İSLAM ile aldatanlardan Derviş Vahdeti (1)

İslam Dini ve Yüce kitabı Kuranı Kerim yüzyıllardır İslam düşmanlarının hedefinde olmasına rağmen, doğrudan cephe almakla bir netice alamamışlardır. Böylece İslam düşmanları tüm kirli emellerini Müslüman gibi gözükerek, İslam’ı ve Kur’an-ı el üstünde tutup inanları peşlerinden sürükleyerek emellerine ulaşmaya başlamışlardır. Bunun o kadar çok örneği var ki hepsinden aynı anda bahsetmek imkânsız olduğundan yeri geldikçe her yazıda bir kişiyi hatırlamak uygun olacaktır. Bu yazımızda Derviş Vahdeti’nin portresini inceleyeceğiz.

Büyük Önderimiz Atatürk, iki tür din adamına dikkatimizi çeker: Biri gerçek din adamları, diğeri sahte din adamları… Kimi konuşma ve yazılarında bu iki tip üzerinde durur,  onları tanıtır ve bizden ısrarla şu istekte bulunur: Sakın bunları birbirine karıştırmayın! Geçmişte de bugünlerde de bu sahte din adamlarından biriyle her zaman karşılaşırız, çünkü onlar çokturlar ve iktidarlardaki yandaşlarından arka bulurlar. 

Derviş Vahdeti’nin adının hep 31 Mart olayı ile birlikte anıldığını bilmeyen yoktur. Neden? Çünkü 31 Mart Olayı’nın meydana gelişinde Derviş Vahdeti ile onun çıkardığı Volkan Gazetesinin rolü son derecede önemlidir. Herkese ulaştırılmak için Bedava dahi dağıtılan Volkan gazetesi çok kısa bir süre içinde kamuoyunu etkisi altına almış, planlı bir yayınla halkı yine Vahdeti’nin kurduğu ama arkasında İngiliz eli olduğu iddia edilen “İttihadı Muhammedî Cemiyeti” tuzağına düşürmüştür.

Derviş Vahdeti 1870 yılında Kıbrıs’ta doğmuştur. Hıfzını tamamladıktan sonra Hafız Derviş adını almıştır. Kıbrıs’ta çalışmaya başladığı İngiliz Yüksek Komiserliği’ndeki memuriyeti tatmin etmez Vahdeti’yi. Asıl hedefi Osmanlı sarayında makam elde etmektir. İstanbul’a gider, Dâhiliye Nazırı Memduh Paşa aracılığıyla bir memuriyet bulur. Aynı zamanda Paşa’nın yalısında imamlık yapmaktadır. Ancak gözü gönlü hep Saray’dadır. Oraya yanaşma hırsı o günlerde gözde mesleklerinden olan saray jurnalciliğine başlamasına neden olur. Hırsı o derecededir ki kendisine hamilik yapan Memduh Paşa’yı bile Saray’a jurnaller. Nazır efendi onun bu ihanetini öğrenince, Vahdeti’yi Diyarbakır’a sürdürtür. Bir fırsatını bulup Diyarbakır’dan da kaçar Vahdeti. Ancak Bektaşî babası kılığında saklanırken Birecik’te yakalanır. Ancak Meşrutiyet’in ilanının ardından salıverilir. Meşrutiyet’in getirdiği başıboş özgürlük ve çatışma ortamında hemen harekete geçer ve “İnsaniyete hadim, dinî ve siyasî” sloganıyla Volkan gazetesini kurar. 28 Kasım 1908’de yayınlanmaya başlayan gazetedeki yazıları bir bakıma vaazın, hutbenin gazete sayfasına aktarılmasından ibarettir.

Yakın tarih konusunda araştırmalarıyla tanıdığımız Sina Akşin bir yazısında Volkan Gazetesi’nden ve de onun başyazarı Vahdeti’nin temel niteliklerini onun İngiliz yanlı olmasına dikkat çekek şöyle belirtmektedir:

“İslamiyetçi nitelik, hürriyetçi ve Kanun-u Esasî düzeninden yana olmak ve insaniyetçi ve medeniyetçi nitelik… Vahdeti evrensel barıştan, üfürükçülere karşı doktordan, tıpta yeni buluşlardan yanadır. Vahdeti yazılarında Dreyfus, Zola, Darwin’i anacak kadar Batı bilginlerinden haberlidir… Fedakarancı niteliğe sahip olup eski sürgün ve kaçkınları korur. Derviş başta Ahmet Rıza olmak üzere, ‘İttihat ve Terakki Cemiyeti’ sivil ileri gelenlerinin şiddetle aleyhindedir. Buna karşılık Sabahattin Bey’i ve onun düşüncelerini, Kâmil Paşa’yı tutmaktadır. Bu tutuma paralel olarak da İngiliz taraftarlığı söz konusudur. Derviş’e göre güdülecek en doğru siyaset İngiliz siyasetidir.”

