İyiyiz Sanıyoruz, Peki Ya Hakikat?

Değerli okuyucularımız,

Hepinizi dua ve selamın kuşatıcılığıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.

Hepimiz, neredeyse kusursuz olduğumuza inanıyoruz. Sözümüzde doğru, ahlakımızda sağlam, yönetimde adil, dinde titiz; komşulukta ve akrabalık ilişkilerinde örnek insanlar olduğumuzu düşünüyoruz. Üzerimize tek bir toz zerresinin bile kondurulmasına razı olmuyor, kendimizi sorgulamaktan itinayla kaçıyoruz. Bu alanlar gündeme geldiğinde, en iyisi olduğumuzu yüksek sesle dile getiriyor; hakkımızda söylenen en küçük olumsuz sözü bile peşinen reddeden bir anlayışı alışkanlık hâline getiriyoruz.

O hâlde sormak gerekir: Madem bu kadar iyiyiz, neden ülkemiz ve sosyal hayatımız iyiliğe kapı aralamıyor? Neden insanî bağlarımız her geçen gün biraz daha zayıflıyor, toplum hayatımız yaşanması zor bir hâl alıyor? Neden huzur, neden güven, neden kardeşlik bir türlü yerini bulamıyor?

Bu soruların cevabını arayıp kendimizle yüzleşmediğimiz sürece, sadece kendimizi avutmuş oluruz. “İyi bir yoldayız.” düşüncesi, hakikatten uzak bir hayalin süslü perdesinden başka bir şey değildir.

Zanlarımızı, önyargılarımızı ve kendimizi temize çıkaran düşünce kalıplarını yeniden gözden geçirmek zorundayız. Zanla değil; hayatın çıplak gerçekleriyle yüzleşmeli, sorunlarımızla cesaretle karşı karşıya gelmeliyiz. Toplumsal, yönetsel ve ahlaki hayatımızı yeniden inşa etmek istiyorsak; boş vehimlerden sıyrılıp sağlam bir idrak ve sahici bir anlayışla gerçeğin izini sürmeliyiz.

Sözlerimizle hayatımız örtüşmediği sürece, zamanın önümüze koyduğu acılar ve kayıplar bitmeyecektir. Bu çelişki, toplum olarak huzura ermemizin ve ilerlememizin önündeki en büyük engeldir.

Ne zamana kadar bu hayallerle, bu zanlarla yaşamaya devam edeceğiz? Bugün dönüp insanlığa baktığımızda tablo açıkça ortadadır: Bölündük, parçalandık, kalplerimiz arasındaki bağları kopardık. Merhameti, vicdanı ve insanî duyarlılığı yitirdik. Bu gidişat, ne dünya ne de insanlık adına umut vaat etmektedir.

Önümüz aydınlıkken karanlığı seçiyoruz. Israrla kendimize dönmüyor, hakikatin kapısını aralamaktan kaçıyoruz. Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.), asırlar öncesinden bizi bu hastalıklara karşı uyarmıştır:

Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Zandan sakınınız. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının kusurlarını araştırmayın, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın size emrettiği gibi kardeş olun.”

“Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yalnız bırakmaz, onu hor görmez. (Göğsüne işaret ederek) Takvâ buradadır.”

“Kişiye, Müslüman kardeşini küçümsemesi kötülük olarak yeter. Müslüman’ın canı, malı ve namusu Müslüman’a haramdır.”

“Allah, sizin suretlerinize ve mallarınıza değil; kalplerinize bakar.”

Bugün bozulan tek şey varsa, o da insandır; insanın kalbidir. Kalp Allah’ı anmadığında, hakikatle bağını kopardığında; bu hayattan da insanlıktan da bir hayır beklemek mümkün değildir.

Eğer bugün dünya savrulmuşsa, toplumlar huzursuz, ülkeler sancılıysa; kimse suçu başkasında aramasın. Bunun sorumluluğu hepimize aittir. Kararan kalplerimizi arındırmadan, niyetlerimizi ıslah etmeden; adil, huzurlu ve erdemli bir hayatı beklemek, sadeceh kendimizi kandırmaktır.

Vesselam.