KIRŞEHİR ve ALİ EMİRÎ EFENDİ
Geçen asırda yaşayan bu değerli insan Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerinde görev yapmış, bu arada Kırşehir sancağında da uzun süre devlet hizmetinde bulunmuştur. Biliyoruz ki Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarında merkezî idareye bağlı en büyük idarî ünite vilâyetlerdir. Vilâyetler kadar önemli olan bir idarî ünite de yine o dönemlerde bağımsız sancaklardı. Bağımsız sancaklar veya mutasarrıflıklar o dönemde idarî fonksiyonları bakımından vilâyetlerden geri kalmazlardı. Çünkü onlar da doğrudan doğruya İstanbul'a bağlı idiler. Kayseri, Kırşehir gibi bağımsız sancaklar doğrudan İstanbul'a bağlı Orta Anadolu'nun önemli mahallî merkezlerinden idiler. Ali Emirî Efendi doğrudan İstanbul'a bağlı ve emirlerini Maliye Nezâreti'nden alan bir teşkilâtın Kırşehir temsilcisi idi. Hayatında hiç evlenmemiştir. Kendisini tamamiyle kitap okumaya ve kitap toplamaya hasretmiş, bu uğurda bütün güçlükleri yenmeyi bilmiştir.
KIRŞEHİR'DEN İSTANBUL'A KAĞNILARLA KİTAP TAŞIDI
Geçen asırda belli bir yaşta bulunan Kırşehirliler kağnılarla birçok kitabın İstanbul'a taşındığını söylerler. Bu iddiayı çeşitli vesilelerle işitmişizdir. İşte bu kitapları İstanbul'a götüren ve İstanbul'da ölümünden sonra büyük bir yazma eserler kütüphanesi kurulmasına aracı olan kişi Ali Emirî Efendi'dir. Bu kütüphane sonradan “Millet Kütüphanesi” adını almıştır.
Türk kütüphaneciliğine büyük katkılarda bulunan Ali Emirî Efendi'nin asıl büyük hizmeti doğu ve batı ilim âleminin ancak klâsik eserlerden isimlerini işittikleri birçok ölmez eseri kayıplıktan kurtararak bilim dünyasına sunmasıdır. Nitekim onun o güne kadar ilim âlemince kaybolmuş olarak bilinen Kâşgarlı Mahmud'un Divanü Lugati't-Türk adlı ilmî Türkçülüğün en büyük kaynağını teşkil eden eserini bulduğunu ve bu değerli eseri yayınlanması için derhal Maarif Nezâreti'ne emanet ettiğini biliyoruz. Bir Osmanlı paşasının kızına miras bıraktığı bu eser Beyazıt'taki sahafların eline geçmiş, buradan da değerli üstadın himmetiyle bilim dünyasına kazandırılmıştır.
Memnuniyetle belirtmeliyiz ki her şeye rağmen bu topraklar nice kitapsever, hattâ nice kitap ve kütüphane âşığı zevat yetiştirmiştir ve -sayıları giderek azalsa da- yetiştirmeye devam etmektedir. Şüphesiz bunların önde gelenlerinden biri de Ali Emirî Efendi’dir.
DİVANÜ LUGATİ'T-TÜRK'Ü KAYBOLMAKTAN KURTARDI
Ali Emirî Efendi kitaba olan aşkını “kitap” redifli gazelinin bir beytinde şöyle ifade eder:
Âşıkân mâşûk-ı gûnâgûna rabt-ı kalb eder
Ehl-i âşıkım ben de, mâşûk-ı güzînimdir kitab
(Âşıklar sevgililerine gönül verirler
Ben de âşığım, sevgilim de kitaptır)
Ali Emirî gerçekten bir kitap âşığıdır. Ve bu aşk Türk milletine iki emsalsiz mâşuk kazandırmıştır:
1- Divanü Lugati’t-Türk.
2- Millet Kütüphanesi.
Ali Emirî’nin kaybolup gitmekten kurtarıp Türk milletine armağan ettiği Divanü Lugati’t-Türk adlı eser -kendi ifadesiyle- bir kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak (güzellik) kazanmıştır. Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır, bundan sonra da yazılamaz. Bu kitaba hakikî kıymeti verilmek lâzım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez.
