Hollanda’dan yurda dönüş yapan bir gurbetçi arkadaşım, bir sohbetimizde şöyle dedi:
“Biz orada birbirimize ‘Nerelisin?’ diye sormayız; ‘Kırşehir’in neresindensin?’ diye sorarız.”
Bu söz, kulağa bir şakalaşma gibi gelse de aslında gerçeğin karikatürize edilmiş hâli. Kırşehir’in, Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkeye ne denli büyük göç verdiğini gözler önüne seren bir cümle bu. Yani içinde hem hüzün hem de aidiyet barındırıyor.
Kırşehirliler o kadar saygılı, o kadar medenidir ki... Akıllı konuşan birini can kulağıyla dinlerler. Görüşlerine hemen karşı çıkmaz, o kişiyi ve fikirlerini yargılamadan anlamaya çalışırlar. Diyalogları, tartışmaktan çok anlamaya yöneliktir. Bu yüzden olsa gerek, herhangi bir konu gündeme geldiğinde “Doğruya doğru, eğriye eğri” diyebilme cesareti taşırlar.
Oysa günümüzde bu meziyet, giderek yitirilen bir kıymete dönüştü. Çünkü artık insanlar genellikle politik davranıyor; doğrudan çok, kendi çıkarlarına uygun olanı doğruymuş gibi savunuyor.
Demek ki bu kadim toprakların insanlarında hâlâ bir bilgelik var. Aksi hâlde, Kırşehir’in hem il hem ilçe yapıldığı; Ankara Hükümeti’ne böylesine yakın bir coğrafyada yerel iktidar değişikliklerinin yaşandığı bu tarihler nasıl mümkün olabilirdi?
Eğitim sıralamalarında hep üstlerde yer alır Kırşehir. Üst düzey bürokratlar arasında bir Kırşehirliye rastlama ihtimaliniz yüksektir. Şehir, nüfus olarak kalabalık sayılmaz ama neredeyse bir tatil beldesi gibi konumlanmıştır. İnsanları görkemli ve mağrur görünmeyi sever. Belki de bu yüzden hem giyim kuşamda hem ev düzeninde inceliklidirler. Dağ evlerini yazlık gibi kullanmaları, evlerin özenle döşenmiş olması, bakımlı parklar, temiz tuvaletler, güvenlikli alanlar... Kırşehir, hem çocuklar hem yetişkinler için adeta bir cazibe merkezidir.
Bu şehrin kendine has özelliklerinden biri de her ilçede aynı şivenin konuşulmamasıdır. Kırşehir’de tek bir ağızdan değil, ilçelere göre değişen renkli tonlardan söz edilir. Sakın ha, belediye başkanı Selahattin Ekicioğlu’nu dinleyip de “Kırşehir şivesi işte budur,” sanmayın. O sadece bir varyasyonu temsil eder. Bu şehirde, dilin bile yerel özgünlükleri vardır.
Ve elbette misafirperverlik...
Bir komşuya uğrayıp diğerini ihmal ederseniz, alınganlıkla karşılaşma ihtimaliniz yüksektir. Çünkü burada herkes kıymetlidir; eşit ölçüde hatırlanmak ister.
Ama her güzelliğin içinde ufak tezatlar da gizlidir.
Kırşehir’in içinden geçen yollar, genişliği ve ferahlığıyla insanı rahatlatır. Bu durum, zaman zaman sürücülerde bir hız alışkanlığına dönüşebiliyor. Boş yolların verdiği akıcılık hissi, farkında olmadan gaza biraz daha fazla basmaya teşvik edebiliyor insanı.
Hatta kimi zaman, arabasına oturan bazı kişilerin, kısa süreliğine de olsa, yayalık duyarlılığından uzaklaştığına tanıklık edilebiliyor. Bu, yalnızca buraya özgü değil; birçok şehirde yaşanan ortak bir denge arayışı aslında.
Ben de büyükşehirde işine aracımla gidip gelen biriyim. Ancak ne ilginçtir ki, burada yolların bu kadar açık ve sakin oluşu, bazen bana fazlasıyla hızlı gelmeye başladı.
Bu şehirde, sakinlik ile hız arasındaki o ince çizgi öyle bir iç içe geçiyor ki, insanın sürüş alışkanlıklarını bile yeniden düşünmesine sebep oluyor.
Ve belki de asıl mesele, memleketin adının değil, insana kattığı hâlin önemli olmasıdır.
Nereli olduğumuzu değil, nerede “insan” olduğumuzu sormamız gereken bir zamandayız.
Mesela... İlk başta çok şaşırdığım, sonra zamanla benimsediğim bir şey var:
Düğünlerde taktığınız takının bir tür emanet gibi görülmesi. Yani o gün siz birisine altın taktığınızda, ileride kendi düğününüzde onun da benzer şekilde karşılık vermesi beklenir. Başta bu alışkanlık bana biraz hesapçı gibi gelmişti. Ancak zamanla anladım ki, bu sadece karşılıklılık değil; aynı zamanda kişiye, ekonomik durumu ölçüsünde bir sorumluluk yükleyen, ilişkilerde dengeyi koruyan bir anlayış. Bu gelenek, ödünç alınan bir takının “işim bitti” denip unutulmasını da engelleyen bir tür sözsüz toplumsal hafızadır.
Belki de bu, Kırşehirlilerin o meşhur “doğruya doğru, eğriye eğri” diyebilme hâlinin hayatın içindeki yansımalarından biridir.
Sadece bir adet değil; vicdanın, hakkaniyetin ve karşılıklı sorumluluğun sürdüğü bir adalet zeminidir bu.
Ben de, beşerî ilişkilerimi bu farkındalıkla yeniden konumladım.
Ben nasıl ki kimde ne kadar varsam, o da bende o kadar var olmaya başlıyor.
Ne de olsa Kırşehir’e gelin gittik.
Yani oraya sadece evlenerek değil, borçlanarak da Kırşehirli olmaya başladık.