KİMİN İLE BAYRAM?

Yahya Kemal Beyatlı’nın şiir kitabı Kendi Gök Kubbemiz “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiriyle başlar. Şairimiz zaman, mekân, insan, tarih ve estetik unsurlarını dini ve milli bir vecd ile harmanlayarak kaleme aldığı şiirini “Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı” mısrasıyla noktalar.

Bayram otuz günlük manevi bir emeğin taçlandırıldığı demdir. Öyle bakmak, öyle anlamak lazım! İlahi emre teslimiyetin gereği dünyevi arzulardan el etek çekmenin karşılığında müminlere ikram edilen bir sevinç pastasıdır.

Hacı Bayram-ı Veli bu zaman dilimini “Yar ile Bayram”, Şah Hatayi’ye ise “Ey Hattâî iyd-i ekberdür cemâlî dilberun” yani “sevgilinin gül yüzünü görmek” olarak görür. Sonuçta herkes kendi gönlünün tercümanıdır, oraya düşeni yansıtır.

“İyd-i ekber” en büyük bayram demektir. Hacı Bayram ile Şah Hataî’nin gönlünde tomurcuklanan duygu aynıdır. Biri “Yar ile Bayram”, biri, “yar yüzünü görmek” olarak değerlendirir bayramı. Duygu cihetiyle ikisi arasında bir fark görmüyorum.

Bunlar gibi edebiyatımızda bayramları konu edinen sayısız manzum ve mensur eser bulunmaktadır. Süleymaniye’de Bayram Sabahı bunların en meşhurlarındandır. Ama benim favorilerimin başında Hacı Bayram-ı Veli’nin şiiri gelmektedir.

Bayram’ım imdi, Bayram’ım imdi

Bayram ederler yâr ile şimdi

Hamd ü senâlar hamd ü senâlar

Yar ile bayram kıldı bu gönlüm.

Tabi bu sevinç, orucunu hakkıyla tutanlar için geçerlidir yani bayramı hak edenler içindir. Oruç tutmayıp da bu sevince ortak olmak isteyenler yok değil ama onların tüm çabaları beyhudedir. Kadri kıymeti bilinmesi gereken bir aydır Ramazanı Şerif, burada saklı manevi ikramlardan gafil olunmamalıdır yoksa herkse cemalini göstermeyecek, kâkülünü seyrettirmeyecek, haclegahına almayacak kadar narin ve özel bir aydır Ramazan. Kadr ü kıymet bilmekle alakalı Arpa Eminizâde Sami Efendi (ö.1732)’nin Ramazaniyye'sinin girişindeki şu beyitlere kulak kabartmalı:

Kadrini bilen görse Hilâl-i Ramazanı Mihrab edinir secde-i şükr etmeğe anı.

Bu minvalde eli kalem tutan, nefesi yeten hemen herkesin nesir ya da manzum olarak Ramazan ve müteakiben gelen bayram ile ilgili bir harcırahı mutlaka bulunmaktadır. İlgili kitap ve mevkutelerin sayfalarını sayısız kaside, gazel, şiir, beyit, mani ve güzelleme süslemektedir. Hepsi birbirinden güzel, birbirinden anlamlı metinlerdir.

İçinde bin günden daha hayırlı ve bereketli bir geceyi barındıran Ramazan-ı Şerif ayı, mükâfatı sadece Allah tarafından verilecek olan bir ibadet ayıdır ve bu cihetle gelişi sevinç, gidişi buruk bir hüzündür mümin gönüllerde.

16. yüzyılda yaşayan Celvetiyye Tarikatının kurucusu ve Aziz Mahmut Hüdayî'nin hocası Üftade hazretleri Ramazanı sevinçle karşılayanlardandır. Şöyle buyurur:

Âşıklara edin salâ oruç ayı geldi yine Rahmet denizi cûş edip âlemlere doldu yine.

Üftade'nin yanı sıra Niyazi Mısrî Hazretleri de sona yaklaşan Ramazanın hüznüyle bambaşka mısralarla konuk oluyor muhayyilemize.

Yine firkât nârına yandı cihan

Hasreta gitti mübarek Ramazan.

Nuruyla bulmuştu âlem yine can Firkata gitti mübarek Ramazan.

Ramazan, bir arınma, bağışlanma ve af ayıdır. Müslümanlar için bir bayram havası yerini andırmaktadır. Sonu, bitiş cihetiyle Hazreti Mısrî'nin mısralarında olduğu gibi hüzün ve elemdir. Bu elemi, maalesef bugün toplumsal olarak hissetmek biraz uzak bir hayal! Ferdi olarak deruhte edenler bulunsa da kıymet-i harbiyesi yok. İslam coğrafyası kan revan içinde; alevleri göklere yükselen bir ateş her tarafından cayır cayır yakmaktadır. Bu Ramazanların bu yaralarımıza derman olacağı günlerin hüznü ve duası içindeyiz. Asıl bayramımız Ümmetin yaralarının sarıldığı gün olacaktır. İslam dünyası toplu bir Kerbelayı yaşarken bayramdan söz etmek biraz safdillik olur.

Kan, gözyaşı, barut ve bomba sesleri altında parçalanmış cesetlere; ayağı, kolu kopmuş masumlara bakarak iftarını açanların yaşadığı bir dünyada bayramdan söz etmek; ah keşke mümkün olsaydı!

''Bayram Gelmiş Neyime?” türküsünü bilirsiniz. O türküyü anımsadım şimdi. Onun acıklı melodisiyle büyüdük biz.

İslam dünyasının çaresizlikle perçinlenmiş psikolojisini o kadar güzel anlatıyor ki söylenecek söz bırakmıyor bize. Gerçi kısık sesler çıkmıyor değil bir yerlerden ama yarayı sarmaya yetmiyor. Hani “Ali çoktur Şah-ı Merdan bulunmaz” der ya şair, aynen öyle. Dilerim Allah’tan ki o özlenen “Şah-ı Merdan” bir an önce çıkar da Filistinli, Suriyeli, Iraklı ya da Doğu Türkistanlı çocuğun ağzından daha fazla dinlemeyiz biz de ''Bayram Gelmiş Neyime'' türküsünü:

Bayram gelmiş neyime Anam anam garibem Kan damlar yüreğime Anam anam garibem

Yaralarım sızlıyor Anam anam garibem Doktor benim neyime Anam anam garibem

Geceler yârim oldu Anam anam garibem Ağlamak karım oldu Anam anam garibem

Her dertten yıkılmazdım Anam anam garibem Sebebim zalim oldu Anam anam garibem.

Sözün özü, Hacı Bayram-ı Veli, “Yar ile Bayram” dedi. Hacı Bayram-ı Veli ve emsallerinin miras bıraktığı coğrafyalarda bunca kan, gözyaşı ve vahşet yaşanırken sahi biz “Kiminle Bayram?” diyelim? O yar yüzümüze bakar mı dersiniz? Çok üzgünüm.