Dr. Öğr. Üyesi Erol ÜLGEN

İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı. [email protected]/ [email protected]

İlhan Kılıçözlü, 1 Eylül 1928[1] tarihinde Kırşehir’in Kayabaşı Mahallesi Ağalar Sokağı’ndaki 10 numaralı evde dünyaya gelir. Dedesi Hüseyinbeyoğulları’ndan mücellit ve mahalle camisinde imamlık da yapan Ahmet Hoca’dır. Babası, öğretmenlik ve Belediye Başkanlığı (1964-1968) da yapmış olan Ziya Bey, annesi Hayriye Hanım’dır. Birinci sınıfı İnönü İlkokulunda, ikinci sınıfı Yeşilyurt İlkokulunda sürdürürken babasının görev yaptığı Kale Ortaokulu öğretmenlerinden Sırrı Bey ile birkaç öğretmen kavgaya karışır. Bunun üzerine görevlendirilmiş bir müfettiş gelir, soruşturma yapar. Soruşturmanın sonunda Sırrı Bey’i ve diğerlerini başka şehirlere, babasını da Mardin’e sürgün eder. O yıllarda ulaşım zorluğu vardır. Aile 1936 yılında Mardin’e gitmek için önce Yerköy’e gider. Yerköy’den trenle Diyarbakır’a, Diyarbakır’dan da haftada bir sefer yapan otobüsle Mardin’e ulaşırlar. Mardin, çocuk yaştaki İlhan Kılıçözlü’ye çok farklı görünür. Sokakları dar, evleri taştandır. İlk dikkatini çeken evlerde tuvaletin ve çeşmenin olmamasıdır. Su, eşeklere yüklenmiş gaz tenekeleriyle taşınmakta ve evlerdeki küplere doldurulmaktadır. Evlerde su ihtiyacı, bu küplerde biriktirilmiş sudan karşılanmaktadır. Kılıçözlü’nün dikkatini çeken bir diğer husus da o yıllarda Mardin’de şark çıbanı ve trahom hastalığının yaygın olmasıdır. Kılıçözlü Mardin Gazi İlkokulunda ilk öğrenimine devam eder ve tamamlar. Orta üçüncü sınıfa geçtiği sene babasının tayini Antakya’ya çıkar. Altı sene kaldıkları Mardin’den 1942 yılında ayrılıp Antakya’ya giderler, yerleşirler. Kılıçözlü’ye göre Antakya, Mardin’den mukayese edilemeyecek kadar farklı bir yerdir. Öncelikle yerleştikleri evde çeşme vardır. Anne adına ailenin tamamı çok mutludur. Ortaokula Antakya’da kaldığı yerden başlar ve başarıyla tamamlar. Ardından Antakya Erkek Lisesine girer ve buradan mezun olur. 1946 yılında İstanbul Tıp Fakültesine girer. Tıp Fakültesi öğrencisi iken, yaz aylarında Kırşehir Halkevinde yükseköğrenim gören gençlere fizik-kimya dersleri verir.[2] İstanbul’da öğrenciliği sırasında Kırşehir Öğrenim Gençliğine Yardım Derneğinde aktif görev alır. Kılıçözlü, İstanbul’da Kırşehir Kalkındırma Cemiyeti İstanbul Şubesinin kıymetli üyelerinden Ramazan Demirsoy, Memduh Erdemir, Vahit Çopuroğlu, Baki Baktır, Ethem Borucu, Muharrem Karamızrak, Kemal Yalçın, Hilmi Nural, Osman Nuri Ulusoy’la birlikte görev yapar.[3] 1952 yılında doktor unvanı ile İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesinden mezun olur.

Kılıçözlü, Kırşehir’e Hizmet Derneği’nin 4 Ocak 1953 tarihinde yapılan olağan kongresinde idare heyetine muhasip üye olarak girer. Bu derneğin başkanı ve diğer üyeleri şunlardır: Mustafa Hilmi Nural, başkan vekili Osman Nuri Ulusoy, genel sekreter Muammer Aydınol ve idare müdürü Baki Baktır, denetleme kurulu üyeleri de Muammer Soydaş, Muharrem Karamızrak ve Dişçi Nazar’dır.[4] Askerlik hizmetini 1952-1955 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın doktoru olarak yapar. Hemen akabinde Amerika’ya gider ve New York State’in merkezinde 800 yataklı bir hastahanede çalışmaya başlar.[5] 1958 yılında kendisi gibi doktor olan Meral Hanım ile evlenir. 1964 yılında “Kemiklerde Sık Metastas Yapan Malignant Tümörler ve Metastaslarının Radiografik Görünüşleri” başlıklı teziyle ihtisasını/uzmanlığını tamamlar. Röntgen mütehassısı[6] Kılıçözlü, 1965 yılının Temmuz ayında Dahiliye mütehassısı eşi Meral Hanımla birlikte ihtisas için ABD’nin Buffalo şehrine gider.[7] İlhan Kılıçözlü ve eşi Meral Hanım, yedi yıldan beri yüksek ücretle çalıştıkları Amerika’dan memleket sevgisi ve vatan hasretine dayanamayıp Türkiye’ye dönerler.[8] 1974 yılında mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında göreve başlar. 1976 yılında “Habis Mesane Tümörlerinin Hipogastrik Arteriyografi ve Lenfenjiyografi ile Değerlendirilmesi” başlıklı tezini yazar ve bu teziyle 1979 yılında doçent olur. Aynı yıl “Anjiyografi cihazının görev yaptığı bölüme gelmesini sağlar ve kendisi de girişimsel radyoloji alanında önemli çalışmalar yapar.”[9] Gerçek bir vatansever, gerçek bir Türkçü, Türk milliyetçisi olan İlhan Kılıçözlü, meslek hayatı boyunca hastalarına ve öğrencilerine karşı gösterdiği sıcak alâka sebebiyle kendisini sevdirmeyi bilir.[10] 1982 yılında da “Arter Hastalıklarının Arteriyografik Bulgularla Yeniden Sınıflandırılması” başlıklı profesörlük takdim teziyle profesör unvanını kazanır. 1983 yılında da profesör olarak ataması yapılır. Yayımlanmış bir kitabı ve yirmi civarında ulusal ve uluslararası bilimsel makalesi bulunmaktadır. 1995 yılında yaş haddinden emekliye ayrılır. İyi derecede İngilizce bilen Kılıçözlü, Arzu ve Erhan adlı iki evlat, Defne ve Ozan Can adlı iki torun sahibidir.

Kılıçözlü’nün çocukluğu babasının mesleğinden dolayı gurbette geçer. Ancak hem babasının hem de babasından kaynaklı kendisinin Kırşehir sevgisi hiç eksilmez. Hatta her geçen zaman bu sevgi gönlünde büyür. Amerika’da iken Kırşehir’e özlemini zaman zaman ailesine ve arkadaşlarına yazdığı mektuplarda dile getirir.

