YEŞİLLİ KÖYÜNÜN KADERİ RÜZGÂR EROZYONU
İhsan Yeşilli'nin doğup büyüdüğü merkeze bağlı Yeşilli köyü ilk kez 1960'larda ülkemizin gündemine gelmişti. Yeşilli büyük bir rüzgâr erozyonu âfetiyle karşı karşıya idi. 1962 yılında benim de Kırşehir muhabiri olarak görev yaptığım Abdi İpekçi'nin yönetimindeki eski “Milliyet” gazetesinin kurucusu Ali Naci Karacan anısına ihdas ettiği bir memleket gerçeğini anlatan yazı yarışmasına Türkiye genelinde 677 “Milliyet” okuyucusu katılmış, eleme kurulunca incelenen yazılardan 55'i gazetede yayınlandıktan sonra mükâfatlandırılmak üzere kitaplaştırılıp büyük jüriye sunulmuştu. Hâlen kitaplığımın baş köşesinde yer alan bu kitaptaki yazılardan ikisi Kırşehirliler tarafından kaleme alınmıştı. Kırşehir Lisesi edebiyat grubu öğretmeni Cemeleli Etem Sarı (Basınoğlu) “Köye Doğru” yazısıyla yarışmada ilk elemeyi kazanmıştı. Ankara Etlik'teki Devlet Su İşleri araştırma lâboratuarlarında başmühendis olarak görevli İmaret Mahallesi'nden kimya yüksek mühendisi Hayri Yalçın ise elemede dereceye giren “Rüzgâr Erozyonu” başlıklı yazısında Yeşilli ailesine de adını verecek olan Yeşilli köyünün sorunlarını dile getirmişti. Yalçın'ın yazısının giriş bölümünü okuyalım:
MUHTAR HAYDAR YEŞİLLİ KÖYÜNÜ ANLATIYOR
“Ben Yeşilli köyü muhtarı Haydar... Köyümüz doksan hane, nüfusumuz dört yüz elli. Hayvan besleriz, buğday ekeriz, geçimimiz bundan. İşte buralar bizim köyün. Buraları tüm ekmiştik giden yıl. Kimi ödünç tohumluk almıştı, kimi buğdayını tarlaya atıp kepek yemişti. Sonra kum fırtınası başladı; sanırsın dünya uçuyor, tüm topraklar gökyüzüne kaçıyor. Nereden gelir bilinmez, tarlalarımız üzerine kum yağıyor. Mart'ın içindeyiz, tarlalarımız yeni göğermiş, körpe. Kum eziyor, parçalıyor, öldürüyor, sonra da diz boyu yere gömüyor. Çoluk çocuk kapılara çıkıp ağlaştı.
“İşte buralarda buğday ekiliydi. Yel aldı götürdü. Bu kum yığınları kaldı bize. Buralar kıraç arazi, şimdiden geri neye yarar? Gelecek yıl iyi gelse neye yarar? Kuvvetimiz kalmadı bu kum tarlalarını yeni baştan sürmeğe. Sonra tohum mu kaldı ekecek?
“Bu çeşmeden başka köyümüzde su yok. Gitgide yağmur da yağmaz oldu buralara. Her bahar şu karşı tepelere doğru yağmur duasına çıktık. Yine de üzerimize çöken mutsuzluğu yenemedik. Ellerimiz gökyüzüne açık, gözlerimiz uzaklarda, soluk beyaz renkli bulutlarda, yalvardık. Dualarımız kabul oldu kimi zaman. Bu tarlalara bir senelik yağmur da dolu olup bir saatte yağdı. Sonra tarlalarımızda bir sel, bir sel. Buğdaylar gitti, hayvanlar gitti. Yağmur yağsa da, yağmasa da senelerdir köylümüz yiyecek buğdayını alamadı tarlasından.
“Ben Yeşilli köyü muhtarı Haydar... Bizim elimiz kolumuz bağlı, aklımız ermez, dermanımız yetmez. Söylenmesi ayıp, biz bu yıl tüm açız. Benim elimden bir şey gelmez.”
Hayri Yalçın'ın anlattıkları Türkiye'nin de gerçekleriydi ve bundan daha güzel anlatılamazdı. Bu tablo içinde henüz 17'sinde bıyıkları yeni terlemeye başlamış bir delikanlı olan İhsan Yeşilli köydeki hayatını ve Kırşehir'e ilk geldiği günleri 1986'da Salih Güner'e anlatmıştı.
