GURDA GOYUN GAPDIRACAK GÖZ VAR MI BENDE!..

             Sabah henüz güneş doğmamıştı, Kör Bahri tan yeri ağarmasıyla beraber davarları ağılından çıkararak otlatmak için evine yakın olan Güneyin Dağına doğru sürmeye başladı.

             Köylünün tek geçim kaynağı çiftçilik ve hayvancılıktı, Kör Bahri çocukluğundan beri kapılarında en az bir sürü davarın olduğunu, gerek dedesi Uzun Hamdi’nin, ondan sonra da babası Şansız Tayır’ın ev geçimini bu yolla temin ettiklerinin şahidiydi. Koyun ve keçinin yanında evlerinde inek ve dana bulunsa da onlar için koyun ve keçinin değeri bambaşkaydı.

              Koyunlar büyükbaş hayvanlara göre sahibine beslenme yönünden daha az masraflıdır. Büyük baş hayvanlar kar düştüğü anda ahırdan çıkmazken, küçükbaş diye tabir edilen koyun ve keçiler bunun aksine imkânlar el verdiği sürece kar kış demeden yaylıma çıkarıldıklarında yiyecek hiçbir şey bulamazsa bile karın üstünde kalan dikenlerle dahi karnını doyurabilir. Koyunun etinde, sütünden, yağından, yoğurdundan, hele hele yününden faydalanmayı büyük baş hayvanlar sağlayamaz.

             Kör Bahri davarı Güneyin Dağına vurduğunda güneş henüz bir adam boyu yükselmişti, içinin ezildiğini fark etmesiyle heybesinden hanımının hazırladığı dürümü çıkardı. Bir yandan kendi karnını doyururken bir yandan da “bizde acıktık” dercesine kuyruklarını pervane gibi döndüren köpeklere akşamdan hazırladığı yallarını vermeyi ihmal etmiyordu.

             Kör Bahri de her köylüsü gibi babasının karşı gelmesine rağmen Almanya’ya işçi olarak yazılmış şans bu ya ihtiyacı olup bir an önce oraya gitmek isteyenlerden daha önce isteği gelmişti. Almanya’da kaldığı on beş yıl kadar süre içerisinde hep köyüne dönmeyi, davar otlatmanın, yazıda yatmanın hayaliyle düşüp kalkmıştı.

             Almanya’da kaldığı süre içerisinde iki oğlunu da evermiş, zamanla onları da oraya yerleştirmiş bu sebeple geleceklerini garantiye almıştı. İhtiyacı olmadığı halde onca yıl ömrünü tükettiği Almanya’da durmanın artık hiçbir anlamı kalmamıştı, hele bir iş kazası sonucu tek gözünü kaybetmesi oradan soğumanın tuzu biberi olmuştu. Hanımıyla uzun süren fikir tartışmalarından sonra kesin dönüş kararı alarak burnunda buram buram tüten köylerine dönüş yaptılar.

             Kör Bahri Almanya’da kaldığı uzun süre içerisinde köyüne yılda ancak bir ay kadar izine gelmiş, sonra dönüş yapmış bu sebeple günlerinin çoğu Almanya’da geçtiğinden ne de olsa köyünün örf ve adetlerinden uzaklaşmıştı. Köyde herkes kendi aralarında bir şeyler konuşup danışırken Kör Bahri ara sıra onlardan uzakta olduğunu hissediyor, onların dünyasına girmek istese de bu olmuyor haliyle kendisini cemiyetten yalnız hissediyordu.

             Bu böyle olmamalıydı, bir Pazar günü yanına amcaoğlu Salim’i alarak şehirdeki hayvan pazarının yolunu tuttular. Koyun alacaklar ama sürü olarak bulunduran bir satıcıya denk gelemiyorlardı. Salim pazar yerinde hayvan ticareti yapan asker arkadaşı Köse Nuri ile karşılaştı. Hal hatırdan sonra asıl meseleye gelince Köse Nuri onları bu işi yapan birisiyle tanıştırdı. Gittikleri adamın köyünde uzun pazarlıklar sonucu dört yüz adeti geçkin sürüyü oluşturan davarları satın alarak yükledikleri kamyonlarla köylerinin yolunu tuttular.

             Kör Bahri gönlündeki hevesle hanımının razı olmamasına rağmen kendi davarının çobanı olarak dağlarda davarını otlatmaya başladı. Ne yazık ki bedeni yaşı itibarıyla beynine uymuyor biraz yürüdükten sonra soluk soluğa kalıp yoruluyor, davar ve eşek kendisinden hızla uzaklaşıyordu. Bu böyle olmamalıydı, sürüye gençten bir çoban lazımdı, araya girenlerin yardımıyla işi çözdüler.

