Milli Eğitim Bakanlığı bir vakıfla “Değerler Eğitimi Kitapçığı” hazırlamış ve okullara göndermiş, bu kitapçıkta anlatılanların bazıları şöyle:
“Evlerimizi, yuvalarımızı İslami ölçülerle ve imanın ışığında kurduğumuz takdirde yuvalarımız bir cennet köşesi, saadet ve huzur bahçesi olur.”
“Dininden ve ahlakından razı olduğumuz bir kimse kızımıza ve oğlumuza talip olursa, ‘kolaylaştırınız, güçlük çıkarmayınız’ hadisiyle amel etmeliyiz.”
“Hastalık, insana, ölümü, kabri ve ahreti bilip ona göre hazırlanması gerektiğini hatırlatır. Hastalık, sabun gibi günah kirlerini yıkar ve temizler. İnsanın hastalık ve sıkıntılarla günahları dökülür. Vücudumuzdaki hastalıklar Cenab-ı Hakk’ın bir hediyesidir.”
“Oruç melekliğe yükseliştir”
“Ölüm bir nimettir”
Değerler somut bir gerçeklik değildir, pekâlâ birinin doğru dediğine diğeri yanlış diyebilir kişilerin değerlendirmesine bağlıdır. Bir filozofun dediği gibi insan sayısı kadar iyi ve kötü vardır değerlendirmenin nesnel bir gerçekliği yoktur, kişiden kişiye farklılık gösterir.
Gördüğünüz gibi bazılarını aldım, değerler de sadece dini ölçüler esas alınıyor.
Değerler eğitimi bir nevi cuma vaazı gibi düşünülmüş. Peki, bunun nesi kötü; diyenler olabilir, isteyen din eğitimi alabilir bu her bireyin en doğal hakkıdır, zaten hükümet din eğitimi almak isteyenlere her türlü kolaylığı sağlıyor. Değerler eğitiminde, asıl konuyu oluşturan kavramlar; sevgi, saygı, sorumluluk, adalet, yardımseverlik, doğruluk, dürüstlük, güven, özgüven, hoşgörü, alçakgönüllülük, empati, kanaatkârlık, çalışkanlık, sabır vb. incelenmelidir.
Böylece genç, evrensel değerlere göre yetişir, uygar dünyayı, olayları, sorunları daha sağlıklı bir şekilde yorumlar. Sadece dine dayalı medrese eğitiminin bugün dünyada acı sonuçlarını görüyoruz. Sosyoloji ve psikoloji eğitiminde yoksun, dogmatik, hoşgörüsüz yetişen gençlerin geleceğin dünyasında hayata tutunması, başarılı olması zor, hem de pek zordur.
Günümüzde sadece dini ilkelerin geçerli olduğu bir dünyada yaşamıyoruz, çağın koşullarının gerektirdiği bireyler yetiştirmek zorundayız.
Epistemolojiye (bilgi felsefesi) göre; değer, bir değerlendirme yargısıdır. Bireyin toplumun ortak duygu, düşünce ve amaçlarını yansıtan genelleştirilmiş temel ahlaki ilkelerdir. Değerlendirmenin ölçüsü insan olduğu için doğru anlayışları da insandan insana değişiyor.
Toplumsal doğruları ilk sorgulayan Sokrates olmuştur. İnsanlık tarihinin en parlak zekâlarından biri olan Sokrates, toplumun doğrularını sorguladığı için Atinalılar tarafından acımasızca öldürülmüştür. Hepimizin doğruları farklıdır. İşte burada insanların kafası karışıyor. Doğru birdir, nasıl farklı olabilir diyorlar. Farklı farklı doğrular olabilir mi?
Epistemolojide doğru farklı, gerçek farklıdır. Gerçeklik bir var olma durumudur, bizim dışımızda bizden bağımsızdır nesneldir. Örneğin; elimizdeki gazete, oturduğumuz sandalye, yanımdaki masa, benim dışımda, benden bağımsız ayrı bir gerçekliktir. Doğruluk ise bir değer yargısıdır elimizdeki gazetenin bize göre değerlendirilmesidir. Her bireyin, doğru hakkında ileri sürdüğü değerlendirmeler farklıdır. Dört değer yargısı vardır:
—Mantık yargıları: Doğru-yanlış,
—Etik yargıları: İyi-kötü,
—Estetik yargılar: Güzel-çirkin,
—Dinsel yargılar: Günah-sevap.
Değer yargıları değerlendirme yargısıdır, bireye bağlıdır. Bunun için değerlendirmeler kişiden kişiye bilgi ve bilinç seviyesine göre de değişir.