Kılıçözlü, babasına hitaben “Amerika’dan Kırşehir’i Hatırlayış” başlığı ile Kırşehir’e özlemini belirttiği iki mektup yazar. Bu mektuplardan birincisinde Kılıçözlü, Amerika’ya giderken “evlerinin bahçesinden beyaz bir beze sardığı ve kırmızı bir kurdele ile bağladığı yurt toprağını her akşam koklayarak yattığını”[11] söyler.  “Burada geçen günleri birden hatırlayış, gözyaşlarımı akıtmaya, beni siyim siyim ağlatmaya kâfi geliyor.” Kılıçözlü’nün, Amerika’dan gelip Kırşehir’e gittiğinde ilk yapacağı şeylerden biri Kâtibin Değirmeninin önünde arabadan inip yürüyerek baba ocağına gitmek, çarşıya çıktığında da Sülükçülerin Kahvesi’nde taze demli bir çay içmektir. Bakkal ve gazete bayii Mustafa’nın dükkânında çemen ekmek; evde sofraya oturduğunda taze pamuk gibi yufka ekmek, etli bulgur pilavı, zerdali hoşafı, üstüne de kıştan kalmış, iyice pörsümüş, fakat lezzetinden bir şey kaybetmemiş hevenk üzümü yemektir. Sabah da çaylı, tulum peynirli ve sucuklu kahvaltı yapmaktır. Mektubunda, yaz tatillerinde dedesinin yaptığı alaçık altında uyuduğu ve arkadaşları ile ceviz oynadığı günleri özlem duyarak hatırladığını belirtir. Onun için çocukluğunun geçtiği Üçgöz ayrı bir dünyadır.  Çocukluk günlerinden hatırladıkları şunlardır: “Çeşmeden ab-ı hayat, kavak ağaçlarında öten kuş… Alaca düşmüş dıranı, çömlek peynirli dürüm… Kaynayan köftür kazanı… sanki dürtlenmek için bekleyen eşek arısı yuvası… Baharda kokusu ruhları kavrayan iğdelerin kokusu… Ağaç dolusu tavşanbaşı, amasya elmaları… Irmak boyunda avladığı balıklar… Duran Ağanın bostan tarlası… Terme, Kazankaya, Koru…”. Kılıçözlü bu unutamadığı anılarını dile getirdikten sonra yazısına şöyle devam eder: “Ah!, benim hayat ve hatıra dolu memleketim… Ben buraların çocuğu olamam. Burada yedi sene de kalsam, vatanıma ve hatıralarıma dönmek istiyorum” der ve ilk mektubunu şöyle bitirir: “Ah vatan sevgisi!.. Sen ne kutsalsın…”[12] Kılıçözlü, ikinci mektubunda çocukluk günlerinde yaşadıklarını anlatmaya devam eder. Çocukken dut ağaçlarına dadanan sığırcıklardan, dutun vatandaşın önemli gıdalarından biri olduğundan bahseder. Büngüldek’teki bağ evinde yaptıkları kahvaltının tadı damağındadır. Develerin bağında çıkan sudan yapılan çayın lezzeti unutamadıkları arasındadır. Kahvaltının en önemli yiyeceği somun ekmektir. Eğer somun ekmek yoksa süt yüzüne batırılmış yarım bir dürüm veya yumurtalı bir üfelemeç dürümü olursa insanın keyfine diyecek yoktur.[13] Kılıçözlü, yazının devamında Çukurçayır’dan akşam evlerine giden ineklerden, Kahvecioğlu’nun gölüne giden yolun başındaki şarlağandan, mahallenin çocuklarının oynamak için yaptıkları arabalardan, “kırk katar deve yuttuğu ve içinde boynuzlu yılanların bulunduğu Dipsiz Göl”den bahseder.[14] O Kırşehir’e her gelişinde önce doğduğu Kayabaşı Mahallesi’ni, çocukluğunun geçtiği, Akbayır’ı, İkizarası’nı, Üçgöz’ü, Dipsiz Gölü gezer, bu yerlerde tadına doyamadığı anılarını tazeler.[15]

İlhan Kılıçözlü ve eşi, yardımseverliklerini Amerika’da iken de sürdürürler. Açılışını babası Ziya Kılıçözlü’nün yaptığı Kırşehir İmam Hatip Okuluna Laboratuvar araç ve malzeme alımı için 25 bin lira bağışta bulunurlar.[16] 1984’ten itibaren İstanbul’daki Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfının faaliyetlerine katılır. Kılıçözlü, emekli olduktan sonra zamanını doğduğu yere hizmet etmeye adar. Önce babası Öğretmen Ziya Kılıçözlü İlköğretim Okulunun mekânını büyütmek için otuz bin lira bağışta bulunur.[17] Sonra bu okula ilave olarak Kırşehir Dr. Meral Kılıçözlü Ana Okulunu, torununun adını taşıyan Kırşehir Defne Kılıçözlü Ana Okulunu, annesi için T. C. Millî Eğitim Bakanlığı Boğazevci Hayriye Kılıçözlü Lisesini, Kırşehir Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Fen Lisesini ve bu lisenin bünyesinde Kırşehir Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Fen Lisesi Kız Pansiyonunu yaptırır. Bu okulların tamamını Millî Eğitim Bakanlığının emrine verir. İlhan Hoca, eşi Dr. Meral Hanım’la birlikte yaptırdıkları okullar ve eğitime katkılarıyla ailenin soyadını Kırşehir’de efsaneleştirir ve aynı zamanda başka hayırsever hemşehrilerine de örnek olurlar.

Kırşehir, Türk kültürünün ana kaynaklarının yazıldığı ve tarihî şahsiyetlerin yetiştiği önemli yerlerden birisidir. Kırşehir’de yazılan en önemli eserlerden biri Âşık Paşa'nın Garipname'sidir. Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü, “bir Kırşehirli olarak hayatımın en büyük hatırası olacak” dediği Garipname’yi maddî yönden destekleyerek yayınlatır. Ben de Garipname’nin yayınlanma sürecinin hikâyesini 7-9 Haziran 2001’de Kırşehir’de gerçekleştirdiğimiz “II. Âşık Paşa Sempozyumu”nda detaylı bir şekilde anlattım ve “Bildiriler” kitabımızda da yayınladım. Bu yazıda özetle şunları söylemiştim: Öğrencilik yıllarımda İstanbul’da şubesi bulunan Kırşehir Öğrenim Gençliğine Yardım Derneği ve yine İstanbul’da genel merkezi bulunan Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfında yapılan sohbet toplantılarına katılır, bilim adamlarımız ve hemşerilerimizi dinlerdim. Konuşmaların ağırlığı Kırşehir tarihinin ve Ahilik kültürünün araştırılması üzerine olurdu. Bilhassa detaylı bir Kırşehir tarihinin yazılması sık sık gündeme gelirdi. Bir toplantı sırasında Türkçe sevdalısı Âşık Paşa’nın Garipnamesi’nin günümüz Türkçesiyle yayınlanmasının hem dilimiz, kültürümüz hem de Kırşehir’imizin tanıtımı için iyi olacağını belirtmiştim. O gün bu mesele büyüklerimiz ve hocalarımız tarafından çeşitli cepheleriyle tartışıldı. Sonuçta bu mesele için geniş katılımlı bir toplantı yapılması kararlaştırıldı. Belirlenen gün ve tarihte toplantıya şehrimizin İstanbul’da yaşayan tanınmış simaları katıldı. Garipname’nin günümüz Türkçesiyle hazırlanmasının hem bilim dünyasına hem de Kırşehir’imize katkı sağlayacağı konuşuldu, tartışıldı ve yayına hazırlanma kararı ittifakla kabul edildi.

