DEMOKRATİKLEŞME

Demokrasi, halkın yasaları sorgulamasını ve yasal düzenlemelere karar verme yetkisine veya bunu yapmak için yönetim görevlilerini seçme yetkisine sahip olduğu bir yönetim biçimidir.    

Günümüzde ilk Çağ da olduğu gibi halkın yöneticileri doğrudan seçtiği demokrasiler yok, temsili demokrasiler var. Sürekli tartıştığımız konuların başında demokratikleşme geliyor. Tarihe baktığımız da bireyin temel hakları, yöneticiler ve iktidarlar tarafından verilmemiş, halk bu haklarını uzun mücadeleler sonunda elde edilmiştir. Mücadele etmeden kazanılan hakların kıymeti pek bilinmez. Demokratikleşme, her alanda bireyin özgürleşmesidir.                                                             

Daha özgür olma isteği, insanoğlunun bitmeyen ütopyasıdır. Her ütopya gibi bir gün gelecek bu ütopya da gerçekleşecektir. Demokrasi, özgürlük arzusundan doğmuştur. Bireyler, özgürce kararlar vermek, yeteneklerini gerçekleştirmek ve yönetime katılmak istemişlerdir. Bu isteğin sonunda da demokrasi doğmuştur. Demokrasi, tek kişinin egemenliğine, kralların iktidarlarına tepki olarak doğmuştur.                                                                                

Demokrasinin ilk ortaya çıktığı Atina Siteleri’nden günümüze kadar gelişimindeki önemli katkıları şöyle sıralayabiliriz; Fransız İhtilalı: Fransız İhtilalı, dünyayı değiştiren, krallıkları yıkan, kilisenin egemenliğini sonlandıran bireylere özgürlükler getiren evrensel bir olaydır. Fransız İhtilalı’nın insanlığa armağan ettiği iki temel ilke vardır: eşitlik ve laiklik. Bu iki ilke, demokrasinin de omurgasını oluşturur. Demokrasilerin olmazsa olmazıdır. İhtilaldan önce yönetim hakkı sadece soylulara aitti. Soylu olmayan bireylerin böyle bir hakkı yoktu.

Laiklik, dini kuralların yerine akıl ve bilimin egemen olmasıdır.

İhtilaldan sonra, Fransa’da oy hakkı sadece vergi mükelleflerine tanınmıştır.

Vergi vermeyenlerin oy hakkı yoktu. Oy verenler, vergilerinin nereye harcandığının, hesabını sormak istiyorlardı. Aynı yıllarda Fransız filozof Ch. Montesquieu (1689-1755), çağdaş demokrasinin ilkelerini belirlemiştir. Bu ilkeler, güçler ayrılığıdır. Montesqieu’ya göre, üç temel ilke vardır: yasama, yürütme ve yargı. Montesquieu’ya göre, bu üç bağımsız güç, birbirlerini denetleyerek demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayacaktır.

İngiliz liberal filozof J. Locke (1632-1704), yöneticilerin hukukun üstünde değil, hukukun emrindedir diyerek günümüz demokrasisinin temellerini atmıştır.

          Alman düşünür I. Kant(1724-1804), her insanın insan olmaktan dolayı vazgeçilmez, devredilmez hakları olduğunu savunur. Kant; “Bu haklar yöneticiler tarafından verilmemiştir. Bu haklar insan olmaktan dolayı her insanın hakkıdır. Bu hakları kullanmayan insanlara da bu haklara sahipmiş gibi davranmak zorundayız” der.

Bu muhteşem düşünceler, demokrasinin gelişimindeki önemli aşamalardır. Demokrasi, toplumu oluşturan tüm bireylerin hak ve saygınlıkları açısından özgür ve eşit olduğu inancına dayanır.

                Demokrasilerde bireyler, özgürce seçme yeteneklerini geliştirme haklarına sahiptir.

Gerçek demokrasilerde;

İnanç ayrımı yoktur.

Cinsiyet ayrımı yoktur.

Irk ayrımı yoktur.

Irk, cinsiyet ve inanç ayrımının bulunduğu toplumlarda demokrasiden de söz edilemez. Demokrasinin yaşaması, varlığını devam ettirmesi için belli bir iklimin, toplumsal koşulların oluşması gerekir. Demokrasi tarihine baktığımız da insanların kazandığı haklar, yıllar süren kanlı mücadeleler sonunda elde edilmiştir. İngiltere’de, Fransa’da kadınlar haklarını elde etmek için kanlı mücadeleler vermişlerdir. ABD’de ırk ayrımına karşı çıkmak için 1968 olimpiyatlarında tanık olduğumuz önemli mücadeleler verilmiştir. Demokrasinin olduğu toplumlar da bireyler bu haklar için mücadele vermişlerdir, hiç bir hak yöneticiler tarafından verilmemiştir. İstisnalar yok mu? Derseniz elbette vardır. Bu muhteşem insanlar, iktidarı değil de ülkesini demokrasiyi tercih etmişlerdir. İterseniz iki örnek verelim.

İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin Başbakanı olan W. Churchill, muhalefetteki işçi partisi tarafından çok eleştirilmiştir. İşçi Partisi’nin yöneticileri Churchill’e giderek bu eleştiriyi isterse ortadan kaldıracaklarını söylemişlerdir. Fakat Churcill, İşçi Partisi yöneticilerine;

“Hayır! Onları susturamayacaksınız. İngiltere için demokrasi bu savaşı kazanmaktan daha önemlidir. Bu savaşı kaybedebiliriz, geçmişte de savaşlar kaybettik. Fakat İngiliz insanının vatandaşlık ve demokrasi bilincini kaybedersek, bu toprakları elimizde tutamayız” demiştir.

İsmet Paşa, çok partili döneme geçtikten sonra ilk seçimleri kaybetmiştir.

İsmet İnönü, Çankaya Köşkü’nü terk ederken gazeteciler şöyle bir soru yöneltirler; “Paşam! Seçimlerin sonunda yenildiniz.” İsmet İnönü’nün gazetecilere verdiği ünlü cevap şöyledir; “Bu yenilgi, benim en büyük zaferimdir.” Sözü demokrasi tarihine geçmiştir.

Tarihte İsmet Paşa ve Churcill gibi muhteşem liderlere az rastlanır.

Bu iki lider, iktidarı değil, ülkelerini, insanlarını ve demokrasiyi sevdiklerini kanıtlamışlardır.

İktidar, her insanın arzuladığı bir mevkidir. Onun için de iktidarların ve yöneticilerin tek istekleri iktidarlarını devam ettirmektir.

Halkının demokrasi bilincinin korunmasını düşünenlere ender rastlanır.

Kısaca özetlersek, insan aklı düşünce üretir.      

Demokratik gelişme de insan aklının özgür bırakılmasıyla sağlanır. Düşüncelerin yasaklanması, evrenin en değerli yaratığı olan insanında

Köleleştirilmesidir.

Özgür olmayanlar, özgün fikirler üretemezler.

Özgürlük insanca değerlerin beslendiği ulu pınardır.