“Bir insan kilitli olmayan, içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyorsa ve kendine çekmek de hiç aklına gelmiyorsa, odada hapistir.!” [Avusturyalı aykırı filozof Ludwig Wittgenstein, 1859-1951]
Ali Arif Ersen, fotoğraf sanatçısı ve ressam, bunun yanı sıra birçok sanat dalına ilgisi olduğu gibi müthiş bir caz tutkunu… İstanbul’un Nişantaşı semtinde dünyaya gelmiş, doğma büyüme İstanbullu… Hayatı hep sanatla iç içe geçmiş, arkadaşları da sanat hayatına yakın kişiler olmuş hep… Hayata sıkı sıkıya tutunan bir insan, içi hayat dolu. 2004 yılında bir gün baş ağrısı şikayetiyle gittiği hastanede hastalığının çok basit bir şey olmadığını öğrenir Ali Arif… Doktorların teşhisi dünyada yalnızca dört bin kişide görülen Locked-In-Syndrome’dir. Türkçesi "içeride kilitli kalmak" gibi bir şey. Akıl ve ruhun hareket edemeyen bedenin içine kilitlenmesi. Artık Ali Arif için hayat bir başka türlü devam ediyordu. Vücudunun hiçbir organını kullanamadığı gibi hareket de ettiremiyordu. Yalnızca ve yalnızca sol gözünü kırpabiliyordu, yatağa bağlı kalmıştı. Konuşma, yutkunma ve diğer tüm kas hareketlerini kaybetmişti. Söylenenleri anlıyordu.. Beyin hâlâ zehir gibiydi. Arkadaşları onu bu halinde terk etmediler. Arkadaşlarından birisi sol gözünü hareket ettirdiğini bildikleri için lazer teknolojisi ile gözüne takılan bir ışık vasıtasıyla beyaz bir tahtaya ışığın yansımasıyla ışığın gözü takip etmesini dikkate alarak bir gözlük geliştirdi. Bu sayede Ali Arif, tahtanın başında kalem ile bekleyen bir başka arkadaşına gözünün ışığı takibi ile resimler çizdiriyordu. Hayalleri, sanat aşkı her şeye rağmen devam ediyordu. Hiçbir arkadaşı ona hastalığı süresince “Vah vah vah!, sen bu hallere düşecek adam mıydın!” demedi, kimse acıyan gözlerle bakmadı. Hep hayatın gerçeklerini bilen, yaşama sevinci ile dolu, moral depolayan, yardımsever bir arkadaş çevresi vardı.
Ali Arif, insanın birçok organını kaybetse de hayatta mutlaka bir şeyler üretmesinin gerekliliğini anlatan küçük bir hayat kesiti. Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu, insan denen varlığın iradesini sergilediğinde vücudu eksik bile olsa neler yapabileceğini gösteren ibretlik bir insan hikâyesi…
***
Saklı Kalan Şiirler köşemizde bu hafta üç şiir yayınlıyorum. İlk şiirimiz Birleşik Amerikalı şair Edgar Lee’ye ait; bu şiir, şairin mezar taşında yazılıdır, dilimize çeviren Hüseyin Başaran.
HADİ
Hadi kırlara kardeşler
Az yürüdükten sonra, izniniz olursa
Şuracıkta uyuyacağım
Düşünün
Bundan tatlı, bu uykudan mutlu
Ne var
Bir mutlu uykunun içinde, düşlerden öte
Kaygılardan öte
Hadi hadi gidelim
Tarla kuşunun ötüşünü dinleyelim.
**
İkinci şiirimiz E. Faik Üstün’e ait, yıl 1958.
YALAN DÜNYA
Nerde bitmez sanılan şarkılar
Elini sıktığınız bunca insan
İsimlerini bile unutmuşsunuz…
Hani akşamdan koşan yürek
Coşan gönül
Hani neler neler ummuştunuz.
**
Üçüncü şiirimiz 1945 yılına ait, şairimiz Recep Bilginer. Şair Beyşehirli’dir, bir konuşmasında “Çocukluğumu mesut bir rüya gibi hatırlıyorum.” der, ancak şair on yaşında annesini, on üç yaşında da babasını kaybetmiştir. İlk şiirleri bu iki acının ürünüdür, sonrasında ise hayata tutunmayı amaç edinen, hayatın gerçekleri ile yüzleşmeyi anlatan şiirler yazmıştır.
İYİLİK
İyi şeyler düşünüyorum dostlarım
Sizin için iyi şeyler.
İnsan insanı sevmez de bu dünyada
Başka neyler?
Baharlar içinde bahar
Saadetler içinde saadet.
Üstünde yaşadığım bir toprak kadar
Dostlarım size de hürmet…
Yayılır odama bir uyku bitimi
Güvercin kanatlı iyilik.
Gün ışığı böldü bütün derdimi
Bundan öte yanı gayrı mavilik…