“Çeyrek Asır” başlıklı yazımızda son çeyrek asırda savaşlar dışında gündemi oluşturan terör, rejim değişiklikleri, ekonomik sıkıntılar, salgın hastalıklar ve bunun sonucu olarak meydana gelen göç konusundan bahsetmiştik. İçinde bulunduğumuz asır, nüfus hareketlerinin yoğun yaşandığı bir yüzyıl olmuştur. Bir kısım toplumbilimci (Hein De Haas ile arkadaşları) içinde bulunduğumuz dönemi “Göçler Çağı” olarak adlandırmaktadır. Birleşmiş Milletler'in verilerine göre nüfusun 7.8 milyar olduğu günümüz dünyasında 281 milyon insan uluslararası göçmen statüsündedir. Bu hesaba göre dünya nüfusunun yaklaşık % 3.6’sı göçmendir. Bu derece büyük ve kitlesel göç hareketleri büyük sonuçlar doğurmaktadır. Göç hareketleri devletlerin varlığını, ülkelerin istikrarını, ekonomileri, güvenliği, ulusal kimlikleri ve egemenlikleri biçimlendirmektedir. Günümüzün çok merkezli dünya düzeni (ABD, Çin, Rusya, AB, Hindistan vb.) istikrarsızlığın ana kaynağıdır. Dünya hakimiyeti yarışında, ABD’nin rakipsiz başa geçme isteği Orta Doğu ve Asya’da istikrarsızlığı körüklemektedir. Rusya’nın Ukrayna ile savaşı ise varoluş mücadelesine dönüşmüştür.
Göç olgusunda iki güçten bahsedilmektedir:
(I) İtici güç (itiş hareketi); önceden haber vermeden, tahmin edilmeden vuku bulan, kaos yaratan olaylardır ve bir anda toplulukların harekete geçmesine ve yer değiştirmesine neden olur. Günümüzde Afrika ve Orta Doğu’daki terör ve despotik yönetimlerin sebep olduğu hareket örnek verilebilir. Hızlı ve yoğun bir nüfus hareketi gözlenir.
(II) Çekici güç (çekiş hareketi); bir yerde işsizlik, mutsuzluk, kısmî açlık/kıtlık vb. sebeplerle fazlalık teşkil eden nüfusun fırsatların bulunduğu başka bir yere hareketi şeklinde tanımlanabilir. Daha yavaştır ama engellenemez. 19. yüzyılda İrlanda’daki kıtlık ve Avrupa’da kötüleyen durumun Amerika’ya göçü artırması örnek teşkil eder. Günümüzde, Latin Amerika’dan Kuzey Amerika’ya göç akımı ile Orta Asya ve Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya olan göç akımı çekiş özelliği taşımaktadır.
Göçün istikametine bakıldığında, daha iyi fırsatlar ve yaşam koşulları için Batı’ya bir göç hareketi olduğu görülmektedir.
Avrupa’ya Yönelen Göç: Asya ve Afrika çıkışlı göç hareketinin nihai durak noktası Avrupa’dır. Ortadoğu kaynaklı müslüman nüfusun Avrupa Birliği (AB) içerisinde artması ihtimali AB ülkelerini korkutmuştur. Bu nedenle, Avrupa Birliği denizlerde ve kara sınırlarında tedbir alma yoluna gitmiştir. Bulgaristan sınırı, İtalya ve Yunanistan kıyıları daha fazla kontrollü hale getirilmiştir. Ülkemiz ile geri kabul anlaşması yaparak istemediği göçmeni geri gönderme imkanı sağlamıştır. AB, dış göçün etkisinin azaltılması ve yaşlanan nüfusun gençleştirilmesi için doğum oranını artırmak ve böylece daha çok Avrupalı üretmek şeklinde bir politika gündeme alınmıştır. Bu politikaya rağmen, Avrupa Birliği’nin 2024 yılı doğurganlık oranı 1.61’dir ve bu oran 2020’den beri değişmemiş, sabit kalmıştır. (https://www.macrotrends.net/) Sonuçta, Avrupalılarda Avrupa’nın hızla esmerleşeceği beklentisi hakim olmuştur. Buna rağmen bazı Avrupalı gelecekbilimcilere göre bu korku yersizdir. Çünkü mevcut göçe rağmen, Avrupa’daki müslüman nüfusun 2050 yılında ancak % 10 seviyesine ulaşacağını öngörmektedirler.
