HİKÂYE

Her hikâye sonsuzmuş, hiç bitmeyecekmiş gibi yazılır. Hikâye doyuma ulaşmaz. Anlatacağı ayrıntılar, unutulmuşluklar vardır. Tükenen hikâye tükenen hayata benzer. Bazen tükenen hayatların ardında da sürer asırlar sonrasının sonsuz yolculuğunda. Bitti dediğiniz anda söyleyecek sözünüzde tükenmiştir. Her hikâyede başkalarını anlatırken aslında kendinizde yer alırsınız. Bazen kahraman, bazen yardımcı oyuncu misali, bazen de görünmez bir kişilik olarak… Anlatıcının ağzından kendinizle buluşur, hesaplaşır veya düşlerinizle ulaşılmazlıklarınıza ulaşmayı amaçlarsınız. Anlatım çok basit görünmekle birlikte, kimseleri ilgilendirmiyor olmakla birlikte oradadır.

O hikâyede acılarınız, aşklarınız iç içedir. Tıpkı insanlığın asırlardır yaşadıkları gibi… Sizden önceki hayatlara dokundukça, benzer şeylerin tekrarı gibi görünen olayların örgüsüne ulaşırsınız. Zaman değişmiştir, mekân değişmiştir, kahramanlar değişmiştir. Ancak değişmeyen tek şey insandır. Ruhundaki yaralar, acılar, kederler veya aşklar… Tuhaf, tuhaf olduğu kadar da gerçek olan bu durum bazen sıkıcı olmakla birlikte sizi yolunuzdan alıkoymaz. Israrla peşinden sürüklenirsiniz. Bu bazen meraktan, bazen ruhunuzu huzura erdirme arzusundan, bazen sorumluluk duygusundan bazen de mecburiyettendir. Hangisi size uygun düşer, bilinmez. Çünkü her insanın muhakkak yaşadığı bir hikâyesi veya hikâyeleri vardır. Farkında olup olmaması onun bilgisiyle, bilinciyle… İlgilidir.

Hikâyemizin yolculuğuna asırlar öncesine uzanarak yaşananların benzerliği üzerine devam edelim. Asırlar öncesinin Çin Hindi’ne uğrayalım:

 “Dağlık bölgelerde yaşayan yerliler kalkan kılıçlarını alırlar, askerli yürürler, sadece kumandanları ata biner. Vahşi dövüşürler sonrada yaralayıp öldürdükleri insanların önce kanını içer sonra da etlerini yerler.”

Bu kadarı da olmaz dediğinizi duyar gibiyim. Günümüzle ilgisini soracak olduğunuzu da… Bu kadar sabırsızlıkla yol almamız ve insanlığı anlamamız mümkün değildir. Sakin ve sabırlı olmanızı aslında baştan hatırlatmalıydım. Günümüzün toplu kıyımlarını, modern öldürme tekniklerini unutmadan yolumuza devam edelim. Kargoyla gönderilen cesetleri, buzdolaplarında saklanan cesetleri, tankların arkasına bağlanarak teşhir edilen cesetleri size hatırlatarak vahşette sınır tanımazlığının devam etmesinin acısını insanlığın aşamadığını belirtmeme izin verin.

Kubilay Han’ın sarayına uğrayarak yolculuğumuza devam edelim. “Sarayında nice hokkabaz, düzenbaz ve oyunbaz vardır. Bunlar hep kirli işlere karışır. “

Hikâyeler acı yüklü, hikâyeler kötülük yüklü, hikâyeler utanmazlıkla yüklü. Güzel miraslar yok mu dediğinizi duyar gibiyim. Elbette var ve günümüze o kadar azı taşındı ki; Brahmanların arasında kısa bir gezinti yapalım. Asırlar öncesinin bu inançlıları; asla yalan söylemiyorlar, şarap içmiyorlar, et yemiyorlar. Başkasının malına mülküne asla göz dikmiyorlar. Hayatları çok sade. Aralarında kesinlikle zina olmaz. Canlı bir yaratık öldürmezler. Yasaktır, çok günahtır. Günümüzün fanatik dindarlarına veya dini çıkarlarına alet edenlerin alması gereken dersler yok mudur? Elbette sayısız ders olmakla birlikte onlar kâfir olduklarından uzak durulmalı ki, kötülüklerimizi rahatlıkla yapalım.

Hikâyelerimize genellikle doğudan başlamamızın özel bir nedeni vardır. Aydınlıkta karanlıkta oradan başlayıp yayılmış ve insanlığı ele geçirmiştir. Gelenekler, inançlar ve yaşam biçimleri birbirini etkileyerek coğrafyalar arası gezintiye çıkar. Asırlar sonrasına sarkarken öldürmenin masumlaşmış haliyle veya tahrik unsurlarıyla karşımıza çıkar.