Derviş Vahdeti gazete ile yetinmemiş, şeriatçılığı eyleme geçirecek bir de örgüt kurmuştur, adı İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti’dir. Vahdeti, Cemiyet’i Emirîzade adlı biriyle ortaklaşa kurmuştur. İttihadı Muhammedî Cemiyeti’nin kuruluşunun hemen ertesi gününden itibaren, Volkan’daki yazıların şiddet dozu artmaya başlar. Artık kamuoyu yeter ölçüde dolmuş, olgunlaşmış, özellikle askerler arasında yapılan propagandalar meyve verecek noktaya gelmişti. Sonunda beklenen o uğursuz gün gelir. Rumî tarihle 30 Mart’ı 31 Mart’a bağlayan gece, yani 12-13 Nisan 1909 gece yarısı “Meşrutiyet’in bekçisi” avcı taburları ayaklanır. Kışlanın önünde ellerinde yeşil bayraklar bulunan birtakım sarıklı hocalar dolaşmaya başlar, pencerelere doğru şöyle seslenmektedir bunlar: “Ey kahramanlar, şeriat elden gidiyor, ne duruyorsunuz?” Çok geçmeden, askerler “şeriat isteriz, padişahım çok yaşa” haykırışlarıyla, önlerinde hocalar olduğu halde yollara düşer; dosdoğru Sultanahmet’teki Mebusan Meclisi binasının önüne gelirler, bir kısmı da Ayasofya’ya yönelir. Ayasofya meydanında yüzlerce hoca tekbir getirmektedir. Kimi hoca ve askerler de İttihat ve Terakki Cemiyeti yüzünden dinin elden gittiği, şeriatın yeniden hâkim olması gerektiği üzerine nutuk atmaktadır. İsyancı liderler başlarında Derviş Vahdeti ve sarıklı hocalar olduğu halde, bir meşveret kurup hükümetin değişmesi ve yeni kurulacak kabineye kimlerin gireceği konusunu görüşürler.

İsyan genişlemeye devam eder. Kan dökülür: bir nazır, bir milletvekili, yedi subay öldürülür. Tanin’le Şurayı Ümmet gazetelerinin idarehaneleri yağma edilir, İttihat ve Terakki Merkezi basılır. İstanbul’a artık isyancılar ve yağmacılar hâkimdir. Hareket, merkezi İstanbul olmakla birlikte, başta doğuda olmak üzere askerin bulunduğu birçok bölgede etkisini gösterir. 31 Mart günü Erzincan’da bulunan birlikler sancaklarına Kur’an-ı Kerim’i bağlayıp koşu alanında toplanırlar. İsyancıların kumandanı bir süvari başçavuşudur. Erzurum’da da bir hareketlenme olur, ancak her iki kalkışma da bastırılır. Bursa, Bergama, Karahisar, Diyarbakır, Medine ve Şam’da da ufak çaplarda gerici hareketler görülür. Bursa’nın İstanbul’a yakın olması ve dinci örgütlerin çokluğu nedeniyle, İttihadı Muhammedî Cemiyeti burada elverişli bir ortam bulmuştur. İstanbul’daki ayaklanmanın duyulması üzerine, Bursa İttihadı Muhammedî Cemiyeti mensupları 14 Nisan 1909’da büyük bir gerici gösteriyle ayaklanmayı destekler. Binlerce insan ellerinde yeşil bayraklarla telgrafhanenin önünde toplanarak, İstanbul’daki İttihadı Muhammedî Cemiyeti Merkezi’ne, Derviş Vahdeti’ye ve Millet Meclisi’ne telgraf çekerek isyancıları desteklediklerini açıklarlar.

Sonunda 3. Ordu harekete geçer. Hedef Meşrutiyet’i kurtarmak, millî birliği sağlamaktır. “Hareket Ordusu” adını alan birlikler 14 Nisan’da İstanbul üzerine yürüyüşe geçer. Tümen’in Kurmay Başkanı, Mustafa Kemal Bey’dir. Hareket Ordusu İstanbul’da önemli bir direnmeyle karşılaşmaz. İsyan bastırılır. 25 Nisan’da sıkıyönetim ilan edilir. İsyanın elebaşları yakalanır. Hareket Ordusu’nun duruma hâkim olduğunu gören kimi ayaklanmacılar birer, ikişer İstanbul’dan ve ülkeden kaçmaya başlamıştır. Kaçmaya çalışanlar arasında Derviş Vahdeti de vardır. Ne var ki para bulmak için başvurduğu bir hemşerisi tarafından ihbar edilir, yakalanır ve İstanbul’a gönderilir. Vahdeti sorgusunda kimliğini belli etmemek için çok direnir. Ancak, sonunda her şeyi bülbül gibi anlatmak zorunda kalır. Kendini kurtarmak için çok çabalar, ancak sonuç alamaz. Bunun üzerine Hareket Ordusu Kumandanlığı’na bir dilekçe verir, deli olduğunu ileri sürerek mahkemenin bu durumunu göz önüne almasını ister. Dilekçesinde şunları yazmaktadır: “Irsî olarak asabî nöbetler geçirdiğimden, çoğunlukla yazdığım şeylerin faydasını ve zararını düşünemeyecek durumdayım.”

(Devam edecek…)

Yüce Allah insanlığa gönderdiği kitabımız Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetiyle bizleri uyarıyor: ‘‘Sakın, aldatan sizi Allah ile aldatmasın!’’ (Lokman, 33, Fátır, 5; Hadid, 14)