DEDİM VE SUSTUM

Eylül dallarının hatırına beni anla...

Huzur dışında her şeye sahibiz.

İçimizde bir fırtına...

Bakışlarımızda güvensizlik...

Ve yüreklerimiz dört duvar.

Tam istediğin gibiyiz felek bu aralar...

Güvensiz

Nedensiz

Hissiz

Kimsesiz

Sessiz

Sedasız

Tepkisiz

İsteksiz...

Çağın vebası:

Mutsuz insanlar ama mutlu fotoğraflar!?

İnsanlarımız, etkili / yetkililer toplumu okuma yerine, siyasetin rüzgârına kapılmış, yaprak misali savruluyor.

Yanlışı alkışlıyor,

Eğri ve doğru ayırt edemiyor,

Yalana sahip çıkıyor.

Akıl karaya vurdu.

Fikir yanlışa alkış eğlencesinde.

Ahlâk ise yalan kılığında...

Bu durumun sebebi çok açık.

İster cahilliğimizden, ister korkumuzdan ya da menfaat umarak onların peşine takılıyor olmamızdan dolayı bütün bu olumsuzluklar birlikte çaresizlik hastalığı içinde kıvranıyoruz.

Bu hastalığın en güzel ifadesi şu;

Masada dört kişiyiz.

Dertleşiyoruz.

Ellili yaşların sonunda, 60.yaşların ortalarındayız. Güngörmüşleri olduğu gibi, çalış çalış çalış- hayat bu olmuş. Düş ve kalk nereye kadar? Diyenlerde... Farkına varmadan geçen zamanları olanların yanında,  ben şöyle olmak, böyle olmak ya da şu makamda olmam gerekirdi diyen/isteyenlerde...

Muhabbetin tam hararetli anında aklıma fare masalı geldi.

Masaldaki fare gibi endişe içinde yaşayan ve hastalık hâline dönüşen böylesi hayatın endişesi değil sorgulanması gerektiğini ifade ederek başladım masalı anlatmaya...

Kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır.

Büyücünün biri; fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.

Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkân yok. Onu eski haline döndürür.

Ve der ki;

“Sen cesaretsiz ve korkak birisin.

Sende sadece bir farenin yüreği var.

O yüzden ben sana yardım edemem."

Bitimi ekledim.

Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor:

“İnsanların çoğu sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, yaşının kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”

Neticede;

Sıkıntı yok efendiler, dert insana yol gösteriyor.

Dedim ve sustum...