O günkü toplantıda Kırşehir’imizin yetiştirdiği ve 1950’li yılların Türkiye’sinin sanayileşmesinde önemli rolü olan, Kırşehir’e Petlas Lastik Fabrikası’nın yapılmasında emeği geçen ve Vakfın da kurucu üyesi olan, hemşehrim, büyüğümüz merhum Burhan Ulutan da vardı. Toplantının bitiminde Prof. Dr. İlhan Şahin Hoca ile yine nasıl bir program yapabilirizi konuşurken Burhan Ulutan yanımıza geldi. Her ikimizin de kolundan tuttu. Bu eseri, yani “Garipname’yi ya hazırlayın ya da hazırlatın. Bunu yapmaz veya yaptırtmaz iseniz siz ve Kırşehirliler vebal altında kalırsınız”, dedi. Bu sözler üzerine her ikimizin de yüzünde bir an şaşkınlık ifadesi belirdi. İlhan Şahin Hoca “inşallah Burhan abi” dedi. Sonra üçümüz birlikte Kırşehir’in tarihî şahsiyetlerinin ve eserlerinin tanıtılması ve hazırlatılması üzerine sohbetimizi sürdürdük. Sonraki günlerde Garipname’nin konunun uzmanı bir ilim adamı tarafından hazırlanmasının uygun olacağı kanaatine vardık. Yine kalabalık bir Vakıf toplantısında söz yine Garipname’nin yayınlanma meselesine geldi. Konunun uzmanı olarak eseri kim hazırlayabilir? Maliyeti ne olabilir? Kim yayınlayabilir? Vakıf ne yapabilir? vs. gibi sorular sorulmaya başlandı. İşte söz konusu toplantıda, Vakıf Başkan Yardımcısı olan, önce bir tıp hocası olarak, sonra da eşi ile birlikte Kırşehir’imize yaptırdığı okullarla tanıdığımız Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Hocamız da vardı. Toplantıda söz alanlar eserin hazırlattırılması ve basılabilmesi için maddî imkânın temininin gereğine işaret ettiler. Toplantıya katılanlara, Garipname’nin basılabilmesi için kimin ne kadar maddî yardım yapabileceği soruldu. O gün için herkes imkânları ölçüsünde bir rakam taahhüt etti. Bu taahhütlerin sözde kalmaması, en kısa sürede yerine getirilmesi kararlaştırıldı. Bu taahhütlere dayanılarak, İlhan Şahin Hoca ve bana, bu eseri konunun uzmanı olarak kim hazırlayabilirse onu bulun, konuşun denildi. Fakülteden Hocam olan Prof. Dr. Kemal Yavuz, Garipname ile ilgili her bahis açışımızda diğer meslektaşlarının düşündüğü gibi kendi gönlünde de Garipname’yi neşre hazırlamanın yattığını ifade ediyordu. Bu eseri yayına hazırlayacak kişinin Hocam Prof. Dr. Kemal Yavuz olabileceğini Prof. Dr. İlhan Şahin Hocaya söyledim. Birlikte Prof. Dr. Kemal Yavuz Hocamın bölümdeki odasına gittik. Vakfın, ücreti karşılığında Garipname’yi yayına hazırlatmak istediğini söyledik. Hoca, sevincini şu sözlerle belirtti: “Demek ki Garipname gariplikten kurtulacak.” Hoca birden çok heyecanlandı. Çünkü eser önemli ve önemli olduğu kadar da hazırlanması zordu. Daha önce de konuyu çalışanlar vardı. Onlar istenilen şekilde başarılı olamamışlardı. Ayrıca Garipname’nin bir başka yönü de yurt içi ve yurt dışında bilinen 150’ye yakın nüshasının olmasıydı. Şayet çalışılacaksa hangi nüsha veya nüshalar ele alınacaktı. Öyle sanıyorum ki daha önce çok hevesli gözüken hocam, on dördüncü asırdan yirminci asra kadar bütün Türk dünyasının en ücra köşelerinde de okunan ve ortak kültürümüzün oluşmasını sağlayan temel eserlerimizden birini hazırlamak konusunda biraz tereddüt geçirdi. Aslında böyle bir büyük eseri yayıma hazırlayacak olmasına âdeta inanamadı. Hakikaten bu eser hazırlanıp neşredilecek miydi? Bu konuşmalar ve izlenimlerimiz sırasında tabiî ki biz de hem heyecanlı hem sevinçliydik. Konuşuyorduk ama gerçekten eser hazırlanıp neşredilecek miydi? Bir de Burhan Bey tarafından biz Kırşehirlilere vebal yüklenmişti. Altından kalkabilecek miydik? Uzun zamandan beri pek çok kişinin yayıma hazırlamayı düşündüğü bu hacimli eserin yayımlanması gerçekleşecek miydi?

Evet, artık ilk adım atılmış ve yola çıkılmıştı. O gün, benden de destek sözü alan Hocamız, tereddütler ve karmaşık duygulardan sıyrılarak eseri yayıma hazırlayabileceğini söyledi. Bu söz üzerine her üçümüzün de kalp atışlarının hızlandığını, gözlerimizin parladığını, yüzümüzde tatlı bir tebessümün dolaştığını söyleyebilirim. Hocam Kemal Yavuz, İlhan Şahin ve ben o gün çok mutlu ayrıldık fakülteden. Bir sonraki Vakıf toplantısında Kemal Yavuz Hocanın Garipname’yi neşre hazırlayacağı müjdesini Vakıf yöneticilerine, arkadaşlarımıza ve büyüklerimize verdik. Vakıf yöneticileri en kısa zamanda Hocamızla görüşmek, eserin hazırlanmasının malî yönünü ve ne kadar sürede hazırlanacağını bilmek istediklerini belirttiler. Daha sonra Kemal Yavuz Hocanın da katıldığı toplantıda, eserin 1. cildinin iki yılda hazırlanacağı, eserin muhtelif kütüphanelerdeki nüshalarının mikrofilmlerinin Kemal Yavuz tarafından temin edileceği ve bütün masraflarının da Vakıf tarafından karşılanacağı ifade edildi. Kemal Yavuz Hocanın teklifi üzerine hazırlanacak eserin Süleymaniye Kütüphanesi, Laleli Bölümü 1752 numarada kayıtlı nüshasının esas alınması kararlaştırıldı. Ayrıca eserin tıpkı basımı, devrin Türkçesiyle -transkripsiyonlu- yeni harflere ve bugünkü Türkçeye aktarılması yönünde de mutabakata varıldı. Eserin dizgi ve tashihini de hoca kendisi yapacaktı. Ayrıca imkânlar ölçüsünde eğer hoca isterse başka nüshalarla da çalıştığı nüshayı karşılaştıracaktı. Daha önce taahhüt edilen maddî imkân oluşunca da Hoca çalışmaya başlayacaktı. O günkü toplantı yine mutlu bir şekilde sona erdi.

