Bu yazıyı yazarken aslında nereden başlayacağımı bilemiyorum. İletişim bir okyanus… İnsan, doğası gereği anlamak ve anlaşılmak için her zaman bir arayış içinde olmuştur. Yazının icadı öncesi resim ile iletişim kurulmaktaydı. Mısırlılar hiyerogliflerle çağlar ötesinden günümüze seslenmişler. Sonra Kızılderili’lerin ateş ve duman ile haberleşmesi, yazının icadı, güvercinler, ulak… derken günümüz iletişim çağına geldik. İletişim çağındayız ama asla iletişemiyoruz. İletişim çağında kitle iletişim araçlarında ne kadar çeşitlilik olsa da iletişim yüzeysel ve asla istenilen noktaya gitmiyor.
Birçok kişi iletişimin ne olduğundan ve detaylarından bîhaber yaşıyor. Peki, iletişim nedir? Nasıl kurulur? Bunların tanımlarına kısacık değineyim. İletişim kişiler arasında duygu, düşünce, bilgi, haberin vs. kişiden kişiye aktarılmasıdır. Kişilerin birbirini anlaması olayının bütünü. Ancak gel gör ki senaryo bu şekilde ilerlemiyor. İletişim, tanımlarını okuyunca anlaşılıyor ama uygulamaya gelince elinde kalıyor. Ben zaten insanların gerçekten tamamen iletişim kurabildiğini düşünmüyorum. Kim ne anlatıyor, kim neyi anlamak istiyor her şey biraz bizlere bağlı. Ben Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu bir insan olarak okulda öğrendiğim derslerden ve tecrübelerimden şu sonuca vardım: İletişim ile ilgili birçok kavram öğrensek de her şey bizde bitiyor.
İletişim kurarken ögeler vardır. Bunlar; Gönderici (Kaynak), kanal (araç), alıcı (hedef), ileti (mesaj), bağlam(ortak), dönüt(geri bildirim) şeklindedir. Aslında şema basit ama sanırım kişinin söylemek istediğini tam olarak söyleyememesi ve alıcının yorumu, iletişimi istenilen noktaya getirmiyor. Yine gözlemlediğim başka bir durum ise şu: İstenilen konu düzgün bile anlatılsa yani kaynak mesajı doğru iletse bile önemli olan karşıdaki kişinin konuyu nasıl yorumladığı. Alıcılar bazen konuyu anlamamak için o kadar ısrarcı oluyor ki konu şuna geliyor olay gerçekten kişide bitiyor. Doğru ve açık bir iletişim kuramadığımız kişilere bence sözler heba edilmemeli. Düşünsenize binlerce kelime var, neden? Kişinin içinde bulunduğu ruh halini anlatması için türemiş sözcükler var. Ancak bakıyorsunuz ki mesajın iletilmesi tek başına bir hiçlik. Ağzınızdan çıkan sözcükler muhatabınızın zihninde işlenip anlamlı bir dönüte bürünmek yerine bir kara deliğin içine düşmüş misali kayboluyorsa konuda orada bitmeli. Edindiğim bilgiye göre konuşmanın kökeni insanlığın var oluşundan bugüne yaklaşık 15.000 yıl öncesine kadar uzansa da insan topluluklarının dil ailelerini oluşturacak düzeyde iletişim kabiliyetlerini geliştirmesi binlerce yıl sürmüştür. Yani yüzyıllardır süre gelen bu çaba sonucu kişi iletişim için kendini bu kadar geliştirebilmiş ve iletişimin pik yaptığı zirvede kişiler kendini geliştirmeyip, anlamamak için, okumamak için direniyorsa tam bu noktada iletişim kurmak isteyen insan ne yapsın? Eğer açık, doğru bir iletişim kuruyorsanız benden size tavsiye ‘’kelimelerin’’ de bir hikayesi var onları heba etmeyin. Unutmayın herkes her şeye layık değildir. Ha oldu ki hasbelkader cevap verdi o zaman da Hz. Mevlana’nın şu sözünü hatırlayın: ‘’ Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek bir cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye bir de söyleyene bakarım adam mı diye. ‘’