Aylardan ekim başı, yıl bin dokuz yüz altmış dört idi. Büyük Atamızın memleketimize gelişinin yıldönümünde, adına yapılan Atatürk Koşusu için okulumuzun atletizm seçmeleri vardı. Epey bir katılımın içinde ben birinci, Şahin Hazar isimli arkadaşımız da ikinci olmuştu. Yani okul takımına giren ilk iki kişiydik. İşte altmış yıldan daha fazla sürecek olan bir güzel dostluk o gün başlamıştı.
Aynı yıl ve ertesi yıllarda da, Öğretmen Okulu hayatımız boyunca Kırşehir ve Ankara’da yapılan Atatürk koşularında ve 19 Mayıslardaki Bayrak koşularında hep vardık. Hep yan yanaydık ve işimiz koşmaktı. Nerden bilirdik ki, bu koşu birlikteliği bir ömür sürecekti. Daha da hep sürecekti ama yine nerden bilirdim; Şahin kardeşimin bir gün oyunbozanlık yapıp, gözlerimin önünde eriyerek gideceğini. Gitti, bu gidiş yaşamın bir gerçeği, ama benim için çok üzücü bir gerçekti. Daha yaşanacak yılları vardı, daha yapacak işleri vardı. Daha çok şaka yapacağım, takılacağım günlerimiz vardı. Olmadı, çok zamansız bırakıp gitti bütün sevenlerini. Doğanın yasaları hiç değişmiyordu. İnsan doğuyor, büyüyor, yaşıyor ve ölüyordu. Şahin Hazar kardeşim de bu değişmez ve amansız kurala uydu ve gitti.
Kırşehir doğup büyüdüğümüz, okuyup yazdığımız, çalışıp çabaladığımız baba ocağımızdı. Bu baba yurdu çok kıymetli bir evladını daha kaybetmişti. Şöyle geriye dönüp baktığımda, Kırşehir ne evlatlarını kaybetmişti. Şahin ne ilkti ve ne de son olacaktı.
Konumuz salt Şahin’in ölüm haberi değildir. Konumuz Şahin kimdir, neler yapmıştır, nasıl bir insandır, nasıl bir öğretmendir? Nasıl bir baba, nasıl bir arkadaş, nasıl bir dosttur?
Ben burada, bu güzel insanın bu yönlerini nerdeyse bir ömür birlikteliği olan birisi olarak anlatmaya, tanıtmaya çalışacağım. Kendisini tanıyanlara bir selamı olduğunu söylemeye çalışacağım.
Okuldan mezun olup, yurdun çeşitli yerlerine dağılarak görevler yaptık, askerlik yaptık, evlendik, yuvalar kurduk, çocuklarımız oldu. Onları hayata hazırladık, yetiştirdik. Torunlarımız oldu. Hayat kendi akışı içinde devam edip giderken Şahin’le ilişkimiz de hep canlılıkla devam etti ve ediyordu.
Bu güzel kardeşlik öyküsü, bir taze bahar gününde oyunbozanlık yapıp aramızdan ayrılıncaya kadar sürdü. Geriye o kadar çok güzel anılar kaldı ki; başlı başına bir kitap olabilir. Bu anıların içinde kimler yok ki; Ramazan Karlı, Mahmut Özdemir, Necip Özcan, Vedat Gürses, Sedat Gürses ve şu an aklıma gelmeyen birçok güzel arkadaşlarla hep beraber çok güzel anılar yaşadık. Sevgili Şahin o dünyada kavuştuğun güzel dostlara selam söyle.
Şahin has bir Dinekbağı çocuğudur. Orada doğup büyümüş, orada çalışmış, son günlerine kadar da orada çalışmaya devam etmiştir. Baba dede yurdu bağ ve bahçe işleri ile uğraşmıştır. Henüz dört yaşında iken babasını kaybetmiş olup, ailenin tek erkek çocuğudur. Annesi bir resmi kurumda çalışarak çocuklarını yetiştirmek için uzun yıllar çalışmıştır. Şahin mezun olunca ilk olarak Kırşehir Mucur Tatar Yeğen ağa köyünde görevine başlamıştı. Daha sonra askere gitmiş ve askerliğini Erzurum’da er öğretmen olarak tamamlamıştır. Oradan Tatar İlyas kışla köyüne tayin olmuştur. Burada çalışırken ne acıdır ki; küçük yaşta babasını kaybeden Şahin, bir sel kazasında annesini de kaybeder. Zaman doğal akışı içinde akıp giderken Şahin evlenir çocukları olur. İki kız, bir erkek babasıdır. Hem de baba gibi babadır. O günlerin zor koşularında çocuklarını yetiştirmek için büyük çabaları vardır. Şu an oğlu Sami turizm sektöründe önemli bir konuma sahiptir. Kızları evlenmiş yuvalarını kurmuşlardır.
