DÜŞÜŞ

Ben istemeye istemeye göç ettikten sonra, mirasçılarımın işini kolaylaştırmak, emanetlerimi korumalarını veya paylaşmalarını sağlamak için birtakım önlemler almam gerektiğine inanıyorum. Her şeyin bir sonu olmalıydı. Sonumun nasıl ve ne olacağını bilemeden yaşamanın ıstırabını azaltma derdindeyim. Ölüm sonrası kötülüklerimin bedeli bana cehennem azabı mı olarak dönecek, yoksa hiçbir şey olmayıp sadece ruhumun ayrıldığı bedenim toprağa karışıp bir sonrakilere malzeme mi olacak.

Adama bakıyorum; gözlerindeki solgun ve ölgünleşen bakışlardan artık zamanının yaklaşmakta olduğu düşüncesine sürükleniyorum. Bir zamanların güçlü, buyurgan, itaat edilen, gölgesine yaklaşılamayan adamdan büzüşen, küçülen, sözcüklerin sıkıcılığıyla yalnızlaşan, ufalan adama karşı acıma hissine kapılıyorum. Ne oldu? Sana diyesim geldi. Boş ver kurcalama diyen içimdeki sese uyuyor, susuyorum. Hiç bir şeyin sonsuz, ebedi olmadığı gerçeği zihnimde canlanıyor.

Kibrin onuru ele geçirdiği, aşağılayıcı bakışların kendisini esir aldığı, umursamazlığın aldırmazlıkla çoğaldığı, kötülüğün olağanlaştığı o şatafatlı günlerden etrafındaki dalkavukların, soytarıların yeni efendiler bulduğu kimsesizliğe düşmüş olmasının acınacak hali… Yükseliş ve zirve nasıl ki kuralsız, hızlı ve şimşek hızındaysa düşüşünde öyle olma ihtimali yüksektir. Adama takılıyorum; göz ucuyla… Bir zamanların ulaşılmazı, gölgesinin gizlendiği adam bu muydu diye… Evet, her şey geride kalmıştı, kötülüklerin abidesi çökmüştü. Bedeni küçülmüş, zihni bunalmış, sözcükler yavaşlamış, güçsüzleşmiş. Kendisine hükmünü yitiren bir güvensizliğe bürünmüş. El pençe duran, etrafında pervane olan binler kayboluvermiş. Alkışlardan şehri inleten milyonlar buhar olup uçmuş. Kimsecikler yok. Yapayalnız pencereden baktığı sokakların kalabalığı, gürültüsü o kadar yabancı ki! Ağlamaklı hali, acınacak bakışları beni sarsmakla birlikte üzüntü duymuyorum.

Bu kadar mülkü edinmek için her yol mubah iken soranlara; ben sadece bekçisiyim, emanetçisiyim pişkinliğiyle cevap verecek kadar şirazene sini yitirmişti. Her servetin, her gücün korunmasının ardında kirin olduğu gerçeği onu ilgilendirmiyordu. Ruhunu teslim ettiği kirli ve karanlık ilişkiler yumağı onu gerçekten o kadar uzaklaştırmıştı ki! Zamanın her tükenmişliğiyle kirli varlığının yitirilmesinin endişesi ile bön bön bakınıyor etrafına… Artık ulaşılmaz olduğu günler çok geride kalmıştı. En sadık kişiler bile yavaşça sıvışmaya, tabiri caizse usulca terk etmeye başlamışlardı. Ticari sırların yasal korumasıyla servetin miktarı hiçbir zaman öğrenilemeyecek, belki de kendisi de bilmez haldeydi.

