Yazarken; bir iç boşalma, ferahlama yaşıyorum. Huzur buluyorum…Bu huzur, dünyadaki huzurun yansıması değil… Kendi iç dünyamda yarattığım huzur. Dünyada huzur yokken, sen nasıl huzura erersin diye sorar gibi olduğunuzu biliyorum. Dünyada yaşanan kötülüklerin nedeni değilsem ve buna katkım yoksa kendi iç huzuruma erişmemden kim zarar görebilir. Kötülükleri yazdıkça, tükenmeyeceğini biliyorum. Ancak; sorguladıkça kötülükleri, iyilikleri çoğaltmayı amaçlıyorum.
Yaşam; neden sonuç üzerine değişim ve dönüşüme uğrar. Bugün; dünün sonucu iken, yarının nedeni olacaktır. Dünü sorgulamadan bugünü anlayamayız yarının umutlarını sunamayız. Sanırım bazılarınız bunun bir kısır döngü olduğunu ve değiştirme şansının olmadığını söyleyeceksiniz. “Böyle gelmiş böyle gider “ misali… İtirazım bu kabullenişe, bu kaderciliğe.
Toplumsal hafıza kendiliğinden oluşmuyor. Otorite ve kurallarının sürdürülebilmesi yoğun bir çalışmanın ve yarattığı korkunun eseridir. Her otoriter yapı bunun için yoğun bir propaganda dili kullanır. Edilgen, uyumlu, biat eden bir toplum; varlığının süresini uzattığı yaşamının nedenidir. Bunun sonucu oluşan bireylerin toplumsal yansıması ise “sürü”dür. Yanlış anlaşılmasın bireyleri aşağılamak gibi bir sonuca ulaşmanızı istemem. “Sürü” toplumu; sorgusuzdur, kabullenişe hazır ve itaatkardır.
Her toplumun bir hafızası vardır. Bu hafıza geçmişidir. Geçmişiyle hesaplaşmayan hafızanın geleceği kurgulaması ve önermesi mümkün değildir.
Eylülist düşüncenin yarattığı tahribatlarla hesaplaşmadan ve onun sonuçlarını ortadan kaldırmadan bu sıkışıklıktan, açmazdan kurtulma şansımız yoktur. Düşüncelere vurulan prangalar ağır sonuçlarıyla bizi esir almışken, özgür düşüncelerin kırıntılarıyla avunurken, bu açmazın yöntemlerini bulmak zorundayız.
Eylülist rejim geçmişle bütün bağları koparmayı amaçladı. Geçmişin bütün kazanımlarını hafızalardan silmek…Yeni bir ahlaki, düşünsel ve yaşam biçimi oluşturmayı…. Bunu büyük ölçüde başardı. Konumuyla orantılı bilinçler yarattı ve toplumu kendine esir etti. Muhalif sesler ve sözler acımasızca cezalandırıldı. Bir korku iklimi ve ortamı oluşturuldu. Korku; insani boyutunun dışına taşındı. Sığ bir varlığa ve düşünceye dönüştürülen bireyler her geçen gün arttı. Gelecek umutları ve hülyaları karartıldı. Karanlık bir tünele sürüklenen kitleler “şükür” ve “sabır” söylemiyle alıklaştırıldı. Sorgulama yoksa; alıklaşmak ve “sürü”leşmek kaçınılmaz oluyor.
Toplumsal muhalefeti yok etmeyi amaçlayan sistem; Martta beyinleri köreltirken, Eylül’de yürekleri felç etti. İnancın, direncin parçalanması, felç edilmesi amaçlandı. Bu amacına büyük ölçüde ulaştı. Dizayn etmeyi, amaçladığı toplumsal yapıyı büyük ölçüde oluşturdu. Bunu yaparken itirafçılardan ve döneklerden yararlanmayı ihmal etmedi. Onların bir bölümü de inceden inceye edebi bir dille buna gönüllü katkıda bulundular. Oluşturulan popülist ve lümpen kültürüyle görevlerini yapmanın huzurunu yaşadılar. Geçmişlerinin jargon diliyle yeni toplumsal yapıyı ve kültürü sevimli kılmaya çalıştılar. Post modern edebi safsatasıyla edebiyatı magazinleştirirken her türden aracı kullanmayı mubah gördüler. Eskinin popüler yeninin akıl hocalarından her türden yararlandılar. Bize sunulmaya ve kabul ettirilmeye çalışılan ve büyük ölçüde başarılan “edebi” eserlerle sorgulamayan ve geçmişine düşman bir toplum oluşturdular. Öz yerine biçiminin sorgulanmasını koyarak gerçek diye bize pazarladılar. Kıymeti kendinden menkul siyasi yeni figürleri bize kurtarıcı diye sundular. Her türden ahlaki değerin içi boşaltıldı ve sistemin sevimlileştirilmesi için her türden araç kullanıldı. Propaganda ve ajitasyonla beyinleri uyuşturulan kitleler geçmişine düşman hale getirildi. Özünde ise; geçmişe olan kinlerini kustular. Utanç ve sevimlilik iç içe geçti. Geçmişi sorgularken, bugüne methiyeler dizmekten, akıl hocalığı yapmaktan çekinmediler. Aymazlık ve utanç iç içe geçti.
Yaşamı anlamlı kılan öğrenmedir. Öğrenme tutkusu; insani bir kimlik kazandırırken, yaşam sevincini zirveye taşır. Öğrendikçe direncin artacağına inanıyorum. Gezegenin küçük birer damlacığının büyümesi ve dalgaya dönüşmesinin öğrenme tutkusuyla taçlanacağına inanıyorum. İçselleştirilen öğrenmenin her türden çözülmenin panzehiri olduğu inancındayım. Çözülen öğrenmenin sığlık olduğu düşüncesindeyim. Sığlık; hem çözülme ,hem de körlüğe dönüşüyor. Kişiliğin yabancılaşması bu sığlığın eseridir. Eylülist rejim bunu büyük ölçüde başardı.
Eylülist düşünceyle doğanlar bunu yaşamın doğal bir akışı olarak algılıyor ve büyüyor. ”Balık” hafızalı toplum böyle oluşturulmaya başlıyor. Sürekli tüketen, lümpen ve magazin kültürüyle beyinleri doldurulan yeni kitle; eğitim kurumları aracılığıyla, otoriter kurallarla dizayn ediliyor. Suskun, boyun eğen, biat eden, neden sonuç ilişkisini sorgulamayan bir toplum… Ayrıca bireysel zenginleşmenin ve özel mülkiyetin kutsandığı, hukuki kurallarla güvenceye alındığı otoriter yapı, ebedilik masalıyla süreklileştiriliyor.
Eylülistin karakteristik özelliği; düşünsel gelişimi engellemek, dinamizmi parçalamak, varlığının dayanağı ve gerekçesi olan “şoven” ve “dinci” ideolojiyi egemen kılmaktır. Bunu büyük ölçüde başardı ve sürdürülmesinin bütün olanaklarını sundu.
Bugün yaşananlar; dünün eseriyse, dünle hesaplaşmadan, açmazdan kurtulmamız, yarının umutlarını yeniden yeşertmemiz mümkün değildir.