İlerleyen zaman içerisinde ne yazık ki Vakıf yöneticileri gerekli maddî taahhütleri yerine getiremedi. Ancak bu durumu gören ve üzülen Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü eserin hazırlanması için lâzım olan mikrofilm vs. gibi bütün masrafları kendisinin karşılayacağını söyleyerek benim ve İlhan Şahin Hocanın aracılığı ile Kemal Yavuz Hoca ile anlaştı. Kılıçözlü Hoca 6 Haziran 1997 tarihinde Kırşehir’in Bağbaşı mahallesinden, merhum Prof. Dr. Erol Güngör’ün dayısı, eski Nevşehir Milletvekili, Avukat Ramazan Demirsoy’la birlikte Fakülteye geldi. İlhan Şahin ve benim de hazır bulunduğum bir ortamda yapılan sözleşme ile Kemal Yavuz Hoca eserin hazırlanmasını fiilen üzerine aldı.

Kemal Yavuz Hoca, Garipname’yi lâtin harflerine aktarmaya başladı. İlhan Kılıçözlü Hoca da sık sık çalışmalar hakkında benden ve hocamızdan bilgi alıyor, eserin bir an önce bitirilmesini ve neşredilmesini istiyordu. İşte günler günleri, aylar ayları kovaladı ve 10.613 beyitlik hacimli Garipname’nin 5641 beyiti ihtiva eden birinci cildi, 30 Aralık 1998 tarihinde basıma hazır hale geldi. Haziran 1999’da da ikinci cildi tamamlanan bu büyük eser Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. ve TBMM’nin açılışının 80. yıldönümünde Prof. Dr. Kemal Yavuz ve Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü sayesinde büyük Türk milletine armağan edildi. 

Garipname, zamanında olduğu gibi Türkçemizin horlandığı bu zamanda tekrar bilim dünyasının hizmetine sunulmuş ve Âşık Paşa’nın da ruhu şad olmuştur. Türk dili ve kültürünün temel taşlarından olan bu eserin yayınlanmasını sağlayan Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü, biz Kırşehirlileri de büyük bir vebalden kurtarmıştır.[18]

Kırşehir’in halis evladı İlhan Kılıçözlü, Âşık Paşa’nın Garipname’sinin yayınlanmasından sonra Ahmed-i Gülşehrî’nin Mantıkuttayr’ını da yine Prof. Dr. Kemal Yavuz’a malî katkı yaparak hazırlattı ve 2007 yılında iki cilt olarak yayımlattı.[19] Eserin hazırlanması ve basılması aşaması hakkında Prof. Dr. Kemal Yavuz, kitabın ön söz kısmında şunları yazar: “Garib-nâme’yi 2000 yılında neşr edince, sıranın Gülşehri’nin Mantıku’t-tayr’ına geldiğini, bu eserin de aynı şekilde yayınlanması gerektiğini isteyen meslektaşlarım ve dostlarım oldu. Bu dostlarımın başında yine Kırşehir’in yetiştirdiği iki değerli evladı Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü ile Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen vardı. Erol Ülgen, kendisine eserin yayınlanmasını isteyen ve elindeki tıpkıbasım provalarını da veren, Kırşehir’deki kültür varlıklarının ve eski eserlerin yaşatılması için gayret gösteren ve bu çalışmalarla ilgisi olanları uyaran rahmetli Burhan Ulutan’ın ricası ve vasiyetini dile getirerek; Hocam bunu yaparsanız siz yaparsınız dedi ve Gülşehri ile ilgili dokümanların hepsini bana verdi. Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü de Garib-nâme’de olduğu gibi maddî yardımını esirgemedi. Bütün bunları ve Mantıku’tayr’ın dil ve edebiyat yönünden olan değerini de düşününce çalışmaya başladım… Mantıku’t-tayr ile ilgili çalışmalarımda her zaman olduğu gibi meslektaşlarımdan çok yardım gördüm. Bunun ilkini Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen elindeki dokümanları vererek gösterdi. Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü maddî katkıları ile yardımcı oldu… Eser son şeklini alınca Kırşehir Valiliğinin, yayınlanması için elinden gelen gayreti göstermesi bizi ziyadesiyle memnun etti. Bu sebeple Mantıku’t-tayr’ın neşrini gerçekleştiren ve Türk kültürüne sahip çıkan değerli Valimiz Lütfullah Bilgin’e gönülden teşekkür ederim.”[20] Kırşehir âşığı Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü, hem Âşık Paşa’nın hem de Gülşehri’nin çok kıymetli eserlerini, Hocam Prof. Dr. Kemal Yavuz’un gayreti ve sıkı çalışması sonucu araştırmacı ve geniş okuyucu kitleleriyle buluşturarak Türk dili ve kültürüne ve Kırşehir’imize bir kere daha büyük bir hizmet yapmış oldu.

Bu eserlerin yanı sıra Kırşehir’e kazandırdığı okullar, öğrencilere verdiği karşılıksız burslar, fakir-fukaraya yaptığı maddî yardımların karşılığı olarak kurum ve kuruluşlar da ona törenlerle teşekkür, takdir, üstün hizmet belgeleri ve plaketler verdi. Kılıçözlü’ye verilen ödüllerden bazıları şunlardır: 1973 yılında Türk Millî Eğitimine yaptığı katkılardan dolayı kendisine Millî Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ’dan teşekkür belgesi, 10 Temmuz 1997 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmet Vakfına yaptığı yardımlardan dolayı plâket verilir. Yine Kırşehir’e ve Türk Millî Eğitimine yaptığı katkılardan dolayı Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Süleyman Demirel tarafından bizzat şükran plâketi takdim edilir. Üç Millî Eğitim Bakanı’ndan ve yine Kırşehir’de görev yapmış dört validen takdir belgesine layık görülür. 2009 yılında “yaşamımın ve Kırşehirli olmamın en değerli belgesi” dediği TBMM’i Üstün Hizmet Belgesi, 2012’de de İstanbul Tabipler Odası tarafından hekimlikte 60. yılı münasebetiyle plaket ile ödüllendirilir.