“ŞEHRE İLK GELİŞİMDE ALLAK BULLAK OLDUM”
“Her Anadolu köylüsü gibi çocukluğumu yaşayamadım. 1940'ların Orta Anadolu köyleri mahrumiyet, yokluk ve hastalık içindeydi. Bir de yurdumuzun etrafında alevden bir duvar ören İkinci Dünya Savaşı'nın yol açtığı ve eskilerin 'Büyük kıtlık' diye adlandırdığı açlık salgınının izlerini hâlâ taşırım. Köyümüze gelen çerçilerin gaza, şekere istediği fahiş fiyatlar ve büyüklerimin dehşete düşercesine takındığı tavır dün olmuş gibi gözlerimin önünden gitmez.
“Rahmetli babamın beni Kırşehir'e getirdiği günü de hiç unutmayacağım. Daha doğrusu o günün hayatımda bir dönüm noktası teşkil ettiğini belirtmek istiyorum. Yetmiş haneli köyümüzden Kırşehir'e gelirken daha büyükçe bir köye gideceğimi hayal etmiştim. İtiraf edeyim ki Kırşehir'deki ilk günümde allak bullak olmuştum. Motorlu vasıtalar, koca koca binalar, manifaturacılar, pazardaki kalabalıklar... Bir de aklımı durduran elektrik mucizesi... Gaz yokluğundan geceleri karanlıkta geçirdik. Ben oldum olası karanlığı sevmezdim. Duvardaki düğmeyi çevirdiğimde tavandaki lâmbanın ortalığı aydınlatması benim için bir mucizeydi. Anlattığım bu dönemde köydeki ilkokulda talebeydim.
“Pazarda satılanların bazılarını açacağımız bir dükkânda satamaz mıydık? Düşüncemi babama açtığımda 'Biz çiftçiyiz oğlum, ne anlarız bakkallıktan' cevabını almıştık. Oysa bakkallık çiftçilikten, rençberlikten daha kolaydı. İlkokulu bitirir bitirmez babamdan ve annemden denkleştirdiğim 150 lirayla kendimi Kırşehir'e attım. Temel ihtiyaç maddeleri yanında çocuklar için incik boncuk, boyalı şekerler aldım. Aldığım malların bir kısmını sırtımda taşıyarak şehir ile köy arasındaki 30 kilometrelik yolu nasıl teptiğimi bir Allah, bir de ben bilirim. Böylece Bismillah diyerek köyde bakkallığa başladım.
“Az buçuk ticareti öğrenmiştim. Arazimiz verimsizdi. Köy bakkallığı ile bir yere varamazdık. Çevre köylerle alışverişi sıklaştırmıştım. İstikbali Kırşehir'de görüyordum. Babam şehre yerleşmekten çekiniyor, 'Şehir bizi yutar' diyordu. Kırşehir'deki ilk yıllarımızda verdiğimiz mücadelenin anlamı büyüktür.”
BAKKALLIKTAN FABRİKATÖRLÜĞE ATILAN ADIMLAR
Yeşilli en sonunda köyden kalkıp şehre gelmiş, babam Bekir Yastıman'ın anlattığına göre bir zamanlar Ermeni hemşehrilerimizin elinde İstanbul'un İstiklâl Caddesi gibi bakımlı ve pırıl pırıl ışıldar iken onların Mucur yolu üzerine götürülüp Kanlıdere'de kurban edilmesinden sonra tenhalaşıp köhneleşen Uzun Çarşı'nın sonunda ufak bir bakkal dükkânı açarak hayata atılmıştı. Onu bir süre sonra zahire ticaretinin içinde görüyoruz. Şehre geldikten sonra pratik zekâsı ve cesur girişimleri, kısa sürede kazandığı bilgi ve deneyimleriyle Aşağı Pazar Yeri'ndeki mütevazı bürosunda hububat ve bakliyat toptancılığı, tiftik, yün ve yapağı ticareti, bunlara ilâveten buğday ticareti ve nakliyatı, 1972 yılından itibaren kademeli olarak Ortaköy yolu üzerinde Dinekbağı'nın alt ucundaki Caferağa Çiftliği yakınında Yeşilliler Un Fabrikası'nın hizmete girişi ve fabrikanın enerji ihtiyacını karşılamak için boşa akıp giden Kılıçözü Çayı üzerinde iki üniteli hidro-elektrik santrali kurulması. Sonra Meytaş'la başlayarak halka açık birçok şirketin kurulmasına önderlik. Entegre tesislerde un fabrikasının yanı sıra yem, sentetik çuval ve iplik, poşet ve çanta üretimi, büyükbaş ve küçükbaş hayvan besi, akaryakıt satış ve dağıtım tesisleri... Bunların sonucu olarak yüzlerce Kırşehirli'ye iş... Bunlarla da yetinmeyerek irmik ve bisküvi fabrikası, ardından makarna fabrikası kurmak için başlatılan etütler...
