitekim yürümek isteyen bir ayakla, ayağın ritmine uyarak, düşünmek isteyen bir akıl, yazarlığıma istikamet verici bir etki yaptı. İkisi arasında birbirine meyleden, birbirini destekleyen, coşturan, yani fitilini ateşleyen bir bağ vardı sanki! Demek ki hareketli bir beden, hareketli bir akla da sebep oluyordu!

“Ölümüne yakın çok sık Kırşehir’de, büyük annemin evinde kaldım. Eski hükümet konağının yakınlarında, yedi katlı bir apartmanın üçüncü katında yaşıyordu. Onur Apartmanı… Bazı sabahlar uyandığım zaman, mutfaktan gelen Neşet Ertaş türküsünü dinleyerek pencereden, uzun uzun boş sokağı seyrederdim. Nemli, yağışlı günlerde şehrin içe işleyen bir hüznü vardı. Islanmış kaldırım taşları mutlu bir ışıkla parıldar, çöplerin kenarında suçlu suçlu bakan kediler dolaşırdı. Sanki o anlarda zaman ilerlemiyor, belki duruyor, çok defa da geriye gidiyordu. Aslında mutluydum çünkü hayatın anlamına dair esrarlı ve derin sezişler duyuyordum. Onur Apartmanı’na beş on adım mesafede, bir dört yol ağzında, eski bir sokak lambasının altındaki paslı metal bir levhada, ‘Dörtyol Bakkalı’ yazardı. Burası, civardaki evlerin ihtiyacını karşılayan, kalorifer dairesi gibi basık, yoksul, kerpiçten yapılma bir dükkândı. Bir gelin duvağı gibi beyaz, tül bir perde asılmış olan, yeşil boyalı alçak kapısı, demirden iri bir anahtar ile açılırdı. Bakkalı işleten sakin tabiatlı emekli asker Hilmi Bey, çeşitli vesilelerle, genellikle dükkâna bitişik evinde oturduğundan, müşteriler onu hep buradan çağırmak zorunda kalırlardı. Büyük anamla yaptığımız yürüyüşlerde genellikle bu dükkândan bir şeyler alırdım. Seneler sonra bir ikindi ezanı okunurken dükkâna tekrardan girdiğimde, içeriye sinmiş olan bir bakkal kokusu, her yanı çocukluğundan hatıralar taşıyan o mekânda beni mest etti ama sadece güzel anılarımı canlandırmakla kalmayıp, gönlüme, okuldaki bazı acı izlenimleri de, üstelik de ilk günkü tazelikleriyle serpmeye başladı. Acaba niçin? Şöyle düşündüm: “Öyleyse hatıralar açısından sadece iyi olan saklanır, acı veren şey de unutulur diyemeyiz. Çünkü bazen, bazı nedenlerden dolayı, kötü anıları da bir şimşek ışığının parlaması gibi anımsayıveriyoruz. Bellek yapısı gereği lüzumsuz olanı atma eğilimindedir evet ama kimi hatıralar beynimizde gizli kalırlar ve sonraları, pek de fark edilmeden öne çıkmaya başlarlar; herhalde geçen zaman içerisinde bu hatıralarımız daha fazla değer görmüşlerdir…"

(HABER: İLKNUR ÖNCÜ)

Editör: İlknur öncü