Doğruları neden söyleyemiyoruz?

1,5 yıldır dünya ve ülkemiz gözle görülmeyen bir virüsle altüst oldu, yaşamımız değişti. İnsanlar hayattan soğudu.
Bilim adamları bu virüsün yılsonuna doğru kontrol edileceğini belirterek, insanları bir nebze olsun hayata dair umutlandırmaya gayret etse de bu virüsün vermiş olduğu zararları hiç kimse unutmayacak bence.
Bir kere daha gördük ki bu dünya boş. Nice sapasağlam gencimizi bir virüsle kaybettik. Nice sağlıklı sevdiklerimizi toprağa verdik.
Dün birlikte olduğumuz, merhaba deyip, sohbet edip gülüp eğlendiğimiz sevdiklerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız yok artık. 
Tıpkı bir varmış, bir yokmuş gibi…
Evet garip ve bir o kadar da vefasız bir dünyada yaşıyoruz.
Bazen düşünüyor, hafızam beni eski yıllara götürüyor…
Yürekli ve cesur olmak, pısırık olmamak gerekiyor. Tabi bir insanda inanç, ilke, namus ve şeref varsa…
İnsanlar gerçekliğine inandıkları şeyleri söylemekten çekinmemelidirler. Gerçekleri söylemek insanın başına bazen sorunlar açabilir. Ama yine de doğru bildiğimiz şeyleri söylemek insanı rahatlatır, vicdan azabından kurtarır. Ama bunu düşünen ve bunun gereğini yapanların sayısı ne yazık ki günden güne azalıyor.
Herkes sus pus olmuş, benden sonrası tufan, ya da bananecilik mantığını kabul etmiş durumda.
Herhangi bir şeyi içimiz rahat olarak doğru yaptığımıza, sözlerimizin de gerçek olduğuna inanıyorsak gerçeği konuşmaktan ve savunmaktan korkmamalıyız.
Doğruyu söylemek erdemliliktir, insanlığın ve yüce dinimiz İslâmın düsturudur. Adam Müslümanım diyor, Hacca gidiyor, dinden, imandan, cesurluktan ve doğruluktan, dürüstlükten bahsedip, ulu orta konuşuyor, sonra başı sıkışınca anında çark ediyorsa diyecek bir şey yok, söz bitmiştir bence…
İçinde bulunduğumuz çıkar ortamının kişileri ne hale getirdiğini, menfaatçiliğin ön plana çıktığını, neme lazımlığın, ikiyüzlülüğün çığ gibi arttığını görmemek mümkün değil.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, Kırşehir’de bir sokakta, gözünüzü açtığında karşınızda duran bu tip insanlar o kadar çok ki…
Maalesef ki, sahtekârlığın, sahte tavır ve davranışların tutsağı olmuş gibiyiz. Oysa ki bizi biz yapan değerlerimizi, kültürel bağlılığımızı, Kurtuluş Savaşında verdiğimiz insanüstü mücadele ve dayanışmayı, Çanakkale'de yazdığımız kahramanlık destanını etraflıca düşündüğümüzde nasıl zengin ve eşsiz bir hazinenin içinde olduğumuzu anlamamız hiç de zor olmayacaktır.
Kim olduğumuzu, nereden, nasıl geldiğimizi, neler başardığımızı, nasıl kocaman bir tarih ve kültüre dayandığımızı unutmamalıyız ve unutturmamalıyız.
Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Ata'mızın "Gerçekleri söylemekten korkmayınız" sözünü bilmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımızın olduğu günleri yaşarken, korkutma esasına dayanan politikalar nedeniyle kişiler artık gerçekleri bile söyleyemez, hatta iftara atar hale geldiler ne yazık ki…
Gerçi herkesin hakikatleri kabul etmeyeceği de bir gerçektir. Çünkü işlerine gelmez. Bu bencil, yalaka insanlar bilmelidir ki, “Yalancılık bozuk para gibidir, uzun süre geçindirmez.”
Dinimiz de gerçek bir Müslümanın "Doğru söylemeyi kendi zararına olsa bile menfaatini göreceği yalana karşı tercih eden ve tercihinden de huzur duyan kimsedir“ der.
İşte İstanbul’da bir emekli imamın ülkemizin kurucusu, Büyük Önderimiz Atatürk’e sarf ettiği çirkin sözler…  Kim, nasıl kabul edebilir ki?
Yazık ki, yazık!
Evet, Kırşehir’de bazen dost meclislerinde, özel sohbetlerde her ne kadar görüş ve düşüncelerimiz ayrı olsa da ortak düşüncemiz hep vatan, millet ve dürüstlükte birleşmiştir.
Kırşehir’de bir insan başkaları gibi fırıldak değilse, ona buna yalakalık yapamıyor ve geçimini dürüstçe kazandığı üç-beş kuruşla sağlıyorsa ve bunu Kırşehir’i yönetenler de biliyor ve takdir ediyorsa bu onun için en büyük onurdur bence.
Başkaları gibi hayatını ve geçimini yağcılık ve yalakalık üzerine kurmuş, sokakta onurluca, dik yürüyemeden sürdürüyorsa batsın bu insanlık, batsın bu zenginlik!..
Lanet olsun, haram kazanıp, çoluğuyla, çocuğuyla yiyen, ancak insan içine çıkamayanlara…
Herkesin gözünün içine baka baka bunu yapıp, sonra işi pişkinliğe döküp hiçbir şey olmamış gibi davranan bu tiplere bu ilde yaşayanların, ili yönetenlerin ne dediğini umursamadan omurgasızca yaşayanlara da lanet olsun diyorum o kadar!
Günlük yaşamda farklı bakış açılarına, birbirimize karşı fikirlere sahip olsak da, birbirimizi yersek de ortak değerlerimiz tehlikeye girdiği anda kenetlenerek "Çanakkale Geçilmez" sözüne tüm dünyaya haykıran ve bir avuç vatan toprağı için tek vücut olarak ayağa kalkan Yüce Milletiz. 
Yakın tarihimizde bunu hain FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişiminde sokaklara çıkaran, tankların altına yatan, bombalara ve kurşunlara göğsünü siper eden demokrasiye bağlılıklarını gösteren büyük ve şanlı bir milletin torunları olarak dosta düşmana göstermedik mi?
İçinde bulunduğumuz bu zor günler ne denli ağır olursa olsun bizi yıldırmamalı ve korkutmamalıdır. Kendi çıkarlarımız ve kazancımız için kimseyi basamak olarak kullanmamalı, kimsenin hakkını yememeliyiz.
Eğer gerçekleri söylediğiniz için birileri sizi sevmiyorsa, bilin ki, uzun vadede siz değil onlar kaybeden taraf olacaklardır. Çünkü ”Doğruluk ve dürüstlük elmas gibidir, aydınlıkta daha çok parlar ve değeri daha çok belli olur."
Yunus Emre der ki, “Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen. “
Gerçekleri sadece sözlerimizle değil, yaptıklarımızla da göstermeliyiz. Sözlerimiz ve yaptıklarımızla hakikat ışığını parlatarak başkalarına örnek olalım. Doğruları söylemeye, doğru davranmaya, dürüstlüğün peşinden koşmaya kararlı olalım. Gerçekleri bilerek, gerçekleri söyleyerek ve görerek onurlu yaşamayı ilke haline getirelim.
Düşüncelerimizi açıkça ifade itmeliyiz. Pısırık kalmamalıyız. Yalan söyleyeni, sözlerini inkâr edenleri Allah’a havale ederken, olacakları da seyrine bırakmamalıyız diyorum. Çünkü bu sustuğumuz, konuşmadığımız zamanlar gelip mutlaka bizi bulur. Bu yüzden doğruyu söylemeli ve bundan korkmamalıyız.
Bugün belli makam ve mevkilerde olanların, devletin imkanlarını kullananların geride hoş bir seda bırakmalarını öneriyorum. 
Makam ve mevkii hırsı kimseye bir şey kazandırmaz, belki bir süre değer verilir, sonra tepetaklak gideceğini, hatta beddua alınacağını da unutmamalıyız.
Gerçekleri söyleyenler ile doğruları korumaktan vazgeçmemeniz dileğiyle...