YEŞİLLİ'NİN MÜKÂFATI BU OLMAMALIYDI
Bütün bunların yanında yüklendiği çeyrek asır süren Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı döneminde İhsan Yeşilli'yi birçok hizmetlerin ve girişimlerin başında görüyoruz. Öğretmen Evi'nin karşısında dar bir mekânda faaliyet gösteren odayı Kapıcı Camii karşısındaki Tüccarlar İş Hanı'nda satın aldığı bugünkü modern binasına taşıyarak Kırşehirli tüccar ve sanayicilere yakışır bir duruma getirmesi, Cumhuriyet'in 50'nci yılında Vali Mustafa Bezirgân'la el ele vererek köylerden buğday toplaya toplaya şimdi valiliğin önünde bulunan ilk Atatürk heykelini yaptırması da önemli başarılardı.
Kırşehir'in kalkınması yolunda yaptıkları saymakla bitmeyecek olan İhsan Yeşilli bu kadar işi başarırken yeni yatırımlarını gerçekleştirmek için tabiî ki kredi kullanma yolunu seçecekti ve seçti de... En başta başarıyla yürüttüğü gelir-gider dengesi ülkenin ekonomik darboğaza girdiği ve faizlerin astronomik rakamlara ulaştığı çalkantılı dönemde altüst oldu. İyi günlerde konuklarını Yeşilli'nin fabrikasında ağırlatan bankacılar güneşli günlerde uzattıkları şemsiyeyi yağmur yağmaya başlayınca geri istemeye başladılar, öyle ki borçlarını yapılandırmadan bile kaçtılar. Kırşehirliler'den topladıkları hisselerle -ki hissedarlardan biri de babamdı- açılan bir kamu bankası bile koskoca Yeşilliler'in tesislerine icra memuru göndermekten çekinmedi. Artık ibre eksiyi göstermeye başlamıştı. Mukadder âkıbet en sonunda İhsan Yeşilli'nin yakasına yapıştı. Haketmediği böyle bir son Yeşilli'nin moralini ve sağlığını da etkiledi. Bir zamanlar büyük hedefleri ve cesur girişimleriyle bütün Kırşehir'i kucaklayan büyük iş adamı Kayabaşı Mahallesi dönemecindeki iki katlı evinin altında bulunan mütevazı bürosunda anılarıyla baş başa yaşamak zorunda kaldı. Ama ne olursa olsun o bizim Sakıp Sabancı’mızdı. İnanıyorum ki bozuk düzenin ihanetine uğramasaydı Yeşilli'nin kurduğu fabrika ve tesislerde hâlâ yüzlerce, belki binlerce kişi çalışıyor ve geçimini sağlıyor olacaktı. Yeşilli'nin kişiliğinde Kırşehir'e çok yazık edildi.
Seni daima rahmet ve şükranla anacak, çok arayacağız İhsan ağabey... Kabrinde nurlar içinde uyu.
12 Eylül 1980'de ordunun ülke yönetimine el koymasıyla birlikte ülke genelinde sıkıyönetim ilân edilmiş, 2'nci Ordu karargâhının bulunduğu Konya merkez olmak üzere Konya, Niğde, Kayseri, Kırşehir, Nevşehir ve Yozgat illeri sıkıyönetim kapsamına alınmıştı. Kırşehir sıkıyönetim ve garnizon komutanlığı da sıkıyönetimin son döneminde İl Jandarma Komutanı Binbaşı Turgut Debreli'ye verilmişti. Binbaşı Debreli ile Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İhsan Yeşilli sıkça buluşur, Kırşehir'in sorunlarını görüşürlerdi.