Kırşehir, nice bilinmeyenleri bağrında saklayan bir şehirdir. Merhum Cevat Hakkı Tarım’ın mealen şu sözünü hatırlıyorum: “Türk kültürünün izini aramaya çıkanlar Kırşehir’e uğramak zorundadırlar.” Hakikaten tarihî kimliğini oluşturan edebî ve tarihî şahsiyetler kimlerdi? Bu sorunun cevabını Üniversitede öğrenci iken aramaya koyulmuştum. Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfında yapılan toplantılardan birinde İstanbul’da yaşayan, ticaret yapan, bilim ve sanatla uğraşan ve bürokraside bulunan Kırşehirlileri tanımanın ve tanıtmanın yararlı olacağını dile getirdim. Bu fikir zamanla olgunlaştı. 4 Haziran 2011 tarihinde Ahilik Vakfında geniş katılımlı bir toplantı yaptık. Bu toplantıda İstanbul’da yaşamış ve yaşayan, Kırşehirli olup, bilim, sanat, ticaret hayatına ve bürokrasiye katkıda bulunmuş ve bulunan hemşehrilerimizin biyografilerini yazıp bir kitap hazırlamak istedik. Kısa sürede bazı hemşehrilerimizin resimleriyle birlikte kısa biyografilerini topladık. Bu çalışmaları devam ettirdiğimiz sırada altı yıldan beri başta Kırgızistan, Japonya ve Kore’de eğitim ve bilimsel faaliyetlerini yürüten kıymetli hemşerimiz tarihçi Prof. Dr. İlhan Şahin de Türkiye’ye döndü. Bu kıymetli çalışmamızdan bahsettim. Bunun üzerine İlhan Şahin Hoca, bana merhum Cevat Hakkı Tarım’ın başlattığı ve tamamlayamadığı Kırşehir Ansiklopedisi’ni hazırlamanın zamanın geldiğini söyledi. Hatta bizim kuşaktan başka bu sorumluluğu taşıyacak kimsenin olmadığını, yaparsak bunu biz birlikte yaparız, dedi. Başka vilayetlerin ansiklopedilerinin de yazıldığını duyuyorduk. Zengin bir geçmişi olan Kırşehir’in neden bütün yönleriyle bir ansiklopedisi olmasın, gelecek kuşaklara miras kalmasındı. Zaten İstanbul’da yaşamış ve yaşayanlarla ilgili bir çalışma başlatmıştık. Ben ve İlhan Şahin Hoca yavaş yavaş Kırşehir’e dair yazılması gereken madde başlarını belirlemek için daha sık bir araya gelmeye başladık. Toplantıların bir ayağı Topkapı’daki Ahilik Vakfında, bir ayağı Aynur Saydam ablamızın Kanlıca’daki evinde bir ayağı da Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü’nün Moda’daki evinde devam etti. 2014 yılının 28 Eylülünde soğuk ve yağmurlu bir Pazar günü İlhan Şahin ile birlikte yaptığımız ön çalışma ile ilgili bilgi vermek üzere Kılıçözlü’nün evine gittik. Kırşehir Ansiklopedisi’nin hazırlıkları hakkında detaylı bir görüşme yaptık. İlhan Kılıçözlü, Garipname ve Mantıku’t-tayr’ın neşrinde olduğu gibi Kırşehir Ansiklopedisinin de bütün masraflarını karşılayacağını söyleyerek bizi cesaretlendirdi. Aynur Saydam ablamız da maddî olarak elinden geleni yapacağını belirtti. Daha sonraki toplantılar yine Aynur Saydam’ın ve Kılıçözlü’nün evinde Prof. Dr. Hüsnü Özek, Lütfi Özek, Prof. Dr. Selçuk Baktıroğlu’nun katılımıyla devam etti. Ansiklopedi için bir idare heyeti oluşturmaya karar verdik. Bu heyete Kırşehir’e kültürel açıdan çok emeği geçen ve “Kırşehirli olmak demek, her şeyden önce vücudu ile ruhu ile kültürü ile katıksız Anadolu-Türk evlâdı olmaktır”[21] diyen duayen gazetecimiz Dursun Yastıman’ın da katılmasını çok istedik. Kendisi ile bu halis düşüncemizi paylaştık. Memnuniyetle kabul etti. Aynı şekilde Kırşehir basınına Dursun Yastıman’dan sonra en çok hizmet verenlerden Çiğdem Gazetesi’nin sahibi Şevket Güner Bey de Ansiklopedi heyetinin danışma kuruluna dahil oldu. Güçlü bir ekiple Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü’nün başkanlığında çalışmalar hızlandı. Kırşehir Ansiklopedisi’nin idare heyeti başkanı Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü, üyeler ise Prof. Dr. İlhan Şahin, Prof. Dr. Hüsnü Özek, Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen, Dursun Yastıman ve Aynur Saydam’dan oluşmaktaydı. Ansiklopedinin danışma kurulunda Şevket Güner, Mustafa Karagüllü, İ. Canpolat Kımçak, Mehmet Mermer ve Selahattin Saygı; çalışma grubunda ise Prof. Dr. Ahmet Günşen, Yrd. Doç. Dr. Erdal Aydoğmuş, Yrd. Doç. Dr. Aygün Ülgen ve Jack Snowden vardı. Aynur Saydam ablamızın evinde yol haritamızı belirledik. Madde yazım çalışmasını fiilen başlattık. 21 Ocak 2015 tarihinde Kırşehir Ansiklopedisi’nin örnek fasikülüne girecek yazıları Kılıçözlü’nün evinde belirledik. Dursun Yastıman ağabeyimizin de fikrini ve desteğini almak üzere İlhan Şahin Hoca ile birlikte (iki günü kapsayan) 25-26 Nisan 2015’te İzmir’e gittik. Dursun Ağabeyin evinde Ansiklopediye girecek maddeler ile ilgili olarak gazete koleksiyonlarının bulunduğu zengin arşivinde çalıştık. Ansiklopediye girmesi gerekecek yeni maddeleri not aldık. İlhan Şahin Hoca ile zaman zaman çalıştığım üniversitedeki ofisimde zaman zaman Merkezefendi’deki Simit Sarayı’nda zaman zaman Kılıçözlü’nün evinde buluşarak çalışmalarımızı sürdürdük. Kırşehir Ansiklopedisi hazırlıkları hakkında bilgi vermek görüşlerini almak üzere akademik heyet olarak 5-7 Şubat 2016 tarihinde Kırşehir’e gittik. Grand Hotel Terme’de Vali, Belediye Başkanı, sivil toplum kuruluşları, Kırşehir kültürü ve tarihi ile ilgilenenlere bilgi verdik. 30 Nisan 2016’da Ankara’da Kırşehirliler Vakfında çalışmalarımız hakkında hemşerilerimizi bilgilendirme toplantısı yaptık. Nihayetinde Kırşehir Ansiklopedisi’nin örnek fasikülünü yayınladık. 15 Ekim 2016 tarihinde Kırşehir Ansiklopedisi’ni hazırlayan heyet ve bazı yazarlarla birlikte Kırşehir’e tanıtıma gittik. Kırşehir Valisi Necati Şentürk’ü, Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci’yi makamında ziyaret ettik. Çalışmamızın içeriğini anlattık. Aynı gün Grand Terme Otel’de davetlilere Örnek Fasikülü dağıttık, ayrıca İlhan Şahin Hoca ve ben ansiklopedi hakkında ayrıntılı bilgi verdik. İstanbul’da hemşehrimiz Mehmet Mermer’in Balmumcu’daki lokantasında, Kılıçözlü Hocamızın da bulunduğu geniş katılımlı ve yemekli bir toplantı yaptık. Toplantıya katılan hemşehrilerimize Kırşehir Ansiklopedisi hakkında yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı anlattık. Maalesef pandemi sürecinde çalışmamız yavaşladı, hiçbir yere gidemememiz sebebiyle durma noktasına geldi. Pandemi sürecinde Kılıçözlü Hocamız ile yaptığımız telefon konuşmalarımızda konu hep Kırşehir ve Kırşehir Ansiklopedisi üzerine sürerek devam etti.