               Çoban Camgöz Rıfat anasını gözüydü, ağası Kör Bahri’yle beraber davarı otlatırken onun gözüne girmek ve itimadını kazanmak için tüm hünerlerini ortaya döküyordu. Camgöz Rıfat’ı kendi görüşünce bir hafta kadar imtihan eden Kör Bahri akşam hanımına ”Bu çoban çok hoşuma gitti, artık gözüm arkada galmıyacak, bundan sonra ben davar gütmüye gitmiyecaam” dedi.

             Camgöz Rıfat yirmi gün kadar davarı otlatmaya gittikten sonra iki ya da üç güne bir “ağam sürüye canavarlar dadandı, köpekler bile onlarla baş gelemiyo” diyerek bir koyun leşini ‘canavar yiniği’ diye eve getiriyordu. Hadi bir olsun olmadı iki olsun, kendisine göre uyanık Camgöz Rıfat kimi kandırabilirdi ki, karşısında ecdattan yılların davarcısı Kör Bahri vardı. Çobanın oyununa gelir miydi? Onun yerine sağlam güvenilir bir çoban buluncaya kadar davarını kendisi otlatmaya karar aldı.

             Kör Bahri tüm bu olanlar beyninde canlandıra canlandıra bazen dinlenerek bazen yürüyerek, arada bir kunnacı (hamile)eşeğine binerek davar önde kendisi arkada öğle ezanına yakın Kurt deresi denen yere geldi. Davarlar çeşmenin haftlarında sularını içip istirahate çekilirken kendiside yaktığı ocağın üstüne pilav tenceresini yerleştiriyordu.

             Mevsim sonbaharın sonları ‘koç katımı’ zamanıydı, güz denen bu günlerde havanın sağı solu belli olmaz bakarsın kar bile yağabilirdi. Bütün bunların bilincinde olan Kör Bahri çoban giyeceği olan kepeneğin en iyisini almış, eşeğine günler önce yüklemiş bu yüzden soğukla pek derdi kendince yoktu.

             Adı üstünde, köylüleri bu bölgeye boşuna dememiş ‘Kurt deresi’ diye, köylülerin tabirince canavar denen kurtlar sürünün kokusunu almış olacaklar ki ulumaya başlamışlar kendi aralarında haberleşiyorlar gibiydi.

             İstirahatını yapan koyun ve keçiler dur durak bilir mi, dereden dağın bucağına doğru yayılarak ilerlemeye başladılar. Kör Bahri de kabı kacağı toplayıp eşeğin heybesine yerleştirdikten sonra dayandığı deyneği ile sürünün peşinden giderken hayvanlara çoban diliyle bildiği talimatları ıslık çalarak ya da sesiyle vermeye çalışıyordu.

              Ara sıra kendisinin seslerine koyunların boğazındaki zil sesleri, köpek havlamaları ya da kurt sesleri karışıyordu. Alman çiftesi denen tüfeği yanındaydı,”canavarlar sürüye saldırırsa bir iki el sıkar onları korkuturum” diye kendisine cesaret veriyordu.

             Bir ara hırlamalar, ulumalar, koyun sesleri birbirine karıştı, az sonra onların yerini iki köpeğinin havlama sesleri aldı. Ortalıkta bir şeyler dönse de dağın engini, yükseği, ağaçlar ve buna benzer şeyler bunu anlamasına engel oluyordu. Biraz yürüdükten sonra önü açıldı, iki tane kurdun sürüye saldırmak için fırsat kolladığını fark etti, ara mesafeliydi, ateş etse belki istemeden koyunlardan birisini vurabilirdi.

             Yaşamında tüfek atıp bazı köylüleri gibi ava gitmese de askerde bir şeyler öğrenmişti, bir kayanın kovuğunda siper alarak tüm cesaretini toparlayıp tüfeğini atış pozisyonuna getirdi, sanki kurtlar anlayacakmış gibi “Gurda goyun gapdıracak göz var mı bende” diyerek havalara girip tek gözü olduğunu unutarak tüfeğini ateşledi. Saçmalar kurtlara selam bile vermese de hiç olmazsa çıkardığı sesle onları sürüden uzaklaştırmıştı.  Az yürüdükten sonra gördü ki üç koyunu telef olmuştu. Kendi kendisine “Oğlum Bahri, gözün kör yaşın yetmişi çoktan geçmiş, sen kim davarcılık kim. Yürü evine.”