Bir müddet merkeze bağlı Ulupınar köyünde çalıştıktan sonra, kendi mahallesi olan Dinekbağı’ndakiNecatibey ilkokulunda uzun yıllar öğretmen ve Müdür yardımcısı olarak çalışmıştır. Son olarak Gazi İlkokulunda az bir süre çalışarak emekli olmuştur.
Buraya kadar yazdıklarım sevgili arkadaşımın yaşamından satır başlarıdır. Biraz da ŞAHİN HAZAR’ın herkes tarafından bilinen veya bilinmeyen yönlerini anlatmak, tanıtmak isterim.
Şahin olağanüstü dürüst, iyiliksever, çalışkan, tez canlı, aklına takılanı yapmadan rahat edemeyen biriydi. Mekanik bir kafa yapısı vardı. Teknik işlerden çok anlardı. Saat, ütü, bisiklet, radyo, telefon vb. aletlerin tamirini çok iyi yapardı. Her türlü el ve ev aletlerini kullanırdı. Okulun teknik servisi gibi her türlü işlerinden kendini sorumlu görür ve bazen cebinden harcayarak yaptığı işler olurdu. Espri yapma yeteneği ve anlatım tarzı çok harikaydı. Sosyal yapısı sağlam, Türkiye gerçeklerini gören, sosyal etkinliklere katılan, çağdaş, Atatürk’çü bir öğretmendi.
Öğretmen olarak, aynı okullarda çalışmadık, ama iyi bir öğretmen olduğunun kesinlikle farkındaydım. Uzun yıllar spor etkinliklerinde beraber çalıştığımız için kendisini iyi tanıdığımı düşünüyorum. Öğrencinin neyi eksik ve neyi nasıl vereceğini çok iyi bilirdi. Öğrenciye ve insanlara yaklaşımı çok yumuşak, sevecen ve sevgi doluydu. Zaten bizim jenerasyonumuz çok iyi eğitim almış, iyi bir öğretmen olarak yetişmiştik. Bu durumun yıllar geçtikçe çok daha iyi farkına varmıştık. Şahin arkadaşımız ise gerek özel yetenekleri, gerek çalışkanlığı ve iş bitiriciliği özelliği ile hep ön plandaydı. Sözün kısası çok iyi bir meslek adamıydı.
Sporcu olarak iyi bir koşucu idi. Ama üst düzey bir duruma gelemedi. Zaten o gençlik yıllarımızda elimizden tutan hiç kimse olmadığı için yükselme şansı hiç birimizde yoktu. Sporcu olarak eriyip gitti. Ama iyi bir spor adamıydı. Atletizm ajanlığında, bir dönem Kırşehir atletizmine yön verdi. Atletizm, futbol, hentbol, voleybol, basketbol hakemlikleri yaptı. Kırşehir spor kamuoyunda sevilen ve saygın bir yere sahipti. Hakemlik yaparken herkes: “Şahin Hoca dürüst hakemlik yapar.” Derlerdi.
İyi bir aile reisi, iyi bir babaydı. Üç çocuğu vardı. Onların eğitimi için elinden gelen her şeyi yapardı. Eşi ev hanımıydı. Şahin o ilk meslek yıllarımızda hepimizin çektiği geçim zorluklarını da fazlasıyla yaşamış biridir. Ancak hiç yılgınlık gösterdiğine tanık olmadım. İyi geçinmek için elinden geldiğince ilgi alanına giren ek işlerde hep çalıştı. Emekli olduktan sonra bile hep ek işler yaptı. Son yıllar da ise kendini baba mirası bahçesine verdi. Sebze, meyve yetiştiriyordu.