O, 1962 yılında babasına yazdığı mektubunda “Mardin’de, Antakya’da, İstanbul’da ve Amerika’da uzun senelerim geçmesine rağmen yıllar önce Kırşehir’de geçirdiğim günler gibi hiçbir yeri zevkle hatırlamıyorum”[22] diyordu. Ben İlhan Kılıçözlü Hocayı 1986’dan beri tanıyorum. Özellikle Kırşehir Öğrenim Gençliğine Yardım Derneği ve Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfının toplantılarında görüşür, Kırşehir üzerine konuşurduk. Bayramlarda da ailecek evine ziyarete giderdik. Bir Ramazan Bayramı ziyaretinde bize kendisinin bizzat elleriyle hazırladığı Hatay usulü künefe ikram etmişti. Hoca, Antakya’da iken künefe yapmayı öğrenmiş. O günkü künefenin malzemesini de Antakya’dan getirttiğini söylemişti. Gerçekten künefe çok lezzetli, malzemesi de çok kaliteli idi. Künefe ve babasının Hatay’daki faaliyetleri üzerine güzel bir sohbet gerçekleştirmiştik. Garipname’nin ve Mantıku’t-tayr’ın hazırlanması sırasında seyrek, Kırşehir Ansiklopedisi çalışmalarımız sırasında ise yüz yüze daha sık, Pandemi sürecine girdiğimiz tarihten itibaren de daha çok telefonla konuşuyorduk. Ansiklopedi toplantılarını yaptığımız günlerde bizi misafir eder, kendisinin de çok sevdiği kıymalı pide ve turşudan oluşan yemeği yer, onun anılarını dinlerdik. 20 Nisan 2021 tarihinde aramızda şöyle bir konuşma geçti: Hocam nasılsın? Soruma şöyle cevap verdi: “Kanepede sırt üstü yatıyorum.” Sırtı ağrıyormuş. Evdeki bakıcısı Ayten Hanım iyi bakıyormuş. Ona dua etti. “Kızım ve oğlum hayatlarını yaşıyorlar. Haklılar. Onlara söyleyecek bir şey yok. Kusura bakma, seni sık sık aklıma gelen şeyleri sormak için rahatsız ediyorum. Ne yapayım? Artık herkes kabuğuna çekildi. Konuşacak, bir şey soracak yaştaşım kalmadı. Sana Şemsi Yastıman’ın Helebiş gecelerinde saydığı lakapları sormak istiyorum. Onun Kırşehir’deki Mehmetlerle ilgili saydığı lâkaplar çok hoşuma gider, çok gülerdim”, dedi. “Senin bilgin var mı?” diye sordu. Ben de Kılıçözlü’ye, Şemsi Yastıman kitabımda Kırşehir’e has onun yazdığı lâkapları derlediğimi ve yayınladığımı söyledim. Bu sözüm üzerine benim de Kırşehirlilerle ilgili lâkaplar hakkında bilgim olduğunu öğrenince çok sevindiğini söyledi. Daha sonraki günlerde yine telefonla aradığında Sülükçülerin evinin tescilli olup olmadığını sordu. Ben de bilmediğimi, ancak öğrenip kendisine bilgi vereceğimi belirttim. Kırşehir’deki arkadaşlarıma sordum. Onlar da sorup soruşturdular. Sülükçülerin evi tescilli imiş. Kendisine evin tescilli olduğunu söyledim. Kılıçözlü, bu cevaba memnun oldu. O evin güzel görünümünün kaybolmaması gerektiğini, şehre ayrı bir hava kattığını belirtti. 2 Mayıs 2021 tarihinde öğleden sonra saat 15.20’de Kılıçözlü telefonla beni aradı. Hatırımı sordu. Ben de kendisinin nasıl olduğunu, kimlerle görüşüp görüşmediğini sordum. O da “Arayan soran yok. Yatmaktan sırtım ağrıyor ve kanepede uzandım, yatıyorum. Yattığım yerde aklıma da türlü türlü projeler geliyor. Bunlardan birini seninle paylaşmak istiyorum” dedi. Projesi de pekmez idi. Kendilerinin Üçgöz’de dededen kalma kırk dönüm üzüm bağları olduğunu ve çocukluğu sırasında birkaç gün pekmez kaynattıklarını söyledi. “Üzümleri toplar, havuta doldururduk. Bizim taş havutumuz vardı. Ayaklarımızı yıkar içine girer ve çiğner, şıra elde eder sonra da kaynatırdık. Bazı yıllarda pekmez kazanının içine ayva da atar yerdik. Çok lezzetli olurdu. Acaba genç bir iş adamı çıksa da Kırşehir’e bir pekmez fabrikası kursa. Kırşehir’in üzümlerini değerlendirse, pekmez yapsa onu da Kırşehir Pekmezi diye marka haline getirse, ne kadar güzel olur. Benim artık uzun vaktim yok. Sen bunu yapabilecek birini bulduğunda anlat ve böyle bir pekmez fabrikasının kurulmasını sağla. Hem memleketimiz tanınsın hem üzüm bağları halka bir gelir getirsin” dedi. Bu görüşmeden üç gün sonra yani 5 Mayıs 2021 tarihinde bir başka görüşmemizde yine sıkıldığını ve çocukluğuna dair hatırladıklarını benimle paylaşmak istediğini söyledi. Aramızda şöyle bir konuşma geçti: Bana “Tandırda hiç kelle-paça yedin mi?” dedi. Bu Kırşehir’e has bir yemekti. Ben de çocukken hem babaannemin hem de annemin akşama kadar tandırda ekmek yaptıktan veya salça ve pekmez kaynattıktan sonra babamın çarşıda kalaycıya üttürdüğü, sonra da deri üzerindeki kalıntıları bıçakla kazıdığı (tüyleri temizlendikten sonra), başın burun kısmını sert bir taşa veya tahtaya vurarak içini, ayak tırnaklarının aralarını da temizlediği kelle-paçayı (kuzu veya koyun baş ve ayakları) belli bir oranda su, tuz ve sarımsak da ilave ederek çömleğin içine koyduklarını, çömleğin ağzını üzerine bir de ağırlık koyarak kapattıklarını ve tandıra yerleştirdiklerini, çömleğin etrafını közlü kül ile beslediklerini ve sabaha kadar tandırda kalan kelle-paçanın adeta eridiğini, sabah da suyu ile birlikte çorba yapıp yediğimizi ve çok lezzetli olduğunu söyledim. O da çocukluğunda aynı şeyleri yaşadığını, benim de aynı lezzeti tatmış olmamdan çok mutlu olduğunu ifade etti. Ardından yine Kırşehir’e has Çullama yemeğinden bahsetti. Belli ki Kılıçözlü, sevdiği Çullama yemeğini özlemişti. Merak edenler için bu yemeğin de yapılışını uzmanları şöyle anlatırlar: Çullama için tavuk göğsü tercih edilir. But da olabilir. Önce tavuk göğsü ve butlar iyice pişinceye kadar haşlanır. Soğuduktan sonra et kemikten biraz irice didiklenerek ayrılır. Tavuğun suyu Çullamada kullanılmak üzere muhafaza edilir. Tencere veya büyük bir tavaya konulan tereyağ eritilir. Üzerine un ilave edilir ve pembeleşinceye kadar kavrulur. Üzerine yeteri miktarda tavuk suyu ve isteğe göre tuz ilave edilir. Muhallebi kıvamına gelinceye kadar karıştıra karıştıra pişirilir. Bu kıvam düz bir tabağa veya tepsiye alınır. Üzerine didiklenen tavuk etleri yerleştirilir. Bu arada tencere veya tavaya tereyağ konur ve eritilir. Eriyen tereyağa salça, pul biber eklenir, kavrulur ve bir sos oluşur. Bu karışım etlerin üzerine dökülür. Yine isteğe göre karabiber eklenir ve sıcak servis yapılır.[23]

