Okul çağlarımdan beri değişik yerel gazetelere değişik isimlerle hasbelkader yazı veririm. Bu yazılar beğenilir veya beğenilmez onu okuyucular değerlendirir.
Yalnız klavyenin başına geçince hangi konuda yazılacak yazı hakkında elbette bir ön çalışma yapar ve yaşadığım zaman zarfında karşılaştığım olayların analizini elbette gözden geçiririm. Evimin bir odası kütüphane gibidir bu yüzden.
Evde devamlı eleştiriye maruz kalır ve tatsızlıklar yaşarım. Evin yeterli olmayan odalarının bir tanesi benim çöplüğüm gibidir. Çünkü çok dağınık ve çok değişik kitapları karıştırırken ortalık bozuk düzendir.
1200’den fazla kitap var ve bunların yüzde 90’nı hatıra, belgesel ve tarih kitaplarıdır. İskender tarihinden son Osmanlı tarihine kadar hüküm süren imparatorlukların tarih kitapları büyük bir yer kaplıyor odada. En küçüğü üç veya dört ciltten oluşurken, 12 ciltlik Osmanlı, Bizans ve Selçuklu tarihlerini terekler taşımadığı için kartonlara istif ettim.
Bunların hepsini de okudum ve zaman zaman bazı bilgilerimi tazelemek için zaman zaman bakarım. Bunları neden yazdığımı yazıyı okuyanlar anlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1958’den zamanımıza kadar geçen süreleri yaşayarak gördüm ve duyduklarımda buna eklenirse siyasi atışmaların çirkin ve güzel zamanlarını azda olsa bilirim.
Eskiden şimdiki kadar gazete yok ve olanı da herkes alıp okuyamazdı. Şimdiki gibi yalaka gazetecilerde yoktu. Dedemin odasına ayda bir veya iki gazete gelir, okuma yazma bilenler sesli olarak okur, herkes can kulağı ile sessizce dinlerdi. Aynı zamanda gazetelerde yalan haber olmayacağını düşünürdü okuyan veya dinleyenler. Gazetenin yazıları adeta bir kanun gibi değerlendirilirdi.
Tarih kitaplarını okurken, okul çağlarımdan beri hep nazari dikkatimi çekmiştir. Yıkılan imparatorlukların en büyük sebeplerinden başta gelen, idareye din adamlarının dini müdahaleleri görülüyor. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı İmparatorlukların son bulmasının altında din faktörü var. Müslüman olmayan imparatorluklarda aynı akıbet görülür. Yani dini Müslüman olmuş, Hristiyan olmuş hiç fark etmiyor. Mesela Haçlı seferleri de, kendi dinlerinin tehlikede olduğunu düşünen Avrupa ülkelerinin oluşturduğu bir ordunun varlığıdır.
Bunları yazmamın sebebi son AK Parti’nin aynı taktikle beraber daha önceki iktidarların başarısız icraatlarında kaçan seçmenin bir umut ve düşüncesiyle iktidara taşıdığı siyasi parti. Ne yazık ki son yıllarda halkın beklentilerine istenilen karşılığı veremedi.
Türk siyasi tarihinde çok çalkantılı zamanlar yaşandı. Fakat son 15 senede ne yazık ki siyasetin çirkinleştiğini görüyoruz. Küfür, yolsuzluk, yokluk, hırsızlık hep gündemde oldu. Din referansıyla ve türban, tesettür edebiyatı kullanarak ve eğitim sistemini kökten değiştirerek kendi bekasını sürdürme politikası iflas ettiği halde hala ısrar edilmesi Türkiye’yi adeta kaosa sürüklerken, buna ek olarak bir de salgın hastalıkla mücadele etmeye çalışması, zaten bıçak sırtında olan ekonomi bel vermeye başladı.
Tarımın durumu ortada iken yerli çiftçiyi destekleme yerine ithalata başvurması kötü gidişatın başka bir yüzü. Son zamanlarda çıkar yol ararken yeraltı dünyasıyla işbirliği yaparak yandaş kazanmaya ve iktidarını sürdürme girişimi iktidarın elinde patladığı yorumları en üst perdeden dile getiriliyor. Muhalefet partilerin liderleri ve sözcüleri, gazeteciler bu konuda bir çok eleştirileri dillendiriyor.
Yandaş ve dava arkadaşı olarak gördükleri mafya babalarından medet uman ve rakiplerini dövdüren partililerin kirli çamaşırları ortalığı pislik çukuruna döndürdüğü iddiaları giderek artmaya başladı.
Türk Dil Kurumunun tekrar değerlendirmesi gerekecek yeni bir terimle karşılaştık (ÇÖKMEK) yani adamların çalışarak elde ettiği mal ve servetine el koymak. Bunu da yaparken iktidar partisinin bazı üst düzey mensuplarından yardım ve fikir alışveriş teatisinde bulunmak.
Bu kelimeleri yazarken ben utanıyorum ama yapanlar utanmıyor!
Allah rahmet etsin bir siyasetçimiz ve aynı zamanda Anayasa profesörü olan kimsenin de aynı yöntemi kullandığı ortaya çıkınca, hiç bir şey olmamış gibi siyasete devam etti. Bu yolsuzlukları ve yaptığı işleri ve kimlerden yardım aldığı şahısları açıklayan bir kimse, devletin koruması ve yardımlarıyla yurtdışına kaçıyor, orada sosyal medya üzerinden birilerini ifşaa ediyor, kimseden çıt yok!
Demokrasiyle idare edilen başka ülkelerde olsa bu kişi ile adı karışanlar çoktan istifa eder ve hakkında soruşturma açılır. Fakat Türkiye’de böyle bir uygulama söz konusu bile edilmiyor! Ne acı değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı devlet adamlarına, mesela içişlerinden sorumlu bakana ağza alınmayacak laflar ederken, AK Parti’nin adeta jokeri sayılan ve 11 yıl bakanlık yapan birisi için çok ağır suçlamalar yüklerken kimseden çıt çıkmıyor.
Atasözü vardır “Sükût ikrardan gerek” diye bir terim vardır. Bu durum daha ne kadar devam edecek ve uyuşturucu suçlamaları nasıl sonlanacak, millet olarak meraktan çatlama durumuna gelmeyeceğiz, çünkü şüpheler kuvvetleniyor. Ayrıca çok kısa zamandan çok büyük servetlere sahip olanların bu serveti nasıl kazandıkları da halkın merak ettiği bir başka konu!