Bengal’deyiz. Baba ve damat adayı arasında evlenme öncesi bir sözleşme yapılıyor. Sözleşmenin esası kızın bakire olmasıdır. Eğer kız bakire değilse sözleşme iptal edilir ve evlilik gerçekleşmiyor. Günümüzün gelinliğiyle girdiğin evden kefeninle çıkarsın anlayışına göre ne kadar da masum. Ayrıca kadınların yaşadığı dramdaki benzerliğe dikkatinizi çekmektir hikâyemizin amacı. Bengal‘deki yolculuğumuzda bir esir pazarına uğrayarak hapise düşenlerden birisini yüksek bir ücretle satın alarak kölemiz olarak kullanalım. Yakın zamanın kadın veya çocuk esir pazarlarıyla karşılaştırdığımızda ne kadar masum değil mi?..

Yönümüzü asırlar öncesinin Hindistan’ına çevirelim. Bir genç kız evlenmeden önce krala takdim ediliyor. Kral genç kızdan memnun kalırsa haremine alıyor. Genç kızı beğenmezse bir miktar para veriyor. Böylece genç kız başkasıyla evlenme hakkını kazanabiliyor. Asırlar sonrasının saray haremlerine ne kadar da benziyor. Ve kadın bedeninin zevk aracı olarak kullanılmasının mirası…

Sözcüklerin diliyle hikâyelere yöneldikçe bir iç huzuru yaşıyorum. Bu gezegene gelmemin yararlı bir amaç için olmasının huzuru… Sözcüklerin, sözlerin, yaşamların mirasına okyanusta bir damla misali katkıda bulunmanın huzuru… Sadakatim sözcüklerin büyüsünedir. Bunun hiç bir parasal karşılığının olamayacağı gerçeğine olan inancımdandır bu serüven. Çünkü “parayla satın alınan sadakat daha fazla parayla satılır.”

Ayrıca bu gezegene gelmenin anlamına olan inancımdandır bu gezintiler, hikâyeler. Hayatı anlamlı kılmanın kaygısı diyebilirsiniz. “Hayatı kaybetmekten daha acı olanın yaşamın anlamını kaybetmek” gerçeği beni sürüklüyor. Ve itirazınızı duyar gibiyim. “Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insanlar vardır ama güneş yeniden doğar.” Bunu biliyorum. Bu kadar gereksiz insanın varlığının gezegen için ağır bir yük olduğunu da… Onlara inat, onların katkıda bulundukları kötülüklere inat, sessizliklerine inat bu serüvenin insanın en muhteşem buluşunun yaratıcılığımıza ve emanet olarak sonraki iyi insanlara sunduğu olanak için de minnettarım elbette…

Her hikâyenin kendimi anlatmaya yönelmesinden dolayı beni eleştirmenizi veya yargılamanızı istemiyorum. Amacım bir ispata yönelmek veya kanıtlamak değildir. Elbette öyle bir şansım olsaydı karşınıza çırılçıplak çıkmak isterdim. Ancak bu durumda da olayların, nesnelerin, mekânların, kahramanların sahiciliği kaybolabilirdi. Zaman zamansızlığa sürüklenebilirdi. Zamandan kopuk bir hikâyenin boşluğa düşme tehlikesi ortaya çıkardı. Hikâyenin yöneldiği zamanı, kahramanı veya mekânı kendi özgül koşullarıyla değerlendirmek gerektiği inancımın da saklı olduğunu belirtmekte yarar vardır sanırım.

Hikâyeleri yazarak para kazanma amacında değilim. Zaten hiçbir yazar da bu amaçla yola çıkmaz veya çıkamaz. Günceli ilgilendiren kitapların yoğun bir tanıtım ve reklam kampanyasıyla belirli bir tirajın üzerine çıkarak yazanına para kazandırması mümkündür. Popüler ve geçici, dönemsel kitaplar olup saman alevi gibi yanar ve sönerler. Kalıcılıkları ve etkileri sınırlı ve yaşanılan anla sınırlıdırlar. Roman, öykü, anı, deneme, şiir yazarı yoksulluğuyla ve yoksunluğuyla baş başadır. Yola çıkarken bunu göze alarak çıkarsa hayal kırıklığına uğramaz. Aksi derin bir hayal kırıklığı ve yazmaktan vazgeçmesi anlamına gelir. Uzak dursun mürekkebi tüketmekten, sözcükleri harcamaktan.