Geçenler de uzun zamandır göremediğimiz eski bir ahbabımızla karşılaştık. Hal hatır faslından sonra kendilerini göremeyişimizi neye borçlu olduğumuzu sorduğumuzda eski bir anekdottan bahsetti. Şu anda görüşmediğimiz ortak bir tanıdığımız, onun hakkında şöyle böyle kelâm ettiğimizi kendisine fısıldamış. O da bundan mâadâ bize kırılmış, selâmı kelâmı kesmiş. Oysaki patenti bize havale edilen o sözleri kulağımıza çalan da, biz söylemişiz gibi ona ulaştıran da aynı kişiydi. Fitne kazanını kaynatan bir fasıkın fısku fücuruyla karşı karşıyaydık. Ne demişti Hazreti Yunus:
Söz ola kese başı, söz ola bitire savaşı,
Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz.
İnsan bu! Ama biz iyiliklere motor, şerlere fren olmayı murâd edinenlerden olacağız. Malumu âliniz Allah yeryüzünde bir halife yaratacağım dediğinde bu kutlu emre asi olanın adı şeytan olmuştu. Şeytan-ı Lâin. Kovulmuş şeytan. Şeytan, o gün bugündür durmuyor, kuduz bir köpek gibi sağa sola saldırıyor, benlik savaşı güdüyor, Allah’a meydan okuyor:
“Allahım! Kıyamete kadar sana gelen bütün yolların üzerinde oturacağım, türlü türlü entrikalarla sana gelenleri yollarından ayıracağım ama o “ihlâslı kulların hariç.”
Dikkat buyurun, “İhlâslı kulların hariç”(Hicr, 40) ifadesi şeytana aittir. Yoldan saptıramayacağı, kontrolüne alamayacağı kullardan haberdardır. Derya deniz bir ilme sahiptir çünkü. Fakat her ilim sahibi ihlâslı değildir. Eğer her ilim ehli ihlâslı olsaydı şeytan huzurdan kovulmazdı, bugün Allah’ın en sevdiği kullardan biri olurdu. Onun için ihlâs yani kalbi teslimiyet şarttır.
Şeytanın yeryüzündeki ilk icraatı Kabil’i, Habil üzerine salmak oluyor. İnsanın da yeryüzündeki ilk vukuatıdır. Ve macera başlıyor. İyi ile kötünün mücadelesi. İyilerin rehberi peygamber, kötülerin rehberi şeytandır. Âdem babamız ile Havva anamızın yeryüzüne gönderilmelerinden sonra Peygamberle Şeytan mücadelesi yeryüzüne taşınıyor ve kıyamete kadar devam edecek olan Hak ile batıl savaşı başlıyor.
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Evet, oluklar çifttir. Birinden nur, birinden kir akar. Dost sandığımız “eğer selâmı kesmeseydi, kelâma gelseydi, bağrına bastığı o hançerin paslı olduğunu erken öğrenir ve hangi oluktan nurun, hangisinden kirin aktığını görecekti. Selamı ertelerseniz kelâmdan da, kavim kardaştan da olursunuz.
“Önce selam, sonra kelâm” demiş büyüklerimiz, “önce refik, sonra târîk” der gibi. Biz dahi o nasihate kulak verir, önce selam deriz, sonra kelâm ederiz. Selam etmeden, kelâm edenin yeri yoktur. Selam bir duadır, rahmeten lil’âlemindir, ona sığınmaktır, ona teslim olmaktır, unutulmaması gerekeni unutmamaktır, doğru ve sadık kalmaktır, her hâl u kârda, hem de ne pahasına olursa olsun.
Ama “olmak” için önce bilmek gerek. Uyarıları ve ikazları dikkate almak gerek. Benlik, enaniyet hastalığından kurtulmak, dostu düşmanı iyi bellemek gerek. Öyle olmasaydı Fuzuli üstadımız asırlar öncesinden kulaklara küpe şu nasihati gök kubbenin boşluğuna asar mıydı?
Dost bi-perva, felek bi-râhm, devran bi-sükûn
Dert çok, hem-dert yok, düşman kavî, talî zebûn.
Fuzuli üstadımıza, siz kıymetli okurlarımıza, duacılarımıza, dostlarımıza, gönüldaşlarımıza, Hak ve hakikat yolunun erdemli yolcularına selam olsun. Dikenli ve mayınlı bir tarladayız. Dünya burası! Kavgaların, savaşların, entrikaların, dedikoduların, envâî yalan ve iftiraların kol gezdiği bir sahra!
Bu dünya kimseye mülk değildir. Benim sananlar, gönül kıranlar, taş üstünde taş bırakmayanlar hani nerde? Sonunda bırakıp gideceğimiz bu fani âleme bunca köklü bağlanmaya, uğrunda dide giryân, sine püryan olmaya ne hacet? Fazla bağlanmayalım, fazla kırmayalım. Meşayih-i kirâmın büyüklerinden Hacıbektaş Pirimize selam olsun, “İncinsen de incitme” buyurdu. Zübde-i makâl: Hak ile kalalım, gönülleri yurt tutalım. Gayrısına tamah etmeyelim.
Bunca selamdan ve kelâmdan sonra bir anekdot ile yazımızı noktalayalım.
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, Samsun’dan başlayan Anadolu yolculuğu hepimizin malumudur. Sivas’ta yatmak üzere başını koyduğu yastık kılıfında İslam harfleriyle nakşedilmiş şu iki mısrayı görür.
Dünyanın makamıyla gururlanıp incitme insanı
Zamanın Süleyman’ı olsan bırakırsın tac û tahtı.
Çiçek motifli yastık kılıfına o güzelim dizeleri kim, niçin nakşetmiş bilemeyiz ama mesajı gönülleri titretecek bir boyuttadır. Biz dahi o iki dize ile sözlerimizi bağlayalım. Esen kalın, kendinizle kalın.