ENKAZIN ÖLÇÜSÜ

Bazı enkazlar vardır, metreyle ölçemezsiniz;

Çünkü onların boyutu betonla değil, ihmalle, hırsla, görmezden gelmeyle belirlenir.

Ekonominin, siyasetin, ahlakın, eğitimin… Üzerine yıkıldığı bu toplum, hâlâ enkazın altındayken televizyon ekranlarında “her şey kontrol altında” yazısını izler. Oysa enkazın altındaki insan, üstteki tabelayı göremez.

Ekonomik enkaz, sadece cebimizdeki eksilen banknotlardan ibaret değil; Çalışanın terinin değersizleşmesi, üretim yerine ithalatın göklere çıkarılmasıdır. Mutfaktaki yangın, bütçe açığıyla değil, sofradaki eksilen tabaklarla ölçülür. Ama nedense, rakamların dili insanın diliyle hiç uyuşmaz.

Siyasi enkaz, sadece iktidar-muhalefet çekişmesinden ibaret sanılır. Oysa asıl yıkım, halkın kendi arasında açılan derin fay hatlarıdır. Bir ülke, farklı görüşler yüzünden değil, farklı görüşlerin artık birbirini duymaması yüzünden çöker. Birlikte yaşama iradesi, kutuplaşma enkazının en alt katında kalmış durumda.

Toplumsal enkaz ise sessizdir. Ne sireni vardır ne de kamerası. Ahlakın erozyonu, güvenin kaybı, ortak değerlerin unutulması… Bunlar sessiz yıkımlardır; fark edilmez, çünkü gürültü yapmazlar. Ama işte tam da bu yüzden en tehlikeli enkaz onlardır.

Peki, çözüm?

Ortak değerlerin onarılması: Dürüstlük, güven, yardımlaşma gibi temel erdemleri yeniden güçlendirmektir.

Bir inşaat ustası bilir: Enkazı kaldırmadan yeni bina yapılmaz. Ama bizde tam tersi olur; enkazın üzerine afiş asılır, fotoğraf çekilir, bir sonraki seçim vaadi olarak halka sunulur. Gerçeği konuşmak yerine vitrin konuşulur.

Oysa ilk adım, kendi payımıza düşen molozu kaldırmaktır.

Sorunların eni-boyu-derinliği bilinmeyebilir; ama çözümün başlangıç noktası bellidir: VİCDAN.

Bir toplum vicdanını kaybettiğinde, ekonomi de siyaset de eğitim de çürür. Ve çürüyen şeyin üzerine kurulan her şey, eninde sonunda yine çöker.

Eni-boyu-derinliği bilinmeyen sorunların çözümü, tek bir sihirli formülde değil; sistemli, sabırlı ve kolektif bir çabada yatar. Enkazın altından çıkmak, sadece binaları değil; güveni, ahlakı, adaleti ve umudu yeniden inşa etmeyi gerektirir.

Toplumun tüm kesimleri, “başkasından” değil, “kendinden” başlayarak işe koyulmadıkça, ölçülemez sorunlar ölçülemez yıkımlara dönüşür.

Kısacası; biz, enkazı kaldırmak yerine ona alışmış bir toplumuz. Artık mesele “enkazı görmek” değil, “enkazda yaşamayı normal saymak” oldu. İşte asıl yıkım da burada başlıyor.