Çok iyi bir arkadaş, çok iyi bir dost idi. Bir insana inandı mı sonuna kadar giderdi. Hayatında benimle birlikte Necip Özcan, Ramazan Karlı, Sedat Gürses, Mahmut Özdemir, Vedat Gürses, Mehmet Çelik, Haydar Yükselen, Salih Perçinel, İsmet Durukan, Bayram Uzun gibi güzel dostları, arkadaşları olmuştur. Hiçbirisiyle de tek sorun yaşamamıştır. Tüm arkadaş ve dostlarının iyi ve kötü günlerinde hep yanlarında olmuştur. Bu arada çalıştığı Necatibey İlkokulunda müdürü olan, benim de canım ağabeyim Mustafa Savranoğlu ile olan nerdeyse evlat-baba gibi olan bir ilişkisinden bahsetmeden geçemem. Şahin bu okula tayin olmasından kısa süre sonra müdür yardımcısı olmuştur. Mustafa ağabeyim ona o kadar güvenirdi ki; okulun her şeyini Şahin’e teslim etmişti. O da tüm işlerle ilgilenir, gereğini yapardı. Arkadaş canlısı, insancıl dürüst bir dost, güzel bir insandı.
Konu Şahin olunca, benim için çok özel olan birkaç anımızdan da bahsetmek isterim. Çünkü benim hayatımda çok özel bir yeri vardı. Benim hep şaka yapıp takıldığım, beraber güldüğümüz, beraber eğlendiğimiz birinci sırada olan bir insandı. Bu uzun yıllar süren beraberliğimizde bir kere olsun; ne kırıldık, ne küstük, ne gönül koyduk. Sadece olmayacak şakalar yaptık ve beraberce güldük de güldük. O bizim Kemal Sunal’ımızdı.
Mustafa ağabeyimin çocuklarından birinin düğünü oluyordu. Bir yerli düğündü, davul zurna, içki âlemi bu düğünlerin ölmeyen geleneğiydi. Şahin de bu düğünün vazgeçilmezlerinden biriydi. Tabii hep birlikte kafaları çekmiştik. Bir zaman sonra yeğenlerimden biri bana; “Amca, Şahin amca seni çağırıyor” dediler. Evin önünde bir kum yığını vardı ve oraya upuzun yatmıştı. “Ne diyorsun kardeşim” dediğimde; şöyle bir oturuma gelerek “Bak kardeşim, benim babam, benim düğünümü görmeden öldü, ben de oğlum Sami’nin düğününü görmeden ölürsem o düğünü sen yapacaksın” dediğinde, işi biraz da şakaya vurarak; “Sen öl gerisi kolay” dediğimi bugün gibi hatırlarım. Tabii bu konu o gün için alınan alkolün etkisiydi ve biz o gün işin şakasındaydık. Çok üzgünüm ki, bugün kırk yıl sonra bu olay gerçek oldu. Sami’sinin düğününü göremeden gitti. Ama ben sözümün arkasındayım. Söz sende sevgili Sami, ne zaman, nerede, ne istersen ben oradayım.
Aynı okulda çalışan ve ayni zamanda emekli olan Şahin, Ramazan ve Vedat emekli işlemleri için Ankara’ya gelmişlerdi. Ben ise Ankara’da yaşıyordum. Gece saat on sularında beni aradılar. “Planet kafedeyiz hemen gel” dediler. Gittim ki, masayı donatmışlar çakır keyif olmuşlar. Bende muhabbete katıldım ve gece sabaha kadar uyumadan eğlenceye devam ettik. O eğlence halinde Şahin’in bir sözü hala kulaklarımdadır. “Emekli olduk, bu ikramiye kadar parayı bir daha bir arada göremeyiz. Bir gün içinde olsa keyfini çıkaralım” demişti.
Necip kardeşimizin anlatışına göre; Şahin, Ramazan, Necip, Mehmet Dolu Kızılırmak barajına balık tutmağa giderler. Yolda giderken bir köylü kadın el arabası ile kavun taşımaktadır. Necip ön koltukta oturan Şahin’e; “Bir sor bakalım kavunu kaça veriyor, birkaç tane alalım” der. Şahin de kadına sorunca kadın; zaten ineklere verecektim, istediğin kadar al” der. Tabii bu koz Ramazan ve Necip’in eline geçince vay Şahin’in haline! Ben olayın içinde yoktum ama neler konuşulduğunu, adım gibi tahmin edebiliyorum.
O kadar çok anılarımız var ki; ben o anıları bir emanet gibi içimde saklayacağım. Gidişini içime hiç sindiremedim. Adı geçen yakın arkadaşlarımız da sindiremediler. Erken bir gidişti. Ama ne dersek diyelim önümüzdeki gerçek şu; Artık yok, ama içimizde, sağımızda, solumuzda hep olacak. Güle güle güzel insan. Güle güle kardeşim. Işıklar içinde, gül bahçelerinde, çayır çimen üstünde, pınar başlarında uyu. Rahat uyu kardeşim.