***

Anlayana…

Hanım ağadan şıha ders…

Bir Türkmen evine şıhın biri misafir gelir. Boylu, poslu cübbeli sarıklı torba sakallı…
Buyur ederler, köylülerle birlikte odaya alırlar, köylüler ne keramet edecek diye ağzının içine bakarken, şıh arada bir irkilir gibi yapıp “Hoşt” diyordu…
Köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar, merakla sorarlar:
"Ya şıh hazretleri nedir arada hoşt dediğin?..”
Şıh:
“Bir köpek Kâbe’nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor, onu görüyorum, tabii ki hoşt diye kovalıyorum…”
Köylülerin itikadı bir iken bin oldu…
Olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırlar, herkesin önüne üzerinde et olan pilav getirir!
Şıhın tabağında sadece pilav vardır!..
Şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “Benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sorar...Hanım ağa yaklaşır, tabağı ters çevirir, onun etlerini pilavın altına koymuştur. Pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirir:
“Ulan deyyus tabağındaki eti göremedin de, Kabe’deki iti mi gördün?..” der!

***

Sevdiğim bir söz!..

“En kötümüz de o kadar çok iyilik, en iyimiz de o kadar çok kötülük var ki, başka insanlarla ilgili laf etmek hiçbirimize düşmez." (Edward Wallis Hoch)