“MİLLET KÜTÜPHANESİ”NE 16.541 ESER BAĞIŞLADI
Ali Emirî Efendi kitaba olan tutkusunu ve “Fatih Millet Kütüphanesi”nin kuruluşunu şöyle anlatır:
“Bende kitap merakı dokuz yaşımda hâsıl olmuştur. Bugün tam altmış senedir ne gecem gece, ne gündüzüm gündüzdür. Ömrüm kâmilen bu merak arkasında koşmuştur. Şöyle ki: Diyarbakır’da bundan beş-altı yüz sene evvel tamam 1.040.000 (bir milyon kırkbin) cildi havî bir kütüphane bulunduğunu pederim ve akrabalarım bana hikâye ederlerdi. Çocukluk bu ya, böyle milyonluk bir kütüphane meydana getiremezsem bile karınca kararınca hiç olmazsa onbeş-yirmi bin ciltlik bir kütüphane meydana getirebilirim ya diyerek dokuz yaşımdan şimdiye kadar tam altmış sene oluyor, elime ne kadar para geçerse kâmilen kitap almaya hasr u tahsis etmeyi Cenâb-ı Hakk ile ahd ü misak eyledim. İşte o tarihten beri kitap almaya başladım. Bundan altı sene evvel kitaplarıma bir göz gezdirdim, onbin miktarından ziyade olduğunu tahmin ettim ve zaten ‘kâlû belâ’dan beri millet namına vakfetmiş olduğum bu kitapları kamuoyunun hizmetine sunmaya karar verdim.”
Böylece Ali Emirî Efendi’nin dişinden tırnağından arttırarak satın aldığı 12.127’si basma, 4.414’ü yazma olmak üzere toplam 16.541 eseri bağışlamasıyla 17 Nisan 1916’da “Millet Kütüphanesi” kurulmuştur. Bu kitapların arasında Kırşehir'den götürülen tarihî değerde eserlerin de bulunduğu bir gerçektir.
İşte, Kırşehir'le ilgili daha birçok anıyı yaşantısıyla sergileyen Ali Emirî böyle bir kişi idi. Millet Kütüphanesi'nin kurucusu Ali Emirî'ye sonsuz rahmetler ithaf ederken onu da pek âlâ bir Kırşehir büyüğü sayabiliriz.
Ve bu vesileyle de sorabiliriz: Kırşehrimizde şimdi kaç Ali Emirî vardır?
ARKA PENCERE... ARKA PENCERE... ARKA PENCERE...
İNÖNÜ DÖRT YAŞINDA KAYBETTİĞİ
OĞLUNUN MEZARI BAŞINDA
Mustafa Kemal'in en yakın arkadaşı, Kurtuluş Savaşımızın Garp Cephesi komutanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı, ikinci cumhurbaşkanı Mustafa İsmet İnönü...
İnönü savaşlarından sonra Batı Cephesi'nde de savaşı kazanmış, Yunanlılar'ı Polatlı ve Eskişehir'den sürmüş, Sakarya Meydan Muharebesi hazırlıklarında... Başkomutan Mustafa Kemal'le sürekli temas halindedir. Şafakta Sakarya'ya hareket edecektir.
Öğleden sonra Malatya'dan bir telgraf gelir, okur, gözlerinden yaşlar süzülür. Âfet İnan "Paşam, kötü bir şey mi?" oldu der, fakat İnönü ses vermez, odasına çekilir.
İnan telgrafı okur, derhal Mustafa Kemal'e iletir. Aldığı cevap: "Hemen Malatya'ya hareket etsin."
Ertesi gün İsmet İnönü Sakarya'da Mustafa Kemal'in karşısındadır.
Mustafa Kemal sorar: "İsmet, burada ne işin var senin? Malatya'da olman gerekirdi."
İnönü "Paşam, önce vatan!" der.
İşte bu mezarda yatan İnönü'nün sadece iki kez görebildiği dört yaşındaki oğlu İzzet'tir.
Vatan ve milleti uğruna oğlunun cenazesine gidemeyen asker ve devlet adamı İnönü'yü saygı, sevgi ve minnetle anıyoruz.