KAYBOLAN BİR DÜNYA

Ağır ağır kesinlikle sınıfsal ve sosyal bir yenilgi.

Dünya, gözlerimizin önünde ağır ağır kayboluyor. Ne birdenbire, ne de çarpıcı bir kopuşla… Sessiz bir çürüme, görünmez bir yıkım eşlik ediyor bu kayboluşa.

İnsanlık, kendi emeğinin, kendi elleriyle kurduğu değerlerin enkazı altında eziliyor. Burada yalnızca bir çevre felaketi, bir teknolojik yıkım ya da kültürel dağılmadan söz etmiyoruz;

Burada asıl mesele, sınıfsal ve sosyal bir yenilginin bütün insanlığı kuşatmış olmasıdır.

Bir zamanlar insan, emeğiyle var olurdu. Terleyen alnından damlayan tuz, üretimin ve alın terinin namusuydu. Fakat bugün, emek değersizleşti; sermaye kutsandı. İşçinin elleri, üretimin kalbi olmaktan çıktı; Yerini makinelerin ve başı sonu olmayan işlemlerin soğuk verimliliği aldı.

Artık insanlar kendi ellerinin emeğini değil, başkalarının kurduğu dev dijital sistemleri çalıştırıyor. Böylece sınıfsal uçurum derinleşiyor: Bir avuç sermaye sahibi her geçen gün daha çok güç kazanırken, geniş yığınlar giderek daha fazla görünmez oluyor.

Toplumsal yenilgi yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ahlakidir. Çünkü toplumun omurgasını oluşturan dayanışma, yerini bireysel kurtuluş hayallerine bıraktı. İnsan, komşusunu görmezden gelir oldu; yoksulun haline duyarsız, açın sofrasına kayıtsız.

Oysa tarih boyunca insanı ayakta tutan şey, birbirine tutunan ellerin ortak gücüydü. Bugün ise her el, yalnızca kendi cebini doldurmak için uzanıyor. Bu, insanlığın ağır ağır kendi kendine ettiği ihanettir.

Kaybolan dünya, aslında değerler dünyasıdır. Onuru, hakkı, adaleti önceleyen bir yaşamın yerini; çıkar, hız ve tüketim aldı. Artık insanın büyüklüğü üretiminde değil, tüketim kapasitesinde ölçülüyor. Böylece sosyal yenilgi, bireyin ruhuna da siniyor. İnsan, içten içe tükeniyor;

Kendine yabancılaşıyor.

Ve işte bu nedenle, kaybolan dünya geri dönmeyecek gibi görünüyor. Çünkü bu bir “doğal felaket” değil, insan eliyle işlenmiş kesinkes bir yenilgidir. Sınıfların arasındaki uçurumun kapatılmadığı, adaletin yeniden inşa edilmediği, dayanışmanın hayata geçirilmediği hiçbir düzenin kalıcı olmayacağı açıktır.

Ama sorulması gereken soru şudur:
Bu ağır ağır kaybolan dünyada, yeniden inşa için umut var mı? Yoksa bizler, yenilgiyi kabullenmiş kuşaklar olarak mı yaşayacağız?

Cevap, insanlığın cesaretinde gizli. Çünkü her yenilgi, kendi bağrında bir isyan tohumu da taşır. Yeter ki o tohumu büyütecek irade ortaya çıksın.

Ve belki de asıl soru şudur:

Biz bu enkazın altında kalmayı mı seçeceğiz, yoksa değerlerimizi yeniden inşa ederek geleceğe tutunmayı mı?