Çöp hamamda çocukken evin bahçesinde yıkandıklarını, o hayatın ne kadar tatlı olduğunu zaman zaman anlatırdı. Ayrıca o gün konuşmamızda bir deyim olan ‘duluğu sirkeli’ sözüne çok gülüyorum, dedi. Ben de eskiden evlerde şimdiki gibi bol su olmadığı için insanların yıkınmaları, temizlenmeleri çok güç işti, dedim. Dolayısıyla kirlenen, yağlanan saçlara ve vücuda bit düştüğünü, dolayısıyla bitin yavrusuna da sirke dendiğini söyledim. Çok güldü. “Senin de bunları bilmen ve o hayatı yaşamış olmana ayrıca sevindim” dedi. Kırşehir’e ait ve eski kültürümüzün izlerini mutlaka yazıya geçirmek gerektiğini sık sık vurgulardı. Bu yönde kendisinin bir gayreti olmadığını, çok şey bildiğini ancak bunları yazmakta tembellik ettiğini ifade etti.” İyi ki sen ve senin gibi birkaç kişi var” dedi. Bir de tandırdan yeni pişmiş bazlamanın tadını unutamadığını, onun mis gibi kokusunu bugün gibi hatırladığını, o hayatı özlediğini, pandemi dolayısıyla eve kapandığını, dostlarının kendisini ziyaret edememesini, sıkıldığını, bu durumun kendisini üzdüğünü söyledi. Ardından da yine bir imkân olsa da Sülâ Kabağı yemeği yapsalar da yesek, dedi. Bu hatırlattığı yemek yani Sülâ Kabağı yemeği de Kırşehir’e has yemeklerden biridir. Kırşehir’e ansiklopedi tanıtımı için 2016 yılında gitmiştik. Zaman güz mevsimi idi. Heyetimizde bulunan Prof. Dr. Selçuk Baktıroğlu, babasından dinlediği bu yemeği tatmak için Aynur Saydam ablamızın aracılığı ile zor bulunan iki adet Sülâ Kabağı buldurdu ve satın aldı. İstanbul’a getirdi. Aynur Saydam ablamız arkadaşı hemşerimiz Hatice Coşkuntuna’ya pişirtti. İlhan Kılıçözlü’nün evinde Prof. Dr. İlhan Şahin, Prof. Dr. Hüsnü Özek, Lütfi Özek, Aynur Saydam, Hatice Coşkuntuna ve oğlu, Prof. Dr. Selçuk Baktıroğlu, Av. Eyyüp Arıcan ve benim de bulunduğum sofrada afiyetle yemiştik. Bu Sülâ Kabağı’nın her yerde yetişmediği söylenir. Hatta Kırşehir’e özgü bir kabaktır derler. Ege taraflarında asma kabağı da denildiği ifade edilir. Bu yemeğin özelliği yağlı kuzu kaburgası ile yapılmasıdır. İri parçalar halinde doğranmış löp but eti de olabilir. Bu yemeğin bir özelliği de koruk suyu ile yapılmasıdır. En az iki kilo kadar et büyük bir tencerenin içine döşenir. Üzerine iki büyük baş soğan, beş-altı adet domates, sekiz-on kadar sivri biber doğranır. Yarım çay bardağı kadar limon suyu ilave edilir. Bu limon suyunun etin kokusunu aldığı söylenir. Bunların üzerine de kabukları soyulmuş ve çekirdekleri alınmış Sülâ Kabağı iri iri doğranır. Kabakların üzerine tekrar kabukları soyulmuş domates ve biber eklenir. Üzerine biraz tuz serpilir. Kendi suyu ile kısık ateşte on beş-yirmi dakika pişirilir. Sonra koruk suyu ve isteğe göre az veya çok şeker ilavesi yapıldıktan sonra dört-beş saat kadar harı az olan ateşte pişirilir. En az iki veya üç saat dinlendirildikten sonra servis yapılır.[24]

Kılıçözlü, ömrünün sonuna doğru çocukken yaşadıklarının hatırası ile günlerini tamamlamaya çalışırdı. Düşündüklerini de benim ve diğer hemşehrilerimizle paylaşırdı. Kılıçözlü, 29 Mayıs 2021’de aradığında da yine yatmaktan sırtının ve başının ağrıdığını, pandeminin de hayatı kilitlediğini söyledi. Konuşuyorduk ama bazı kelimeleri ve cümleleri anlamakta zorlanıyordu. Kulağı da artık iyi duymuyordu. Her zamanki gibi nasıl vakit geçirdiğini sordum? O da “senin gibi bir iki eşi dostu arıyor, televizyon izliyor, gazete okuyor, vakit geçiriyorum, ancak artık sıkıldım, yoruldum otobüsü bekliyorum” dedi. Ayda birkaç defa gündüz veya akşamları uzun uzun konuşuyorduk. Bu konuşmalarımız günlük konuşmaların dışında ya da gazete ve televizyon haberlerinin dışında Kırşehir’e, Kırşehirlilere ve Kırşehir’le ilgili çalışmalarımıza dairdi. Bu konuşmalarımız vefatından birkaç gün öncesine kadar hep sürdü.

Sonuç olarak İlhan Kılıçözlü, 11 Şubat 2022 Cuma günü evinde rahatsızlandı.  Aynı gün Göztepe Şehir Hastanesinde tedavi altına alındı. Bana rahatsızlandığı ve hastahaneye kaldırıldığı haberini Şevket Güner Bey verdi. Çok üzüldüm. Ardında unutulmaz izler bırakan kıymetli büyüğümüz, Hocamız, Koca Reisin oğlu İlhan Kılıçözlü, bütün ihtimama rağmen 12 Şubat 2022 Cumartesi günü saat 16.00 sıralarında çoklu organ yetmezliğinden rahmet-i rahmana kavuştu. Vasiyeti üzerine cenazesi Kırşehir’e götürüldü.  Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü Hoca sevdalısı olduğu Kırşehir’de 14 Şubat 2022 tarihinde Ahi Evran Camisinde kılınan öğle namazından sonra babasının da yattığı Âşıkpaşa Mezarlığına sevenleri ve yakınları tarafından defnedildi. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Oturanlar: Hayriye Kılıçözlü, çocuk Ali Dinçer (Amca çocuğu), Ziya Kılıçözlü Ayaktakiler: Ayhan, İlhan Kılıçözlü ve Yüksel (Bu fotoğraf Ziya Kılıçözlü’nün Konya’da öğretmenken çekilmiş. Bilgi Erhan Kılıçözlü). (Erol Ülgen arşivinden).