Doğurganlık oranı bakımından Asya’nın büyük bir kısmında durum çok farklı görünmemektedir. Hızlı gelişen Güney Kore ve Japonya’nın nüfusu hızlı bir şekilde azalmaktadır. Çin, Hong Kong, Tayland, Vietnam ve Malezya da nüfusun erezyona uğradığı kalabalık bölgelerdir. Buna rağmen bu ülkeler göç politikalarını yumuşatmamakta ve vatandaşlığa kabulde zorlu şartlar sunmaktadır. Haliyle daha az sayıda göçmen girişi olmaktadır. İlginç olan konu ise Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Myanmar’dan çıkan göçmenlerin Çin, Tayland, Vietnam, Japonya, Malezya gibi ülkelere göç etme isteğinin düşük olmasıdır. Bu ülkelerden gelen göçmenlerin bir kısmı geçici süreyle İran’da kalmakta, yarısından fazlası Türkiye’yi nihai bir durak olarak görmekte, kalan kısmı ise Avrupa’yı hedeflemektedir.
Türkiye’ye Yönelen Göç: Meseleye Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye hem bir nihai durak hem de geçiş ülkesidir. Hem itiş hareketlerinin geçtiği bir yerdir hem de çekiş gücü olan bir ülkedir. Özellikle İran ve Suriye ile olan sınırımız kitlesel göç hareketlerinin istikametlendiği yerlerdir. Suriye ve Irak krizlerinden kaynaklı göç hareketlerinin sonucunu halihazırda yaşamaktayız. Mevcut göçün yaşattığı kitlesel hareketi daha ileriye taşıyacak bir nüfus olmaması (Suriye ve güneyinde) avantaj sayılabilir. Ancak, İran ve Pakistan başta olmak üzere Orta Asya ve Uzak Asya’da meydana gelecek itiş hareketleri İran ile olan sınırımıza milyonların dayanmasına neden olacaktır. Daha açık bir ifadeyle, İran’da güvenlik ortamının bozulması kitlesel göçü tetikleyecek ve Türkiye’ye milyonların sığınması anlamına gelecektir. Muhtemelen ABD ve AB göçmenleri almamızı ve içeride tutmamızı teşvik edecektir. Trump ile birlikte çok yönlü dış politika izleyen bir ABD ortaya çıkacaktır. Yeni yönetimin, George Bush’un “Şer Ekseni” olarak adlandırdığı “Irak, İran ve Kuzey Kore” ile “Şer Ekseni Ötesi” dediği “Libya, Suriye ve Küba”dan kalanlara da odaklanacağı malumdur. Sonuç, elbette bu ülkelere istikrar getirmeyecektir. Bizi etkileyen kısım ise göç ve sığınmacı kabulüdür. Ne olursa olsun, Asya ülkelerinden gelebilecek yeni göçlerle, atalarımızın bin yıldan fazla süredir bizlere yurt yaptığı Anadolu istikrarsızlaştırılmamalıdır.
Türkiye itiş ve çekiş ülkesi olması nedeniyle, göç ve göçmen konusunda çok dikkatli davranması ve devamlı tedbir geliştirmesi gereken bir ülkedir. Uzak Doğu ülkelerinin göçmen kabul etmeyişinden, Avrupa’nın ve ABD’nin vasıflı göçmen (beyin göçü) kabulüne, göçmenlerin sınır ötesinde barındırılmasına kadar birçok çözüm yolu değerlendirilmeli ve en uygun çözüm kümesi uygulamaya konmalıdır. Eğer İran kaynaklı kitlesel bir göç hareketi olursa, milletimizin ve devletimizin bekası için bu göçün kaynağında barındırılması çözüm kümesi içerisinde asıl seçeneklerden bir tanesi olmalıdır.