Lağım çukurlarında yaşamları son bulan zorbaların son acınacak hali gözlerinin önünden geçti. Şimşek çaktı sanki. Yaltaklanarak adil yargılama isteyen zorbanın nefret ve öfke karışımı bakışlarına hâkimin; elma kokulu bombalarla katlettiğin binlerce çocuk size hiçbir şey mi hatırlatmıyor sözleri beyninde uğulduyor. Azametli günlerinde, soru sorulamaz zamanlarda, gölgesine selam durulan o melanet yüklü anlarda ileride karşılaşacağı çaresizliği, aşağılık halini, taşlanan varlığını düşünmeliydi… Lanetlenmişti, iyi insanlar için. Hatıraları hafızalardan silinip, yok olur ebediyen, kötülükleri hariç…

Uzaktan izliyorum; nefes alışları güçleşmiş. Yemeği yutkunarak yiyor. Bakışları yitik bir insanın amaçsızca etrafını anlamsızca süzenlere dönüşmüş. Kendisine yönelen bakışlardaki acıma hissi ruhuna sirayet ediyor, körelmiş yüreğine sessizce konuyor. Düşüş; bu olmalı, böyle bir şey olmalı, kudretsizbir varlık, güçsüz bir beden. Hâlbuki muktedirlikten daha zenginleşmiş olarak değil de, daha onurlu olarak ayrılmış olsaydı asırlara sarkan bir hikâyesi olacaktı. Yiyemediği servetine öylesine, şatafatın, dalkavuklarının el etek öptükleri günlerine ışıltısı hiç olmayan kapanan gözlerle bakıyor. Bakıcıların insafına terk edilen, doktorların acımasıyla baktıkları bedeni kendisini taşıyamıyor. Birazcık tarih bilgisi olsaydı, geçmişin karanlık ve zorba muktedirlerinin hayatlarını karıştırsaydı bugünlerin kendisini beklediğini bilirdi. Zorbaların ortak özelliği; bilgi dağarcıkları dar, duygudaşlık duyguları körelmiş, anlayış ve anlama kapasitelerinin yetersiz oluşları sonlarının felaketini hazırlar. Cehaletlerini gizlemek için çok konuşurlar, az düşünürler. Sürekli yüksek perdeden konuşarak baskın olmaya çalışırlar. Zirveye ulaşmak için ruhları okşayıcı, yalanlarla süslü soslu hamaseti çok severler. Bu nedenle düşüş başlayıp ölüm anı yaklaştıkça yorgunluktan nefesleri tükenir.

 

Bütün zorbaların son nefesleri çok ıstıraplı, acınacak bir şekilde olmuştur. O azametli, kudretli ve herkesi kölesi, her şeyi mülkü gören günler, zamanlar bittiğinde kendisinin değersizliği yeni muktedir tarafından ilan edildiğinde gerçek bir zavallıdır. Geride bıraktıklarına leş kargalarının ölümüyle üşüşecekleri ve paylaşmak için kavgaya tutuşacakları o karanlık, kirli servetin zerrecik yararı olmayacaktır.

Gözlerimizin içine bakarak yalan söyleme dönemi kapanmak üzere… Sesimi duyacak kimse yok. Evinin içinde dolaşan hizmetçiler, bakıcılar, hemşireler, doktorlar da onu dinleme gereği duymadan işlerini yapmaya çalışıyorlar. Yalanın sınırları bitti. Yalan üretim merkezini ele geçiren yeni muktedirler de onun varlığını umursamıyor. Deneyimleri işe yaramıyor. Gözler sönük ve solgun, yüz ifadesi belirsiz, sözcükler bulanık. Söz ağızda eveleyip gev eleniyor. Boğuntuya gelen her söz anlam kaybına uğruyor. Yalın, yuvarlanmayan söz sakinleştirir ve insanın yüreğine işlediğinde anlamlaşır. Sükûnete eren her davranış gibi her söz sahibine metaneti ve güven verir. Hâlbuki o sükûneti, metaneti ve güveni kirli, karanlık bir serveti ele geçirmeye, kudretini göstermeye başladığında yitirmişti. İnsani duygu ve düşünceleri koruyarak muktedir olunamayacağını öğrendiğinde artık geri dönülmez bir yöne yolculuk başlamıştı. Günahsızların ölüm fermanını verdiğinde artık vicdanı da yok olmuştu. Şunu anlaması mümkün değildi; günahsızlar öldürüldükçe ölüm korkusu azalır ve yok olur. Ancak, öldüren için ölüm azap verici ve arzulanan bir hale dönüşür.