DİL MİLLETİ MİLLET YAPAN TEMEL UNSURDUR

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı'nın açılış günü olan 26 Eylül'ü her yıl “Dil Bayramı” olarak kutladık.                                                                                                                       

Bu güzel ülkenin bir yurttaşı olarak neden TÜRKÇE kökenli sözcüklerden ısrarcıyız, bunu anlatmaya çalışayım.   Dil, duygu ve düşüncelerimizi anlatmak için kullandığımız işaretler sistemidir. Dil, kültürü besleyen akarsudur. Dil kültürel unsurları bir arada tutan çimentodur. Dil, kendi içerisinde kuralları olan canlı bir organizmadır.

Dil, düşüncenin de ötesinde bilincin yansımasıdır. İnsanlar arası iletişimi sağlayanı araçtır. Sorgulanmayınca fark edilmiyor, fakat sorgulandığı zaman dilin önemini fark ediyoruz Sorgulamayla birlikte dilin felsefesi de başlıyor.

Felsefe, dile ayrı bir güzellik ayrı bir tat veriyor. Bilimi, sanatı, siyaseti ve ahlakı sorgulayan felsefe, dili de sorguluyor. Bu sorgulama dile ayrı bir boyut, ayrı bir anlam yüklüyor. Dil, insan yaşamının bir parçasıdır.

Gönlümüz, düşüncelerimiz dilde somutlaşıyor. Dil, biz insanlar içindir. Vazgeçilmez birlikteliğimizdir. Hele ana dilimiz, ana sütü gibidir. Yaşam kaynağımızdır.       

Ana dilimiz olmadan bir yanımız eksik kalır. Yalpalarız, şaşırırız, kekeleriz, kendimizi yapayalnız hissederiz. Almanya'ya giden kardeşlerimiz bu duyguyu yaşıyorlar.

İnsan ikinci, üçüncü dilleri de öğrenebilir. Fakat bu diller ana dilin tadını vermez. Ana dilin tadı bir başkadır. Ana dil, duygularımızı besleyen ulu pınardır.

Yabancı bahçeler ana dilimizin yetiştirdiği çiçekleri yetiştiremez, kokuları veremez.

Başka diller içinde yaşamak kiracılık gibi tatsız, tuzsuz bir şeydir. Ne zaman uzak diyarlarda bir çocukluk arkadaşımızla karşılaşsak, hemen ana dilimizin vurgularını tüm sıcaklığı ile yansıtırız. Duygular kelimelere dönüşür, doğal bir akış içerisine girer.

Yüreğimizdeki duyguları, acıları, öfkeleri, mutlulukları yansıtan, dildir. O duyguları besleyen, büyüten de ana dilimizdir. Neşet Ertaş'ı Kırşehirlilerin daha çok sevmesi bu nedene bağlıdır.

Dil; aşkları, sevgileri, sevinçleri, hasreti, çağıl çağıl dereleri, gürül gürül ırmakları, damla damla yağmurları, tane tane doluları, lapa lapa karları, cıvıl cıvıl kuş seslerini, burcu burcu kokuları, ışıl ışıl baharı yansıtır.

Dil, zekânın pırıltıları, ruhumuzun duyuşları, dalgalı titreşimleridir.

Şairimiz Âşık Fahri duyguları bakın sözcüklerle nasıl yansıtıyor:

“Ne yapıp neyleyim gül yüzlü yâre

Sevmedim gücendi, sevdim gücendi

Olmaz mı bu halden dil pare pare

Sevmedim gücendi sevdim gücendi”

Ahmet Arif şu dizelerinde duygularını, hasretini, özlemlerini sözcüklere dökmüş:

“Haberin var mı taş duvar?

Demir kapı, kör pencere

Yastığım, ranzam, zincirim

Uğruna ölümlere gidip geldiğim

Zulamdaki mahzun resim

Haberin var mı?

Görüşmecim yeşil soğan göndermiş

Karanfil kokuyor cigaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.”

Duygular, çağıl çağıl bu dizelerde akmış. Çoğu insanın sevmediği yeşil soğan hasretle aranan yiyecek olmuş. Hiç soğan sevmeyen bile bu dizeleri okuduktan sonra yeşil soğan yemek isteyecektir.

Ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı “Memleket İsterim” isimli şiirinde özlemlerini şöyle anlatıyor:

“Memleket isterim,

Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun

Kuşların çiçeklerin diyarı olsun

Memleket isterim,

Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun

Kardeş kavgasına bir nihayet olsun

Memleket isterim,

Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun

Olursa bir şikâyet, ölümden olsun

Halk ozanımız Âşık Veysel şu dizelerinde üzüntüsünü, sitemini, acısını bakın nasıl dile getirmiş:

“Genç yaşımda felek vurdu başıma,

Aldırdım elimden iki gözümü,

Yeni değmiş idim yedi yaşıma,

Kaybettim baharımı, yazımı.”

Sözcükler, ustaların kaleminde ayrı bir anlam kazanıyor. Bakın Yunus Emre sözcüklerle ne güzel oynamış:

“Kerpiç koydum kazana

Poyraz ile kaynattım

Nedir diye sorana

Bandım verdim özünü.”

Gündelik hayatta sıkça kullandığımız bu sözcükler Yunus'un kaleminde anlam dolu dizelere dönüşüyor. Anlamsız olan her şeyin anlamla yüklü olduğunu Yunus bizlere hatırlatıyor. Yazarı bilinmeyen şu dizeler halkın içinde bulunduğu ne güzel anlatıyor:                                                                                      

Şu yalan dünyaya hoş olamadık Şu sıska öküze eş alamadık Bir gün sıra gelip baş olamadık Söylemeden aciz dilimiz bizim.”

Sanatçıları bizlerden ayıran da bu olağanüstü yetenekleri değil mi?

Sadece sanatçılar mı? Büyük politikacılar, devlet adamları, komutanlar da birer dil ustasıdır. Alparslan'ın, Yavuz Sultan Selim'in savaş öncesi askerlerini coşturan sözlerini tarih kitaplarından okuyoruz.

Atatürk'ün “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz” sözü yorgun askerlerimize olağanüstü bir güç vermiştir.

Konfüçyüs'e bir gün sorarlar: “Ülkenin yönetimini sana bıraksalar ne yapardın?”

Konfüçyüs: “Dilini düzeltirdim” demiş.

Eğer dil düzgün olmazsa söylenen duygularımızı ustaca aktaran araçtır. İlk üniversite olarak kabul edilen, akademiyi kuran Platon, akademisinde dile bir kural getirmek istemiş. Dilin ne kadar önemli olduğunu ilk Platon keşfetmiştir.

Atatürk, Cumhuriyet'i kurduğu zaman dilin önemini derinden kavramış, onun için de Türk Dil Kurumu'nu, Dil- Tarih- Coğrafya Fakültesi'ni kurmuştur.

Dil, kültürün tüm unsurlarını bir arada tutan çimentodur.

Dil, kültürleri besler ve geliştirir.

Dilin gücünü anlamak için sadece dilin kendisi yeter.