Önde: Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü. Soldan sağa ayaktakiler: Prof. Dr. Selçuk Baktıroğlu, Dr. Öğr. Üyesi Erol Ülgen, Prof. Dr. İlhan Şahin ve Lütfi Özek (Erol Ülgen arşivinden).


* İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı. [email protected]/ [email protected]

[1] İlhan Kılıçözlü’nün daktilo ile yazılmış ve bana elden verdiği bir sayfalık kendini tanıttığı yazıda doğum tarihini 1928 olarak göstermektedir. Doğum tarihi ile ilgili olarak “Doğumum, rahmetli anneme göre, Şalgösteren’de üzümlere alaca düştüğü, armutların kurtlanmaya, cevizlerin kaval olmaya başladığı günlere rastlıyor” demektedir. Bir başka görüşmemizde de doğum tarihinin gün ve ayını Üniversiteye kayıt için İstanbul’a geldiğinde görevli memura kendisinin 1 Eylül olarak yazdırdığını söylemiştir.; Şevket Güner’in kitabında da doğum tarihi 1928 olarak gösterilir. “Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü, 1928 yılında Kırşehir’in Kayabaşı Mahallesi’nde doğdu.” Şevket Güner, Gazeteci Şevket Güner’le Kırşehir, Akıerleri Yayıncılık, İstanbul 2019, s. 154. 

[2] “İlimizde Yüksek Tahsil Gençlerinin Faaliyeti”, Kırşehir Resmî İl Gazetesi, yıl: 24, sayı: 941, 11 Ağustos 1948, s. 4.

[3] “Kırşehir Kalkındırma Cemiyeti İstanbul Kongresi”, Kırşehir Resmî İl Gazetesi, yıl: 25, sayı: 1008, 15 Şubat 1950, s. 1.

[4] Osman Erbaş, “Kırşehir Hizmet Derneği”, Yeni Kırşehir, yıl: 1, sayı: 27, 7 Şubat 1953, s. 2.

[5] İlhan Kılıçözlü, “Sende mi Brütüs?”, Akis, yıl: 3, c. IX, sayı: 141, 19 Ocak 1957, s. 19.

[7] “İstanbul’daki Öğrenci Yurdu Çalışmaları”, Yeni Kırşehir, yıl: 2, sayı 432, 14 Eylül 1964, s. 2.; Ziya Kılıçözlü, “Amerika Notları: 7, Buffalo’ya Doğru…”, Yeni Kırşehir, yıl: 5, sayı: 1432, 19 Aralık 1967, s. 1.

[8] Arif Gönendik, “İstanbul Mektubu: Memleketimizin Yetiştirdiği Değerlerden …, s. 1.

[9] Beyhan Ballı, “İstanbul Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’ndan Kılıçözlü’ne Başsağlığı Mesajı”, 14 Şubat 2022. https://www.kirsehircigdem.com/gundem/istanbul-tip-fakultesi-radyoloji-anabilim-dalindan-kilicozlune-h97893.html (Erişim tarihi: 14 Şubat 2022)

[10] Arif Gönendik, “İstanbul Mektubu: Memleketimizin Yetiştirdiği Değerlerden …, s. 1.

[11] “Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü: Amerika’dan Kırşehir’i Hatırlayış I”, Kırşehir Çiğdem Gazetesi, 05 Mart 2009. https://www.kirsehircigdem.com/koca-reisin-oglu-prof-dr-ilhan-kilicozlu-makale,93628.html (Erişim tarihi: 20 Şubat 2022)

[12] “Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü: Amerika’dan Kırşehir’i Hatırlayış I”, Kırşehir Çiğdem Gazetesi, 05 Mart 2009. (Erişim tarihi: 20 Şubat 2022)

[13] “Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü: Amerika’dan Kırşehir’i Hatırlayış II”, Kırşehir Çiğdem Gazetesi, 05 Mart 2009. (Erişim tarihi: 20 Şubat 2022)

[14] “Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü: Amerika’dan Kırşehir’i Hatırlayış II” 05 Mart 2009. (Erişim tarihi: 20 Şubat 2022)

[15] Şevket Güner, “Koca Reis’in Oğlu Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü”, Kırşehir Çiğdem Gazetesi, 05 Temmuz 2021. (Erişim tarihi: 8. 7. 2021)

[16] “İmam-Hatip Okulu Törenle Açıldı”, Yeni Kırşehir, yıl: 5, sayı: 1377, 16 Ekim 1967, s. 1.

[17] Rüştü Yurdakul, “Kaybettiğimiz Değerler: Ziya Kılıçözlü-II”, Kırşehir, yıl: 10, sayı: 2602, 14 Şubat 1973, s. 1.; “Kılıçözlü İlkokulu Koruma Derneği Çalışmalarını Hızlandırdı”, Doğuş Gazetesi, yıl: 1, sayı: 125, 20 Haziran 1973, s. 1.

[18] Geniş bilgi için bkz. Erol Ülgen, “Garipname’nin Yayımlanmasının Hikâyesi”, Erol Ülgen-Aygün Ülgen, II. Âşık Paşa Sempozyumu 7-9 Haziran 2001, Kırşehir Bildiriler, Beşir Kitabevi, İstanbul 2008, s. 16-24.

[20] Kemal Yavuz, Gülşehri’nin Mantıku’t-Tayr’ı (Gülşen-name) Metin ve Günümüz Türkçesine Aktarma I, Ankara 2007, s. XIII-XIV.

[21] Dursun Yastıman, “Kırşehirli Olmak”, Kırşehir Çiğdem Gazetesi, 12 Temmuz 1996, s. 1.

[22] “Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü: Amerika’dan Kırşehir’i Hatırlayış II”, 05 Mart 2009. (Erişim tarihi: 20 Şubat 2022).

[23] Gürsel Seçilmiş-Mehmet Atılgan, Anadolu Kültürünün Nazar Boncuğu, Kırşehir’in Gelenek ve Görenekleri, Kırşehir Valiliği Yayını, Ankara, t.y., s. 95.; M. Faruk Bayrak, Soframda Anadolu, İç Anadolu Yemekleri, Alfa, İstanbul 2015, s. 107.; Nurten Büyüksaraçoğlu-Funda Tanyeri Altaş, Kırşehir Yöresi Yemekleri, Grafik Tasarım Baskı, Kırşehir 2010, s. 86.

[24] Gürsel Seçilmiş-Mehmet Atılgan, Anadolu Kültürünün Nazar Boncuğu, Kırşehir’in Gelenek ve Görenekleri, Kırşehir Valiliği Yayını, Ankara, t.y., s. 97.