Sokrates'in söylediği gibi, bilgisiz insanın sağlıklı değerlendirme yapması mümkün değildir. İnsanlarımız gerçekle ile doğruyu birbirlerinden ayıramıyor, sorun da buradan kaynaklanıyor.
Güzel, çirkin, iyi, kötü, günah, sevap, bireyin değerlendirme yargısıdır, bireyden bireye göre farklılık gösterir. Epistemoloji de (bilgi felsefesi) bu duruma, rölativizm diyorlar.
Rölativizmin başlatıcısı, Sofist Protagoras’dır. O'nun şu sözü, doğa ve toplum bilimlerini derinden sarsmıştır: "Doğrunun ölçüsü, insan olduğuna göre, doğru da, insandan insana değişir." Dünyada insan sayısı kadar doğru vardır.
Rüzgâr, zayıf bir insan için soğuk, sağlıklı bir insan için serindir. Malını pahalı satmak, satıcı için doğru, alıcı için yanlıştır. Birine göre kötü olan, diğerine göre iyi olabiliyor.
Protagoras göre, duyum, duyu organları ile dış dünya arasındaki ilişkinin ürünüdür. Bunlarda biri değişince, aradaki ilişki de değişir. Nesneler, insanlara nasıl gözüküyorsa öyledir. Örneğin, birinin güzel bulduğunu, diğeri güzel bulmayabilir.
Padişah Mecnun aşkından deli divane olup çöllere düştüğü Leyla’yı merak etmiştir. Leyla’nın bulunup huzuruna getirilmesini emretti. Leyla’yı bulup getirdiklerinde Padişah Leyla’yı görünce hayretler içinde kalıp sordu:
“Mecnun’un aşkından deli divane olup dağlara çöller düştüğü Leyla sen misin? Senin öyle fevkalâde bir güzelliğin olmadığı gibi, sıradan bir kadından hiç farkın yok Hal böyle iken nasıl olur? da Mecnun senin için deli divan’ olur?”
Leyla hiç tereddüt etmeden cevap verdi: “Padişahım susunuz! Çünkü sen Mecnun değilsiniz. Bendeki güzelliği görebilmen için sen de Mecnun’un gözlerinin olması ve bana Mecnun’un gözleriyle bakmanız gerekir.”
Padişah bu sözler karşısında söyleyecek bir şey bulamaz.
Görüldüğü gibi güzellik anlayışlarımız farklıdır.
Protagoras, iç dünyamızın, yani bilincin ve öznenin dış dünyaya değil, dış dünyanın iç dünyamıza bağlı olduğunu söyler. Mutlu olduğumuz zamanlar, çevremizdeki her şey bize güzel gözükebilir;
Bizim güzel bulduğumuzu, bir başkası çirkin bulabilir.
Bizim doğru bulduğumuzu, bir başkası yanlış bulabilir.
Değerlendirmelerimiz, nesnel değil, özneldir.
Bize bağlıdır.
Bize göredir.
Protagoras'a göre, bilgi mutlak değil, görelidir. Biz karşımızdakini ne kadar iyi tanımlarsak tanımlayalım, bu sadece bizim yaptığımız değerlendirmedir.
Oysa gerçeklik bizden bağımsızdır.
Protagoras'tan sonra gelen sofistler, geleneksel ve toplumsal yapıyı, toplumun tüm yapılarını sorgulamış, hatta demokrasiyi sorgulamışlardır. İlk çağda demokrasinin adil bir rejim olup olmadığı çok tartışılmıştır.
Din, ahlâk, gelenek ve toplumsal değerler sofistler tarafından eleştirilmiş, bunun sonunda toplum derinden sarsılmıştır. Toplum, kendisini eleştiren sofistlere karşı çok acımasız davranmıştır.
Protagoras, boğdurularak öldürülmüştür. Diğer sofistler de ya öldürülmüş, ya sürgün edilmiş, ya da mahkûm edilmişlerdir.
Sofist Thrasymakhos'a göre; adalet, güçlünün işine gelen şeydir. Gerçek adalet yoktur. Haklı ile haksızı ayıran yasalardır. Yasaları da yapan güçlüler olduğuna göre, yasa, adaleti değil, güçlünün isteklerini yansıtır. Bu hep böyle olmuştur ve böyle olacaktır.
Sofistler, geleneksel değerleri sorgulamış kalıplarını kırmış, buzlarını eritmiş, toplumları yeni değerler aramaya teşvik etmiştir. Toplum da yeni gelişmeleri başlatmışlar uygarlığın ve kültürel gelişimin yolunu açmışlardır.
Toplumlar, doğmalarını sorgulatmaz.
Sorgulayanlara da ödün vermezler.
Sorgulama olmadan da toplumlarda gelişim ve değişim olmaz.