Şu an Kırşehir’de bulunmam nedeniyle bu şirin ilimizden dem vurarak Türkiye geneli için bu konu hakkında karınca kararınca bir şeyler yazmak ve yetkilileri bu konuda uyarmak istiyorum.
Geçenlerde Belediye’den yetkili birine “Beyefendi belediyenizde basınla ilgili bir bölüm var mı” diye sordum? O da bana olduğunu söyleyince, “Yahu dedim belediyenin çalışmaları hakkında bazı önerilerde bulunuyorum zaman zaman hiç dönüş yapıldığına ve bu konuyla ilgili bir açıklama yapıldığını hiç görmedim” dedim.
“Sanırım sabah akşam gelsin çaylar, kahveler dedikten sonra çıkış kartlarını elektronik okuyucuya okutarak eve gidiyorlar” dedim.
O da “Öyle olduğunu sanmam” deyince kendisiyle ilgili bir görüş dile getirdiğimi ve bu konuyu size gelip ilettiler mi dedim? “Yok” dedi. “Demek ki bir lakaytlık var o zaman” dedim.
Yani bunu yazarken de bu yazım Belediye’nin basın birimi tarafından umarım okunur ve dikkate değer bulunur.
1984’te dörtte Kırşehir’de babam kahvehanemizi açtığında sanırım 15 veya 16 yaşlarındaydım. Babam kanunlara ve kanun adamlarına karşı saygılıydı, her yaptığı işin kurallara uygun olmasına çaba sarf ederdi. Yani “Kanunlar karşısında boynum kıldan ince” derdi. Saygın bir vatandaştı kanunlara karşı.
Küçük olduğumuzdan kahvede pek içeride durmamıza izin vermezdi, bir an önce gitmemizi polis memurlarının gelmesi halinde cezai müeyyidelere maruz kalmamak ve iş yerinin kapanmasını hiç istemeyen kuralcı biriydi.
O yıllar il sağlık müdürlüğü ve zabıtalar çok sık iş yerlerine baskınlar yaparlar ve üstünüzdeki önlükten tutun tırnaklara, saç ve sakal kesiminize kadar müdahale ederek talimatlara uyulması için deftere not tutulurdu-ki bir dahaki sefere gelindiğinde eğer talimatlara uyulmamışsa önce parasal cezalarla başlanırdı, sonra durum kapatmaya kadar giderdi.
Önlüksüz çalışılmaya kesinlikle izin verilmezdi, saçlar taranmış sakallar kesilmiş tırnak bakımı yapılmış vaziyete zabıta ve il sağlık çalışanları gelecek ceza yazılacak diye itinayla giyinir veya uygulanırdı. Sağlık karnesi şimdi var mı bilmiyorum o dönem tüm çalışanlardan; çırak ve komiler dahil herkesten istenirdi.
Gelelim şimdiye; şimdi bir lokanta veya restorana yemeğe gidiyorsunuz başta usta olmak üzere garson ve komilerin giydikleri önlüklere bakınca midem bulanıyor. Yani usta bana “Gel kardeşim yemeye parayı boşuna verme benim üzerimdeki yağlı önlük seni doyurur” dese ondan daha iyi. Eskiden garson ve ustalarda sakal olmaz ve kafada da saç yemeğe dökülmesin diye bere takılırdı! Şimdi saldım çayıra Mevla’m kayıra hesabı ne yazık ki herkes kafasına göre takılıyor.
Kuaföre gidiyorsunuz; ben mümkün olduğunca konuşmamaya ve ustaya nefesimle rahatsızlık vermeyim diye düşünürken; ustanın ağzında bir ateşli mamul, ağzı akşamdan yediği sarımsağın kokusuyla iki metre öteden sarımsak ve alkolün karışımı kötü aromalı iğrenç bir koku. Birde övünerek akşam yediği haltı böbürlenerek anlatınca sanki yeniden yaşıyor sanırsınız.
Doksanlardan sonra ne olduysa pazartesi gününden itibaren her gün dükkân-dükkân gezen zabıta ve sağlık memurlarının birden ortadan kaybolduğunu gördüm. Birde şu konuyu dile getireceğim izninizle. Eskiden market, manav veya eve alınacak elektronik veya hırdavat malzeme almaya gittiğinizde etiketler olurdu; alış fiyatı şu satış fiyatı bu diye. Şimdi esnafın şöyle dediğini duyar gibi oluyorum. “Fiyatlar sabit mi duruyor da etiket yapıştıralım” diye? Bende onlara şunu demek zorundayım.
“Siz fiyatların oynak olmadığı dönemlerde neden yapıştırmıyorsunuz!” Serbest piyasa ekonomisi diyerek patronlar canı her sıkıldıklarında çalışanlarına “Çocuğum kalk şu fiyatı yenile dedikçe ne ekonomi düzelir nede kalkınma olur ne derseniz diyin.
Neyse konuya dönecek olursak, zabıtalar ve il sağlık çalışanlarının denetimsizliği başta fırınlar olmak üzere her yerde sağlıksız koşullarda üretimin yapılmasına neden olmakta.
Bundan sanırım iki yıl öncesiydi, baldızımın kızının düğünü yapılacak ve baklava yaptıracakları bir fırın bulamadılar. Belki bulurlardı ama geç kalmışlardı. Baktım telaş içinde ne yapsak diye kara kara düşünüyorlar, ben hemen devreye girdim, çok değerli bir fırın çalışanının “Akşam saat 10’dan sonra arayınca sen getir ben hallederim” deyince bir ilçenin sınırlarında olan ve belediyeye ait olan bir fırınmış, ama belediyede orayı şahsa kiraya vermiş. Neyse götürdük arabayla arkadaş elimizden aldı hemen fırını ısıttı ve bizim baklavaları fırına sürdü: o ara hem sohbet ediyoruz, hem de fırının içinde onunla beraber imalathaneyi geziyordum. İnanın naçar düşmemiş olsaydım veya daha evvel o sahneyi görmüş olsaydım kesinlikle baklavayı pişirmesine müsaade etmezdim alır giderdim. Biz kirin pisliklerin farkında değiliz arka tarafta nelerin nasıl yapıldığının farkında değiliz. Tuvaletin ve imalathanenin iç içe olması midemi bulandırdı açıkçası.
Geçen günde Güneykent’te Kırşehir’in mahallesi olan yere eşimin ehliyet almak için gireceği sınava gitmiştik, dönüşte yolumuzun üzerinde bulunan bir akaryakıt istasyonuna girdik ve dört ekmek aldık. Ekmekler güzel pişmiş görünüyordu; eve geldik ve masaya koyduk yemeğe hazırlanırken benim elimdeki parçadan sinek ölüsü eşimin elindeki parçadan ise farelerin pisliği çıktı, olduğu gibi imha etmek zorunda kaldık.
Yani demem o ki sevgili dostlarım artık zabıta ve sağlık memurlarının denetimleri artırmaları gerekli, yoksa ileride dışarıda yiyeceğimiz sağlıklı bir şey bulamayacağız, ilgililere buradan duyurulur…